Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Eylül '07

 
Kategori
Haber
 

Bir paragrafı okumak

Bir paragrafı okumak
 

Hafta içinde, Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi, “İmkânsız Değil Üstelik Gerekli: Küresel Savaş Çağında İyimserlik” başlığı altında düzenlenen ve 8 Eylül’de başlayan 10. Uluslararası İstanbul Bienali’nin bu yılki küratörü Hou Hanru’nun bienal katalogunda yer alan metnine sert tepki gösterildi.

Metinde geçen ifadelerin, bizim toplumumuzun algılama düzeyi için oldukça ağır olduğu kesin. Ancak ben binealin küratörü Hou Hanru’nın ifadelerini içeren paragrafı yeni baştan değerlendirmek istiyorum. Öncelikle söz konusu paragrafın bütününe bir bakalım;

“Batılı olmayan ilk modern cumhuriyetlerden ve gelişen dünyanın kilit oyuncularından biri olarak Türkiye’nin tarihi ve son dönem konumu bu yöndeki en radikal, çarpıcı ve etki uyandıran vakalardan birini oluşturuyor. Ancak can alıcı bir sorun, Kemalist proje tarafından savunulan modernleşme modelinin yine de sisteme dâhil bazı çözülemez çelişkiler ve ikilemlerle dolu ‘tepeden inme bir dayatma’ olması; reformların, devrimci birer araç olarak gerekli olmalarına rağmen yarı askeri bir şekilde dayatılması demokrasi ilkesine aykırıydı; milliyetçi ideoloji evrensel hümanizmin benimsenmesine aksi yönde işledi ve toplumsal bir elit önderliğindeki ekonomik ilerleme toplumsal bölünme üretti. Popülist siyasi ve dini güçler, taleplerini toplumun tabanında yeniden oluşturmayı ve yönlendirmeyi ve bu talepleri kendi çıkarları yönüne çevirmeyi başardılar.

Paragrafı parça parça incelediğimizde aslında, sayın küratörün duruş noktasını daha kolay anlayabiliriz. Bence paragrafın üç önemli noktası var. Birincisi Kemalizm tarafından yapılan uygulamaların değerlendirilmesi, ikincisi yapılış şeklinin değerlendirilmesi, üçüncüsü ise Kemalizme karşı gelişen akımın duruş ve hareket tarzının yorumlanması.

Birinci adımı incelediğimizde, kilit ifade “reformların, devrimci birer araç olarak gerekli olmaları”dır. Bu noktada sayın küratörün aslen Kemalizm ile anlayış açısından bir problemi olmadığı görülüyor, en azından aynı yöne baktıkları kesin. Bu noktada sayın küratör yapılan uygulamaları bir devrim olarak görüyor ve gerekli oldukları kanaatini taşıyor. Yani modernizm tarafında olan, Cumhuriyet projesini, kulu birey, cemaati cemiyet yapan, dini devlet kurallarının dışına taşıyan, saltanatın yetkilerini parlamentoya devreden bir uygulama olarak gördüğünü tahmin etmek yanlış olmaz.

Bu noktanın şöyle bir önemi var ki, Kemalizmi tanımını bir kenara koyacak olursak, bu ülkede Mustafa Kemal’le ve onun modernleşme projesi ile problemli olan oldukça geniş bir kesim olduğunu düşündüğümüzde Çinli küratörümüzün duruş noktası oldukça pozitif. Dini toplum ve idari hayatta egemen kılmak isteyen siyasal İslamcı kesim ile, piyasanın ve ekonominin bağımsız olması dışında toplumun dönüşümünü önemsemeyen ve bu nedenle Cumhuriyetin kuruluş dönemi devrimlerini benimsememiş neoliberal kesimin Mustafa Kemal’in modernleşme çabası ile hep problemleri oldu. Bu noktada bienal küratörünün durduğu noktanın çokta olumsuz olmadığını tekrar etmek isterim.

Ancak ikinci kısıma geçtiğimizde, devletimizin yarı resmi doktrini olan Kemalizm’le Çinli küratör arasına kara kedi giriyor. Çünkü küratörümüz, Kemalizm modelinin bazı çözülemez çelişkiler ve ikilemlerle dolu ‘tepeden inme bir dayatma’ olduğunu öne sürüyor. Yani bir önceki adımda gerekli olduğunu öne sürdüğü uygulamalar için yöntem sorunu olduğunu savunuyor. Bu iddiasını, reformların yarı askeri bir şekilde dayatılmasını demokrasi ilkesine aykırı bularak derinleştiriyor.

Bu noktada yorum yaparken elbet sizin duruş noktanız önemlidir. Ben kendi duruş noktamdan hareket edecek olursam, tespitin doğru olması, yorumun doğru olmasını getirmediğini söylemek durumunda kalırım. Örneğin Cumhuriyet Devrimleri tepeden inmeci devrimlerdir, çünkü arkasından gelen bir kitle hareketi ya da sınıf hareketi ile şekillenmemiş, kurtuluş mücadelesi örgütleyen önder bir kadronun bilinç seviyesi üzerinden hareket edilmiştir. Bu noktada toplumdan gelmeyen taleplerin, topluma benimsetilmesi genellikle gönüllü bir ilişki üzerinden yürümez.

Ancak dünya üzerindeki birçok devrimde de, devrim sürecini besleyen geniş toplum kesimleri ortaya çıksa da, başlangıç dönemlerinde gönüllü başlayan ilişkiler, değişime ayak uyduramayan toplumun geniş kesiminin direnmeye başlamasına sahne olur. Ve devrimler bir dönem sonra dayatmaya dönüşür. “Halk için halka rağmen” ifadesinin doğuş kaynağı da devrim süreçlerinin devamında ortaya çıkan jakoben anlayışlardır. Batı toplumlarının birçoğunda da bu anlayış zaman zaman oluşmuştur.

Ayrıca devrimler aşagıdan yukarı örgütlenir, ancak devrimci kadronun siyasi bilinçleri doğrultusunda toplumda yukarıdan aşağıya bir dönüşüm gerçekleştirilmeye çalışılır. Bu anlamıyla devrim süreçleri, devirme süreçleri olmasa da, dönüştürme süreçleri dönem dönem tepeden inmeci bir şekil alırlar.

Bu süreç elbette bir eleştiri kaynağı olabilir ve tarih sahnesinin ilerleyen dönemlerinde farklı bakış açılarının oluşması muhtemeldir. Cumhuriyetin kuruluş dönemleri için bu tür bir eleştiri yapılabilirse de, gerekliliklerin veya gerekçelerin bazen hataya baskın çıkacağını bilmek gerekir. Öyle ki, Cumhuriyet devrimlerinin tepeden inmeci olması, onların gerekliliğini ortadan kaldırmaz veya sürecin başka olasılıklara imkân tanımaması yöntemden kaynaklı hatanın düzeyini düşürebilir.

Ancak bu noktada dikkat edilmesi gereken şey, Kemalizm’le ifade edilen sürecin yalnızca Mustafa Kemal’in yaşadığı dönem olarak ele alınamayacağıdır. 1940’dan günümüze gelişen süreç için, reformların yarı askeri bir düzenle dayatılmış olduğunu görüyoruz. Devrim süreçleri dediğimiz süreçler, kısmi bir devamlılık arz etse de, görevlerini yerine getirdikten sonra (toplumun tıkanan düzenini bir sıçrama ile çözüme kavuşturduktan sonra) toplumu normal yaşam koşullarına bırakırlar. Ancak ülkemizde son elli yılda 3 büyük ve sayısız küçük askeri darbe olması, reformların yarı askeri bir düzenle dayatılması ifadesini ne yazık ki doğru kılıyor.

Son bölümde ise sayın küratörün Kemalizmin modernleşme çabasına karşı gelişen akımı değerlendirdiğini görüyoruz. Buradaki anlamı da, “Popülist siyasi ve dini güçler, taleplerini toplumun tabanında yeniden oluşturmayı ve yönlendirmeyi ve bu talepleri kendi çıkarları yönüne çevirmeyi başardılar” ifadesinde bulabiliyoruz. Son yıllarda yükselen siyasal islamı ve onun güçlenen iktidar yapısını, popülist siyaset ve din güçleri olarak tanımlayıp, toplumun taleplerini kendi çıkarları yönünde işlemeyi başardıkları dile getiriliyor. Öncelikle arkadan gelen akımı, modernizmi bir üst aşamaya taşıyan ya da Kemalizm’den daha demokratik ve toplumu ileri taşıyacak bir anlayış olarak tanımlamadığı gibi, popülist olduğu için, içerik taşıyan bir proje olarak görmediği de cümle içerisinden rahatlıkla çıkarılabiliyor.

Tüm bunları üst üste koyduğumuzda sevgili küratörümüzün söyledikleri üzerinden bir tartışma yapmak, bilgi ve yorum hatası olduğunu iddia etmek mümkün olabilir. Eğer kabaca dünyayı, Mustafa Kemal’in Cumhuriyet ve Modernleşme projesinin tarafları ve karşıtları olarak ikiye ayıracak olursak, metninde "Batılı olmayan ilk modern cumhuriyetlerden ve gelişen dünyanın kilit oyuncularından biri olarak Türkiye’nin tarihi ve son dönem konumu bu yöndeki en radikal, çarpıcı ve etki uyandıran vakalardan birini oluşturuyor" ifadesinin sahibi olan Bienal Küratörü Hou Hanru’nun en azından teorik olarak Cumhuriyet Modernleşmesine taraf olduğu anlaşılır. Ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ulaştığı demokrasi seviyesinin ve düşüncenin özgürce ifade edilebildiği bir sisteme erişildiğinin kanıtı, bienal küratörü ile söylemlerini bilimsel düzeyde tartışabilmektir. Kendi ezberlerinden en ufak bir sapmayı kompleksli bakış açısı ile değerlendirmek ve cadı avı başlatmak değil.
 
Toplam blog
: 453
: 1826
Kayıt tarihi
: 14.11.06
 
 

36 güneş yılı. 27 yıl G.antep, 9 yıl İstanbul. İstanbul, 90’lı yıllarda yaşandı, bitti.  Hep şe..