Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Aralık '08

 
Kategori
Güncel
 

Bir özür dilemenin anatomisi

Ermeni meselesinde birkaçyıldır tarihçiler tartışması sürüyor. Bunun benzeri öncesi ve ötesiyle klasik anlamda Almanya olmuştu. Adı üzerinde 'Historikerstreit' başlığıyla Nolte, Stürmer, Habermas ve daha birçok tarihçi, bilim adamı, filozof Yahudi Soykırımı meselesini İkinci Dünya Savaşı'ndanyıllar sonra yeniden tartışmaya açmıştı: Neden oldu, niçin oldu, hangi koşullar ve kimler sorumluydu, sonradan gelen nesillerin olaydan sorumluluğu ne boyutta olmalı? Tüm bu sorular tartışmaya açıldı ve halen de devam ediyor. Türkiye'de şimdi bunun benzeri bir açılım var. Yalnız Türkiye'de, oldum olası ne anlama geldiğini bir türlü çözemediğim, bir 'Aydın Olma' kimliği altınagirdiğini düşünen insanların bunun öncülüğünü yapması tartışmanın ayrı bir tartışmaya dönüşmesineneden oluyor.

Türkiye'deki Ermeni meselesinin yalın gerçekliğiyle ilgili bir sonuca varmak, yani soykırım mıydı? değil miydi? Değilse ne idi gibisinden, veya açıkça ne oldu bazında, tüm akli imkanlar dahil edilecek bile olsa imkansız gözüküyor. Neden mi? Soykırımın 'hasını' yapmış Naziler ile ilgili kararın bile son haddinde dışarıdan bir hakemin belirlemiş olduğu gerçeği var. Galip gelenler Nürnberg Mahkemeleri yoluyla , tüm cephelerde yenik düşen ve teslim olan Almanlara hem soykırım işlemiş olduklarını iyice damgalamış, hem de demokrasileri dikta edilirken soykırımı inkar etmenin demutlak suç olduğu yasasını koydurmuşlardır.

Büyük insanlık suçunun tüm detaylarını silinmez arşiv kayıtlarına geçirerek arkalarında mutlak deliller bırakan Naziler, (Dolayısıyla Almanya) bile, meseleyi dış güçlerin zorlamasıyla kabul etmek zorunda kalmışlardır. Geçmişe, güncele ve geleceğe sahip çıkan nesiller boyu Alman ulusalcıların birçoğu, halen bu insanlık suçunu tüm olan bitene rağmen kabul etmemekte direnmektedir. Alman kamusunun ortalama bilincinin imdadına ise, istemeye istemeye soykırımı içselleştirmeye çalışırken, anlı şanlı tarihçiler yetişmiş ve mutlak soykırım suçunu izafi bir meseleye doğru götürmeye başlamışlardır. Türkiye'dekinin biraz tersine; Türkiye'de muğlak kalan konular 'Özür' yoluyla netleştirilmeye çalışılırken Almanya'da salt gerçek olan Soykırım konusu sulandırılmaya yüz tutmuştur. 80'li yılların başında ünlü tarihçi Ernst Nolte, Holocaust'un Rus Devrimi'ne karşı gelişen bir reaksiyon olduğu yönündeki tezlerle ortaya çıkınca, her biri birer Üçüncü İmparatorluk uzmanı olan tarihçiler sanki pusuda bekliyorlarmış gibi bu tezlere destek vermiştir. Hatta Nolte'nin Hitler'in olayına Osmanlı-Ermeni meselesine gönderme yaparak 'Asyalı bir vaka' tanımlaması yapması müthiş bir taraftar kitlesi toplamasına yetmiştir. Tabi üniversite kürsülerinde böyle çıkışlar yapmak biraz zor olduğundan tartışmalar FAZ, Die Welt ve Die Zeit gibi gazeteler üzerinden yürümüştür. (Türkiye'de de mesele Milliyet, Radikal, Hürriyet Akşam ve Vatan gazeteleri yapılamayan konferansların yerini tutar gibiydi). Holocaust'u, yani Yahudi Soykırımı'nı tümüyle ret edemeyen, ama ellerinden geldiği kadar göreceleştirmeye çalışan bu tarihçilerin karşısına, neredeyse tek başına filozof Jürgen Habermas çıkmış, tarihle hesaplaşmaya eskiden olduğu gibi devam komutu vermiştir.

İşte işlenen suç öylesine net olmasına rağmen Almanya'da bile halen, 'Ne oldu, olan neydi tartışması yapılmaktadır. Konunun dış hakemleri ise, (ABD, İngiltere, Rusya vs) toplum vicdanına güvenerek geri çekilmişlerdir.

Alman entelektüellerin ulusal suçluluk duygusuna dışarıdan ortak aradıkları ve tek kalmamak için Osmanlı'daki 1915 olaylarına takıldıkları doğrudur. Ancak ciddi araştırmacıların karşılarına konuyla ilgili girdikleri Federal Arşivler'den Liman van Sanders, Von Hofeve Goltz Paşa gibi isimler çıkmaya başlayınca Ermeni meselesinden uzak durmaya özen göstermişlerdir. Buna rağmen konu üzerinde çalışmak isteyen bilim adamlarına ise Alman derin devleti tarafından türlü zorluklar çıkarılmaktadır. Bir de ne zaman Almanya'dan Nazi vakasıyla ilgili "Tarihte başkalar da vardı" gibisinden sesler yükselse Yahudi Lobisi veto hakkını kullandıran mekanizmaları devreye sokmaktadır. Ermenilerin ünlü resmi tarihçisi Dadrian, Tanık olduğum 1991 yılındaki bir Üniversite Konferansı'nda, Osmanlı Ermeni olaylarıyla Almanya'daki Yahudi olayları arasında birebir benzetme yapınca salonda bulunan tarihçilerden beklediği 'resmi' ilgiyi görememişti.

Bilgi kuramı açısından bakılacak olursa fenomenin birinci düzlem açılımında olayın üst tanımı için gerekli hakemlik, ancak ve ancak yukarıda belirtildiği gibi mutlak bir muhakeme iradesini geliştirecek şartlar dahilinde oluşabilir. Sistem içi sosyal erkelerin hiç bir zaman soykırım mı, değil mi şeklinde bir nihaiyete gidebilmesi mümkün değildir. Ancak ve ancak özür adıyla yola çıkanların biraz olsun vicdanlarını rahatlatmaya yarar. İnsanlık tarihi, matematik, geometri gibi intersubjektif özellikteki fensel olguların dışında, yaşamsal zorunluluklar arz eden interobjektif karakterdeki sosyolojiler için de normatif ölçütlü sonuç bulma mekanizmaları geliştirmiştir. Doğal yasalardan, pozitif- adli sistemlere geçilerek bağlayıcı yanı olan hukuk sistemleri oluşturulmuştur.

Ancak 'Soykırım' gibi kibernetik alanı çok dağınık bir konuda bağlayıcılık sağlamak için, bireysel ve kurumsal betimlemelerin signifikantlık oluşturabilecek gücünü bir yana bırakacak olursak, adli muhakemeler de sunuç almada yetersiz kalır. İkinci Dünya Savaşı sonrası Almanya örneğinde görüldüğü gibi, bu konuda isim konması ancak tüm dünyevi iradeleri ve de topyekun teslimiyeti içine alan bir güç zoruyla mümkündür.

Ermeni meselesinde böylesi bir hakemlik söz konusu olmadığına göre adlandırılmak istenen farklı bir hakemlik konusudur.

Bu hakemlik fenomenin birinci düzlem açılımı için soyut kayıtlaretrafından; ülkenin düşünsel alt yapısından gelebilecek denge ve ayarlar hareketi sağlayan fikir birikimlerinden, ikinci asli düzlem açılımı, yani ne oldu konusunu irdelemek için ise somut bilgecilikler dünyasından gelebilir. Sistem kuramcıları bu gibi durumlarda yarı dolu bardak benzetmesinden yola çıkarak, bardağın boş, ya da dolu yanından çok, içinde ne olduğuna öncelik verilmesi gerektiği hatırlatmasında bulunur. 1915 olaylarında da ne oldu gibisinden hakemlik işte bu bağlamda bilimselliğe işaret eder.

(Aslında belgelerden çok canlı tanıkların ifadeleri daha sağlam kaynak oluşturur. Ermeni tezlerinin Türkiye dışında daha çok taraf bulması, tanık ifadelerine dayanan belgeseller nedeniyledir. Ne de olsa tarihi belgeler üzerinde çalışırken, bu belgeleri de diğer belgelerle karşılaştırma zorunluluğu vardır. Belge içeriğini olayların kendisiyle karşılaştırmak imkansız olduğuna göre. Oysa kişi söylemlerinden yapılacak çıkarım, mahkeme duruşmalarında olduğu gibi, ifadeler deforme edilmiş olsalar bile, yaşanan olayların zihinsel yansımalarını vermeleri nedeniyle daha yapısaldır).

Bilimsel hakemlerin ABD veya İngiltere'den olanları biliniyor. Bir de Musevi kökenli bilimadamları var. Ermeni meselesine çok daha önceleri zaman ayıran Jehuda Wallach ve Michael Wolffsohn gibi; özellikle Wallach'ın 'Bir Silah yardımının Anatomisi' isimli tarih çalışması mükemmel bir konuya giriş arz ediyor. Dönemin Osmanlı Prusya ilişkilerini irdeleyen bir yapıt ve diğer çalışmaları. Üstelik Musevi bilim adamlarıb iraz daha orta yoldan gidiyorlar.

Wolffsohn ise yıllardır Türklerin tarihte nerelerde ve kimler tarafından mağdur edildiğine dair belgeler sunuyor.

TARTIŞMAYA NASIL GELİNDİ

Diğer yandan Türkiye tarihçiler tartışmasının ana meseleye inebilmesi bir sürü farklı kökenleri olan faktörler nedeniyle gölgeleniyor. Türkiye'deki üst tartışmanın asil tabiriyle fenomenin tanımında odaklaşması bunun bariz bir göstergesi. Konu etrafında oluşan yapay sorunlar nedeniyle bilimselliğin tüm sınırları açmazlıklar çerçevesinde zorlanıyor. Nitelemelerin tamamen sübjektif esaslara dayanması artık bir yerde kaçınılmaz oluyor.

Konu etrafındaki önbilimsel verilerin yetersizliği nedeniyle de, kitlelere aktarılmış gerçeklilikler sunan taşıyıcı medyanın daraltıcı, kısıtlayıcı, indirgemeci ve bütün bunların ötesinde de tartışma unsurlarını yukarı-aşağı, sağ-sol gibi zihinsel algılamayı kolaylaştırmaya yönelik basitleştirici ölçeklerle belirginleştirilen aktarma işlevinin keskinleştirdiği kutuplaşmalara baskın gelinemiyor.

Kavgacı öznellikleri, ne intersübjektif, ne de interobjektif alana çekebilecek, ona vesile olabilecek düşünsel ve felsefi alt yapınınkayda değer hiç bir alaşımı bulunmaması ise başlıbaşına bir sorun oluşturuyor. Ülkenin, vurguları kamplaşma üzerine olan tartışmaları denge ve ayarlar kurarak göreceli bir uyum haliyle dağıtabilecek regülatif ide kaynaklarının (her nedense) sessiz kalması soyut hakemliklerin devreye girmesini engelliyor. Almanya'daki tarihle hesaplaşma meselesine filozoflar aracılığıyla yön buldurulması babında.

Öznelliğin ana motif kaynakları ise modern insanın dünyadaki gelişen etik ve moral değerlendirmelerinin belirleyici özelliklerini reflekte ederken farklı boyutlar kazanıyor. Enternasyonal inteligensiya, genetik ahlak çözümlemeleri, hümanizmadan çevreciliğe kayan moral tamlamaları ve yeni dünya düzeni çerçevesinde ortaya konan yorum aramaları gibi kilometrekare felsefeleriyle uğraşırken, bunların Türk coğrafyasındaki izdüşümü, globallik tartışmalarının verdiği dinamizm ile öz kimlik, kendine dönük sorumluluk arayışları, kolektif bilincin verili olan dünya modernizmine adapte olabilmesi ve yeni düzenler kategorisinde akılcı entegre devreler oluşturabilmeödevselliği için kendini zorunlu görüyor. Boğaziçi Konferansını düzenlemek isteyenlerin durumunda olduğu gibi. Reaksiyonun oluşturduğu büyüklük ise, hem nicelik hem de nitelik açısından yine kolektif adına tavır koymaktan, AB tartışmalarında da belirginleştiği üzere, statükoyu korumaktan geçiyor.

Aydınlar girişiminin bir tanımı olarak da algılanabilecek kendi içselliğinde kolektif adına suçluluk duygusuna kapılmanın, hele hele bunu zamansal geri dönüşümlerle iliştirmenin, veya kolektif bütünlük adına tersini izlemenin bilimsellikten mesafe kaybettirdiği kesin. Ve tarih içinde somut arayışların yerine çok çabuk senli benli ifadelerle feodal alışkanlıkların bulaştığı görülüyor.

Diğer yandan 'Tarihlehesaplaşma' meselesinin bilgi kuramı açısından tek başına hiç bir anlam değeri taşımadığı hesabı ortaya çıkıyor. Alman örneğinde bugünün inteligensiyası tarihle hesaplaşma muhasebesini herşeydem önce 'tekrar olmasın' kaidesiyle yapıyor. Türkiye ile karşılaştırıldığında oldukça homojen yapıya sahip olan Alman ulusal bilincinin yer yer gelişen çıkışlarını takip edenlerin kaygısından dolayı tarihle hesaplaşma signifikant özellik taşıyor. Yani tarihle hesaplaşma durumu, ancak yan etmenler varsa, yani olası bir yan kaygının etrafında bilgisel anlam kazanabiliyor.

Türkiye'de böylesi bir anlam bileşkenliği kurma denemesinde bulunanların azınlıkta kalacak olması asıl gerçeği ise, fenomonoloji aşkınlığından geçerek, konu edinilen 1915 olaylarının Tanzimat’tan kısa bir süre sonraya rastlamasından kaynaklanıyor. Tanzimat'tan önce yaşanan benzeri olayların bilincin yakın mesafesine getirilememesi olgusunu açıklanmamış bir prensip olarak kenarda bırakarak. Tanzimat ile birlikte, birey can ve mal mülkiyet güvenliğinin ilk defa hangi durumda olursa olsun devlet güvencesine alınmış olmasının ve de vatandaşlık haklarının eşitlik ilkesi çerçevesinde geliştirilmiş bulunmasının yarattığı muhakeme güçlerini belirleyici mutlak taraf kabul ettirmesi, tarihle hesaplaşma olgusu için müspet yansımalar sunuyor. Olaylar, Tanzimat gibi Osmanlı'nın son dönem rejim evrim denemelerinin öncesine rastlamış olsaydı, belki de etik yaklaşımlar değerlendirmesiyle şimdiki 'Aydınlar' tarafından hiç konu bile edilmeyecekti.

Sosyal hayatın zorunluluklar gereği pozitif yasamalar yoluyla genere ettiği zaman ve mekan üstü bilincin, Türkiye coğrafyasında henüz çok genç olması, ortak bilincin evrensel bir etik karar aldırmasına engel oluyor. Devletin, zorunlu görülen hallerde top yekun iskan veya tehcir uygulamasına gidebilir ana düşüncesinin halen baskın gelmesi de bunu gösteriyor.

Tarihle hesaplaşmanın diğer bir anlamsal değeri de eğer ortada gerçekten bir 'özür dileme' durumu söz konusu ise ortaya çıkıyor. Kendini failin öznel parçası olarak algılayanların geçmişe yönelik hesaplaşma muhasebesinin ana gıdasını öncelikle buradan alıyor olmaları durumunda ise, post mortal bir yaklaşımın ifadesini meşrulaştırma gayreti gösterme mecburiyeti doğacağından, bu bağlamda eğretilmeye kapı açan anlam değerlendirmelerinin yol kat etme adına hiç bir faydası olmayacağı ağır basıyor.

SONUÇ YERİNE

Tarihsellik için yanıt, ona en yakın olanlardan alınabildiği zaman, hem birinci düzen, hem de ikinci düzen için daha bir anlam değeri olabiliyor. İnteligensiya adına kim 1915'e Türkiye'de en yakın duruyor.

Ülkenin fikir adamlarının dengeleyici ideler iletmesinden ilham alınarak oluşacak soyut hakemliklerin ve de belgeyi, belgeyle, sözü sözle ve çaprazlamalarıyla somut yol gösterecek olan bilimselliklerin ortaklaşa kuracağı sistem ağı faydalı olacaktır.

Ermeni Ulasalcıları'nınbağımsızlık çabalarını bile inkar eden Ermeni Tarihçi'nin 1991 yılında anlattığı hikayeleri uzun uzun dinledikten sonra, merak edip olayların canlı tanıklarını bulup sormuştum. (Tabi ki her taraftan) 1915 ve hatta 1897'ye yakın olanların anlattıkları, tehcirin yanında imha şeklindeydi. İsim, yer, sayı hepsi vardı anlatılanların içinde. Aslında görevi tarihçi olanlar için pek de zor değil nicelikte yer bulmak. Niteleme olası hakemlerin işi.

Ali MERCİMEK /

 
Toplam blog
: 29
: 500
Kayıt tarihi
: 17.08.08
 
 

İstanbul ve Münster Üniversiteleri basın yayın mezunuyum. Gazeteci olarak çalışıyorum. İlgi alanl..