Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Nisan '17

 
Kategori
TV Programları
 

Bir Ozan Güven Resitali; Fi…

Bir Ozan Güven Resitali; Fi…
 

Öncelikle, sansüre uğramadan, biplenmeden, sağı solu buzlanmadan bir Türk dizisi izliyor olabilmek gerçekten çok keyifliydi. Bu nedenle böyle internet projelerinin devamını heyecanla bekliyorum.


Puhu Tv’nin yeni dizisi Fi, dün akşam yayınlanan üç bölümüyle görücüye çıktı.

Açıkçası hem oyuncu kadrosu hem de yapım şirketinin genel itibariyle iyi işler çıkaran güçlü bir firma olması nedeniyle, beklentim büyüktü.

Aklımda tek bir soru vardı o da; Fi, Pi, Çi üçlemesini okumuş biri olarak, okurken kurduğum dünyanın ekranda izlediğimle ters düşmesi ve dolayısıyla da keyif vermeme ihtimaliydi.

Ancak hiç de öyle olmadı.

Fi büyük bir risk alarak başlamış hikayeye. Yaklaşık on üç dakika boyunca sadece Ozan Güven’in canlandırdığı Can Manay’ı izledik. Onun hallerini gördük. Açıkçası o on üç dakikada da anlatılan şeyler çok da ilgi çekici değildi. Yani Manay’ın karakter farklılıkları hakkında bazı bilgiler edindik ama bu bilgiler bizi ekrana yapıştıracak kadar özel durumlar değildi.

Oysa Can Manay, asıl Duru ile karşılaştıktan sonra ilgi çekici bir adam haline geldi.

Peki bu on üç dakikada bizi Fi’ye bağlayan şey neydi?

Kesinlikle Ozan Güven…

Oyunculuğun zirvesinde dolaştığı halleriyle öylece kalakalıyorsunuz ekranın karşısında. O kadar iyi bir Can Manay olmuş ki, benim kitabı okurken hayal ettiğim Can Manay, onun ancak kötü bir müsveddesi olabilir demekten kendimi alamadım.

fi serenay sarıkaya

Diğer oyuncular kötü müydü, asla değil. Hepsi muazzam, hepsini izlerken inandım. Serenay Sarıkaya dans konusunda müthiş bir sınav vermiş. Şaşırtıcı bir şekilde bedenine hükmetmeyi başarmış. Dans sahnelerinin bir anında bile mış gibi hissetmedim.

Gelelim hikayeye...

Fi’nin hikayesi birçok koldan ilerliyor. Her ne kadar hepsi Can Manay’a varıyor olsa da, daha ilk bölümden o kadar çok karakter ile tanıştırmak ve onlara inandırmak kafa karıştırıcı ve yorucu gibi görünse de hiç de öyle olmadı.

Zira her karakter sadece kağıt üzerine yazılan bir isimden ibaret değildi. Her birinin iyi yanları, kötü yanları ve zaafları vardı. Dolayısıyla gerçek, dolayısıyla inandırıcılardı.

Sonuç olarak da dantel gibi işlenmiş, açıldıkça merak uyandıran olaylar örgüsüyle, standart üstü bir Türk dizisi çıkmış ortaya.

Büyük ihtimalle dün akşam ekranın karşısına geçen herkes, üç bölümü peş peşe izledi.

Zira olaylar çabuk gelişti, her karakterin niyeti ortaya konuldu, motivasyonunun altı çizildi.

Tüm ekibin ellerine sağlık.

Ufak Tefek, gözüme takılan, buldun da bunuyorsun minvalinde, iyi ve kötü notlarım tabi ki var. :)

Buradan sonra yazacağım bölümde, olayların gidişatına değişmeden bazı ufak tefek spoiler bilgiler olacak. Dikkat!

Öncelikle, sansüre uğramadan, biplenmeden, sağı solu buzlanmadan bir Türk dizisi izliyor olabilmek gerçekten çok keyifliydi. Bu nedenle böyle internet projelerinin devamını heyecanla bekliyorum.

Can Manay’ın televizyonda yaptığı program fena Amerikanvari bir formattı. Öncelikle bu inandırıcılığı zayıflattı. Asıl önemli olansa o programda kullandığı cümlelerin pasifliğiydi. Yani bir psikiyatrın bu ülkede bu kadar üne kavuşturduğuna inanmamız için, gerçekten etkileyici cümleler sarf ediyor olması gerekir.

Bu tip diyalogları Amerikalılar iyi yapıyor. Bir örnek vermek gerekirse son dönemdeki Tom Hanks’in başrolünü oynadığı Cehennem filmindeki, dünyadaki nüfus artışını durdurmak isteyen transhumanist bilim adamı Zobrist’in videolarındaki diyaloglarına bakmanız yeterli. O videoları izlerken insan ister istemez etkileniyor, kurduğu dünyaya inanıyor ve ikna oluyoruz.

Can Manay, evet iyi konuşuyor, normal bir insana göre farklı bir bakış açısı var ama o kadar. Özel, vay ben hiç böyle düşünmemiştim dedirtecek bir durumu yok. Türkiye'de bir iki kişi var ki, televizyonda bu işi çok iyi yapıyorlar. Keşke, hiç değilse Can Manay'ın televizyon program diyalogları için onlardan destek alınsaymış .

Can Manay, Duru ile tanıştıktan sonra yolda giderken, Duru'nun elinde gördüğü amblemin aynısını, arabasının önünden geçen bir öğrencinin enstrümanında görür. Peşine takılır. Bu şekilde de İstanbul Sanat Üniversitesine ve dolayısıyla da Duru'ya ulaşır. Keşke bu durumu böyle bir tesadüfe bırakmasalardı. Hani üniversite başka bir yolla da bulabilirdi sanki.

Mehmet Günsür’ün canlandırdığı Deniz karakterine yazılan "sanatçı demek" diye başlayan cümleler gerçekten sıkıcıydı.

Deniz kafayı sanatla bozmuş, Deniz idealist, bak bundan dolayı Duru böyle yapacak, alt bilgisinde bu kadar kör göze parmak yürünmeseydi iyi olurdu. Zira sahnelerden yenildi.

Can Manay’ın üniversitede Duru'nun prova yaptığı yeri bulması, yakalanmamak için tam salondan çıkacakken bir görevli tarafından neredeyse zorla içeri çekilip izlemesi için oturtulmasını anlamadım.

Can Manay’ın "defterimi galiba burada unuttum" bahanesiyle, Duru'nun evine gelmesi ve Duru’nun da üzerindeki küçücük dantelli şort pijama ile Can Manay’ı eve davet etmesi biraz garipti.

Zira Duru karakteri aslında o kadar da şuh bir kadın gibi çizilmemişti.

İlk dakikadan itibaren hiçbir bardağı direk sehpa ya da masaya koymayan, altına hep bir kağıt ya da altlık koyan, bu takıntısının altı defalarca çizilen Can Manay, Duru’nun evinde su içtiği bardağı direk sehpaya koydu. İkilemedi bile ki o sehpada da dergiler vardı, yani onların üzerine koyabilirdi ya da tereddütte düşebilirdi.

Can Manay kendi karanlık geçmişine doğru yolculuğa çıktığında, sinir ve endişeyle elindeki bardağı patlattı. O sırada öğrencisi Bilge odaya geldi. Elindeki bardağı aldı ve hiç tereddüt etmeden arkasına dönüp masanın üzerindeki mendili aldı. Mendilin orada olduğunu nereden bildi? Biraz olsun etrafta göz gezdirseydi, mendil arasaydı nasıl güzel olurdu. 

Mekanlar ve renklere gelince, çok iyiydi. Ay Yapım’ın genel bir özelliği vardır, her projelerinde kullandıkları ana mekanların, daha önce herhangi bir dizide görmediğimiz mekanlar olmasına özen gösterirler. Öyle ki Ay yapım bulur, dizisini çeker ve o mekanla işleri bittiğinde, diğer yapım şirketleri oraları kiralayabilmek için saldırıya geçer. Böylece biz de izlerken "bu Medcezir'de ki ev değil mi, Aşk-ı Memnu’nun köşkü değil mi, Kara Sevda’da ki ev değil mi" diye konuşur dururuz. Bu sefer de kural bozulmamıştı. Tüm mekanlar daha önce görülmemiş, sıfır kilometre mekanlardı. Özenleri için Ay Yapım'a bir alkış daha…

Bu arada Can Manay’ın avcılık yapan ve avı bir spor olarak nitelendiren Sadık Murat Kolhan’a; “spor olabilmesi için domuzlara da silah dağıtmamız lazım ancak bu sayede daha adil bir müsabaka olur” demesine bayıldım…

Dediğim gibi tüm ekibin ellerine sağlık. Benden tavsiye, izleyin, izlettirin…

Televizyon, sinema, yaşam ve sokaktaki hayat üzerine diğer yazılarımı okumak istiyorsanız, http://www.bibaksana.com.tr adresli bloguma uğramayı unutmayın. :)

 
Toplam blog
: 172
: 1971
Kayıt tarihi
: 08.06.06
 
 

Okur, gezer, izler ve yazar...                 ..