Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Haziran '15

 
Kategori
Anılar
 

Bir Payton Arabacısı’nın hazin ölümü

Yaşar Akçal     03.06.2015

Lise son sınıfa devam ettiğim yıllardı. Oturduğumuz semtten takriben ikiyüzelli bilemediniz dörtyüz metre ötede, eşi ve dört kız çocuğuyla birlikte virane bir evde otururlardı. Bu ev ve payton arabası, ona babasından miras kalmıştı. Oturdukları evin çok yıkık dökük olması onlar için birşey ifade etmezdi. Onların bu evdeki mutlulukları, mahalle halkını da inanın çok sevindirir ve mutlu ederdi. Yalnız, bir de oğulları olsa (!) aile daha da mutlu olacaktı ama... Bahsedeceğim bu ailenin reisinden önce, size biraz bilgi vereyim isterseniz!..

Hem, siz de kendisini yakından tanımış olursunuz!.. Sizler de pekala bilirsiniz ki, köylerde kasabalarda veya şehirlerde çoğu kimseler, lakapları ile tanınır veya öyle bilinirlerdi. Bu herkes için farklı farklı isimlerden olup ve hep o lakaplarıyla çağırılırlardı, çoğu zaman. İşte bu kişinin lakabıda, İbramlar’ın paytoncu Hasan’ı olarak bilinir ve öyle söylenirdi. Hasan bizden dokuz veya on yaş daha büyük ayni zamanda babasının ısrarı üzerine erken evlenmiş bir kimse idi. Halen oturduğu bu semtte, önceleri ailesi ile beraber çok mütevazı bir yaşam sürüyorlardı. Ta ki, uyuşturucu batağına saplanana kadar! Evinin çok yıkık dökük olması, Hasan’ı hiç üzmezdi. Bu sade yaşamlarını, en büyüğü oniki, en küçüğü de üç yaşlarında, diğerleri de birbirinden üç veya dört yaş farkı olan dört kızı ile birlikte sürdürüyordu yıllardır! Mahalleden birine, araba mı lazım, başka paytoncu aranmazdı. Hasan’a bir haber gönderdiniz mi, arabanız hemen kapınızda hazır demekti!

İbramların Hasan’ın paytonu diğer arkadaşlarınkine nazaran biraz eskiydi ama, çift körüklü ve dört tekerlekli idi. Hasan paytonu güzel görünsün diye arabasındaki sarı metal bölümleri çok sık parlatır, körüklerini yağla siler, sürücünün oturduğu yerin sağında ve solunda bulunan, fenerlerinin gazını da sık sık kontrol ederdi. Ayrıca, fener camlarında en ufak bir leke bile göremezdiniz. Bu durum Hasan’ı ve müşterileri çok memnun ederdi. Mahalleli de fenerler yakıldığı zamanlarda, Hasan’ın paytonu işte geliyor veya geçiyor derlerdi!.. Çoğu zaman beş kişi veya altındaki aileler seyahat edecekleri zaman, dört tekerlekli bu tip paytonları tercih ederlerdi. O zaman tek atlı ve iki tekerlekli paytonlar da vardı. Anadolu da şehir içi semtler arası ulaşım, genellikle bu paytonlar ile yapılırdı. Taksi oldukça azdı ve payton ile ulaşım, biraz daha ucuz idi. Bu bakımdan pek çok aile, şehiriçi ulaşımlarını paytonlar ile yaparlardı. İbramların paytoncu Hasan’ı bu hizmeti biri kır, bir diğeri de doru renkte olan bir çift koşum atı ile yerine getirirdi.

Hasan ailenin geçimini de yıllardır bu paytonuyla taşıdığı insanlardan kazandığı paralarla sürdürürdü. Çok soğuk geçen kış mevsiminin bazı günlerinde, sefere çıkmaz, evde kızlarıyla haşır neşir olurdu hep. Böyle günlerde sefere çıktığında ise, pek müşteri de bulamazdı! Halkın ekserisi, dost ve akraba ziyaretlerini, havanın iyi olduğu günlerde yaparlardı. Bu nedenle boş durumda uzun süreli beklemeler, Hasan’ı pek sevindirmez, kendisini ve atlarını korumak maksadıyla, evine dönmek zorunda kalırdı. Onun için Hasan, kış mevsimi gelsin pek istemezdi, çünkü birçok sorunları, hep bu mevsimde yaşardı.. İbramların Hasan yirmidokuz, bilemediniz otuz yaşlarında, bir altmış metre boyu olan, ellisekiz-altmış kilo civarında, zayıf mı zayıf, esmer tenli, sekizköşe kasketini, yaz kış devamlı başında taşıyan bir kimseydi. Babasının ise çok eskiden Suriye’den geldiği söylenirdi... Daha çok sarma tütünden sigara yapar, daima öyle içerdi. Tabakası da babadan yadigar olan, gümüş bir tabaka idi ve çok da antika bir şeydi. Ben Hasan’ın gümüş tabakasını, paytonun da tütün sararken görmüştüm.

Eşi Hüsna hanım ise Hasan’ın paytonculuktan kazandığı para yetmeyince, kılı kırk yararcasına, çocuklarını el bebek gül bebek yetiştirebilmek için, büyük fedakarlıklara katlanırdı. Bazen, sabahlara kadar örgü işi yaptığını bile söylerlerdi. Hatta, arta kalan zamanlarda ise çağıran olursa, evlere temizliğe dahi gittiği de olurmuş! İşte böyle çok çalışkan bir hanımefendi imiş, Hüsna hanım. Çok defa da hallerine şükreder, üzüntüsünü kimseciklere söylemezmiş. Komşuları da bu kadar enerjiyi nasıl buluyor, bu kadın diye de merak eder dururlarmış. Ben bütün bunları hep annemden duymuştum!..

Birgün annem nasıl olduysa bilinmez, aniden hastalanıp sancıları artınca, kendisini acilen hastaneye yetiştirmemiz gerekti. Paytona da hemen ihtiyacımız olduğundan, evlerinin önüne baktım, Hasan’ın paytonu orada görünmüyordu? Hasan’ı nasıl bulurum acaba, dedim. Doğruca yine evimizden üçyüz-dörtyüz metre mesafede olan, asırlık uluçınar altındaki paytonların, park yerine gittim koşarak. Arabası orada ama, fakat kendisi yoktu ve ortalıkta da görünmüyordu. Hasan’ı nerede bulabilirim? Diye  arkadaşlarından herhangi birine sordum?                     

- Ortalıkta görünmediğine göre mutlaka zulada’ dır, dedi!..

- O da ne demek, ağabey dedim? Kendisine sorarsan daha iyi edersin birader dedi!.. Arkadaşlarından bir tanesi. Bana daha fazla bir şey de sorma, payton lazımsa ben hazırım diyerek, yerini bile bana net olarak söylemekten kaçındı.

Bir kaç arkadaşına daha sorarak, Hasan’ın nerede olduğunu öğrendim. Ama geç kaldık düşüncesiyle az daha Hasan’a yumruk bile atacaktım. O zamanlar ben de güçlü kuvvetliydim. Aynı zamanda amatör olarak bir yıldır boks idmanlarına katılıyordum. Halk tabiri, bende gençliğimin en deli fişek olduğu zamanlarını yaşıyordum şüphesiz! Ama boksörlükte vatandaşa yumruk atmak kesinlikle yoktu. Dayak yiyeceksin ama, yumruğunu bu maksat için kesinlikle kullanmayacaksınız demişlerdi. Bu bir meslek onuruydu!  Paytoncu Hasan kimin oğlusun diye, babamı sordu? Söylediğimde de, haa tanıyorum o amcayı dedi. Peki öyleyse hemen hareket edelim, dedim... O da haydi diyerek, paytonuna çıktı. Atlarının yem torbasını da alıp, yanına koydu. Bana da istersen sen de yanımda gidebilirsin dedi!..

Bende olmaz, sen acele et, beni eve hemen yetiştir, annemin durumu biraz krıtik dedim. Bana da şöyle ters ters baktıktan sonra, atlara da bir iki kamçı atmasıyle birlikte payton birden hızlandı. Öyle hızlı gidiyorduk ki otomobil bile, bize zor yetişirdi. Az daha neredeyse paytonu devirecektik veya devrilmezsede bir kaza yapabilirdik. Kafa hoş olunca böyle durumlar kaçınılmazdı.

Neyse salimen eve gelip, annemi aldık. Doğruca hastaneye!.. Bizi ulaştırana kadar, paytonun içinde sancıdan kıvranan, annem bile korktu. Bu ne sür’at böyle oğlum! dedi. Delicesine bir sürüştü Hasan’ın yaptığı! Babam hastane kapısında bizi bekliyormuş zaten. Annemi önce acile, oradanda kat’i teşhis koyabilmek içinde Dahiliye bölümüne gönderdiler. Tahliller ve araştırmalar için, biraz kalması gerekir, dediler. Doktorların mütalaası neticesinde annemi bir kaç günlüğüne hastaneye yatırdılar.

Babam, annemi hastane kapısından alıp muayeneye götürürken, paytoncu Hasan’a da sıkı sıkıya tembih etti. Bizden haber alıncaya kadar bir yere ayrılma ve bizi burada bekle! dedi. Fakat aldığımız cevabın garipliği karşısında, ben müdahale etmek istedim. Babam, dur diyerek mani oldu. Ben burada iken, ona cevap vermek sana düşmez ve yakışmaz dedi. Ama ben sinirimden tit tir titriyordum ve az daha patlayacaktım. Babam benim durumumu fark edince;

-Oğlum, haydi sen hemen, doğru annenin yanına git onu yalnız bırakma. Ben gerekeni yaparım, sen hiç merak etme dedi. Annemi iki gün kadar kontrol için hastaneye de yatırmaları sonrası evimize salimen döndük. O gün babam, Paytoncu Hasan’a, bekleme ücreti de dahil bir hayli para vermiş, garibanın çocukları da var, bol bol harcasın diye!..

Babam hastane dönüşü bana;

- Neydi bu paytoncu Hasan’ın o günkü hali oğlum? dedi. Ben de Hasan’ı aramak için paytoncular durağına gittiğimde, Hasan ve arkadaşlarının zulada olduğunu söylediklerini ve bu duruma çok şaşırdığımı anlattım, kendisine.

Hasan hakkında yanlış bir yargıya varmamak için de, zula’nın ne demek olduğunu öğrenmek istedim. Amacım kimseyi suçlamak veya zan altında bırakmak değildi. Bilakis bu batağa saplanan veya saplanmak üzere olan uzak veya yakın kişilere de yardımcı olmaktı. Şimdi ise Hasan’a çok kızmama hatta neredeyse kendini yumruklayacak bir hale gelmeme rağmen, onu bu işten nasıl kurtarabileceğimi düşünmeye başladım. İnsanlarımızdaki hamiyet duygusu, başka hiç bir ülke insanında yoktur, diye düşünüyordum hep! Bu şekilde yaşanmış bir çok olayları zaman zaman gazete sayfalarında da insanlar zaten görebiliyor du!

Ben, bir yandan nefreti, diğer yandan da şefkati, öğreniyordum. Bir kaç gün, sabahlara kadar  düşündüm. Paytoncu Hasan’ı bu işten nasıl kurtarabiliriz, diye? Bunlar, doğu bölgelerimizden gelen ve devletçe açıktan satışı yasak olan veya el altından satılabilen kıyılmış tütün, kullanırlarmış. Uyuşturucuyu da elleri ile sardıkları, bu sigaraların içine yerleştirip, o şekilde içerlermiş.

Onların çoğu uyuşturucuya bu şekilde müptela olmuşlar. Kendi aralarında parolaları da varmış. Zulaya başlarken, etrafa erkete denen gözcüler koyarlarmış. Zaten kendileride, narkotik elemanları tarafından sıkı bir takip altında imişler, v.b. gibi... Devletin üzerinde durduğu, önemli hususlar, ise;

-Uyuşturucu; asırlık uluçınar payton durağına, nasıl ve hangi yollardan geliyor? veya bu işi kimler organize ediyor veya kimleri kurye olarak kullanıyor? Ayrıca bu işleri finanse edenler, kimler?

Bütün öğrendiklerimi babama en ufak detayına varana kadar, bir bir anlattım. Babam da çok üzüldü. Uzun süre bu iş böyle devam etmemeli, bunun önüne geçilmeli ve buna mani olunmalı, Hasan’ı da bu kötü alışkanlıktan mutlaka kurtarmalıyız oğlum, dedi. Çünkü bunun geride bebeleri de var. Ben, bunun bir insanlık görevi olduğunu da düşünüyorum, dedi. Ben de, sizin görüşünüze aynen katılıyorum babacığım diye, söyledim.

Biz bu karmaşık duygu ve düşünceler içerisinde kafa yorarken, paytoncu Hasan’ı bu işten nasıl uzaklaştırabiliriz diye, plânlar yaparak, çareler arıyorken, kimsenin haberi olsun, istemedik...

Bunun içinde, değişik alternatifler bulmaya çalışıyorduk! Birde duyduk ki, narkotik elemanları o gün öğleye yakın, saat onbir civarında, durağa baskın yapmışlar. Altı paytoncunun hepsini de suç delilleri ile birlikte, gözetim altına almışlar! İfadelerinin alınmasından sonra da, Savcı bey mahkemeye sevk etmiş. Hakim de, tutuklanmalarına karar verip ceza evine göndermiş.

Şimdi Hasan’ın payton arabası ve diğer paytonlar da devletin uygun bulduğu bir yerde muhafaza ediliyormuş. Bu işteki uzmanlar tarafından da, içi de dışı da, en ufak bir yer kalmayıncaya kadar narkotik’in köpekleri marifetiyle aranacaklarmış. Peki ama atlara kim sahip çıkacakmış acaba? Onu da, kendi ahırında barınmaları için ailelerine teslim edeceklermiş!.. Bu güne kadar da bu işler, hep böyle bir plân dahilinde yapılıyormuş.

Paytoncu Hasan’ın üç beş yıl önce, uyuşturucuya başlaması,arkadaşlarına duyduğu özentiden kaynaklanmış. Biraz da bu işe arkadaşlarının, bir şeycik olmaz sözleri sebep olmuş! Aslında, arkadaş grubuna bağlılık ve yönelmenin, fazla olduğu kişilerde de, yine uyuşturucu madde kullanımına daha sıkça rastlanırmış... Bilim adamlarının görüşleride bu şekilde idi!..

-Hakim bey, yakalanan altı arabacı hakkında, bir karar verebilmek için derin bir sorgulamaya tabi tutmuş. Buna nasıl başladıklarını, uyuşturucuyu nasıl temin ettiklerini, ve ne kadar para ödediklerini, v.b. gibi daha birçok soruların hemen hemen hepsini, tek tek çağırmak suretiyle bir gizlilik içerisinde sorgulamış. Onların sorgulama esnasında ne cevap vereceklerini de merak ettiğinden, veya savunmaya ilave edeceği bir durum var ise, onlarıda öğrenip öyle karar verirmiş hep... Bu nedenle haydi biraz da siz anlatın bakalım! diyerek bunların hepsini yine, bir kez daha dinlemeye almış!

Bizim paytoncu Hasan ise;

-İşlerindeki kazancının az ve sıkıntılı olduğunu, dört kız evladının bulunduğunu, onlara bakacak yeteri kadar para kazanamadığını, onların isteklerine cevap veremediğini, sıralamış. Birde bir oğlumun olmamasına çok üzülüyordum. İşte buna o en zayıf anımda, yakalandım bu kahrolacası uyuşturucu belasına!.. Yani benim en zayıf anımdı bu, diyerek çok çok ağlamış ama, yine benim, en büyük kusurlarımdan biriydi demeyi de ihmal etmemiş. Bu pis meredi, işte böyle kullanmaya başladım diyerek, sıkıntılarını dile getirmiş. Şimdi ise de, sağolsunlar konum komşunun yardımları vasıtasıyle ayakta durabiliyoruz demiş

Daha bir çok ipe sapa gelmez konulardan, bahsetmiş ise de Hakim bey’i bu ifadeler pek tatmin etmeyince;

-İyi ama demiş, Hakim bey de;

-Bu anlattıklarınızı bir an için herkesin başına geldiğini varsayalım! Durumu böyle olan herkes de, uyuşturucuya mı yönelsin? Sonra nasıl olur, bu işin sonu demiş? Daha sonrada devam ederek, bu husustaki nihai ifadelerini bir kez daha belirleyebilmek için de;

-Sen ne diyorsun, bu görüşe diye, sormuş?

-Hasan da bu öneriye ağzını açıp da tek bir cevap bile verememiş. Ne bir pişmanlık göstermiş ne de affedilmesini talep etmiş. Özür bile dileyememiş. Demek ki bazan insanların nutku da tutulabiliyormuş.

- Hakimbey de nihai kararını açıklamak için duruşmayı bir ay sonrasına, ertelemiş!..

Biz bu haberi öğrendikten sonra, mahallemizin sevilen sayılan büyüklerinin, başta Mahalle Muhtarı’mız olmak üzere, Paytoncu Hasan’a yardımcı olabilmeleri için harekete geçirdik. Amacımız, Hasan’dan ziyade, geride bıraktığı dört tane küçücük kız çocukları ile yavruları için çırpınan bir anne olan eşi, içindi. Ayrıca, ekmek teknesi olan arabasının atlarını, düşünüyorduk. Bu hayvanlar nasıl bakılacak ve onlarla kim ilgilenecektir acaba? diye.

Sonra, Mahkemeden uzun yıllara kapsayan bir ceza kararı çıkarsa, sonucu ne olacaktı? Haydi mahalleli bu aileyi bir ay daha, kimseye el açtırmadan yardım etti diyelim, ya sonrası? İşte bütün bunları hep bir bir düşünmüştük. Mahalle büyükleri arasında bulunan bir emekli eski vali ağabeyimiz, yine bir emekli belediye başkan yardımcılarından bir ağabeyimiz ile mahallemizden yetişen bir avukat ağabeyimiz ve Muhtarımız da dahil olmak üzere dört kişilik bir grup, bir ay sonraki mahkemedeki Hasan’ın duruşmasına müdahil olarak katılacaklardı. Hakim bey’e de o ailenin, içinde bulunduğu durumu arzedeceklerdi. Bana gelince, oldum bittim, mahkemeleri hiç sevmem! Yine de varlıklarını her zaman savunurum... Siz şu işe bakınız ki, kader de paytoncu Hasan için mahkemelerle tanışmak ta varmış. Evet biz bütün fedakarlıklarada hazırdık ve de vardık. Yeterki Hasan’ın aile düzeni bozulmasın, aile yuvası dağılmasın! Hep bunu düşünüyorduk. Büyüklerimizden aldığımız terbiyede, bizim böyle hareket etmemizi gerektiriyordu.

Bu iş için en küçüğünden tutunda, en büyüğüne varana kadar, kim varsa yani bütün herkes yardım için seferber olmuşlardı. Yardımlar peşpeşe aralıksız devam ediyordu. Ailede de bir sıkıntı yoktu. Ama, duruşma gününe de az bir zaman kalmıştı. Komşuların hepside, Hakim bey’in bu konuda duruşma günü vereceği karararı bekliyorlardı. Acaba diyorlardı? Ya Hakim bey bizim dört kişilik iyi niyet heyetini, müdahil olarak kabul etmez ise, ne olacaktı? Eğer Hasan bu suçtan dolayı, uzun süreli bir hapis cezası alırsa, ki alabilir de! O zaman durum ne olacaktı? Bütün bunlar, kafamızı kurcalıyan hukuki konulardı hep! Olayımız, 1961 yılı Mayıs ayının son günlerin de, geçiyordu! Duruşma günü gelip çatmıştı. Bütün mahalleli duruşma salonundaydı ve en ufak bir çıt, bile çıkmıyordu. Çok büyük gizlilik arzetmeyen durumlar da, Mahkemeler herkese serbest idi.

Hakim bey de, olayın çok kısa bir özetine değindikten ve görüşlerini sıraladıktan sonra sordu?

-Paytoncu Hasan hakkında, aranızda söz almak isteyen şahitler var mı? dedi. Mahallemiz büyüklerin den dört kişi birden, ayağa kalkarak davada şahitlik yapmak istediklerini, söylediler. Hakim bey’de kimlik tespiti ve diğer arkadaşları ile görüşmeleri sonrası, bu teklifi kabul ettiklerini duyurdu. Avukat ağabeyimizin de durumu yakından takip etmesi sonucunda da gördük ki bütün iş, Hakim bey’in bu konuda, acaba bir iyi niyet gösterisi yapıp, yapmayacağı aşamasında idi. Yaparsa, Hasan kurtulabilirmiş. Hukuk da takdir hakkı, Hakim bey’in elinde olduğundan, bütün mahalleli de bu takdir hakkının nasıl kullanılacağını sabırsızlıkla ve heyacanla hatta, ümitle bekliyorlardı! Şahitlerin de Hasan hakkında ki olumlu görüşleri sonrasında, Hakim bey, de;CMK’nin ilgili maddesine göre;

İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiriyle ölçülü olması halinde, tutukla ma kararı verilemez, diyerek Hasan’ın siciline de işlenmek kaydı ile tutuklanmamasına ve beraatine, karar verdi. Yani, af yetkisi kullanılırken, suçlunun, toplum ve devletin yararlarını gözeterek, bu kararı verdiğini açıkladı !..

Bu karardan sonra, duruşma salonu da adeta bir karnavala dönüşmüştü! Keza,  Mübaşir’in müdahalesine dahi imkan bırakmayan mahalleli de, salon ciddiyetini tekrar muhafaza edip, buranın sessizliğini de sağlamışlardı. Ailesinin, çocuklarının, mahallelinin sevinçlerini, komşuları olarak bir görmenizi çok isterdim! İnanın çok duygusaldı ve her şeye değerdi! Bu arada emekleri geçen mahallenin dört büyüğüne de, herkes teşekkür ediyordu. Evet paytoncu Hasan evine dönmesine dönmüştü ama, ceza evindeki bir aylık mahkumiyeti sırasında biraz daha zayıflamış ve saçları da biraz daha be yazlaşmış olarak, dönmüştü! Eee kolay değildi bu işler, ne de olsa adı üstünde Cezaevi’ydi.

Komşularımız, varsın olsun diyorlardı! Bebelerine kavuşsun da, gerisi kolaydı artık diye düşünüyorlardı, açıkçası!.. Bizler de insan dediğinde, noksan da olur, diyerek, ona moral veriyorduk. Hasan, akşamları servis dönüşü evine döndüğünde, atlarını sevip okşar, onlara çocuklarına gösterdiği şefkati gösterir, daima kulaklarına birşeyler söylerdi. Bu kez, nedendir bilinmez, hiçte öyle olmadı!.. Atlarını dahi sormadı ve yanlarına da gitmedi. Eşine de Hüsna hanım, üzerimde yoğun bir sıkıntı var dedi. Bir rahatlatıcı ilaç istedi, gaz giderici bir ilaç verdiler. Çocuklarını da doya doya öptü ve sarılıp okşadıktan sonra, sessizce kendi odasına çekildi...

Sabahleyin kalktıklarında ise sevinçleri kursaklarında kalmıştı! Ne hazindir ki, paytoncu Hasan, eşiyle dahi helalleşemeden, terk-i diyar etmiş ve maalesef Hasan ölmüştü, evet Paytoncu Hasan ölmüştü!..

Karısına da yatmadan önce, şöyle söylediği rivayet ediliyordu;

Hüsna hanım, bu araba, bize daha fazla hizmet edemiyecek galiba? Babamdan yadigâr olmasa, bu gün terkedeceğim ama, bir yerde de ekmek teknemiz!.. Hele birde Almanya’ya gidebilseydim çok daha iyi olacaktı. Bir aylık Cezaevi koşulları beni çok yordu, bunun altından nasıl kalkacağımı bir türlü bilemiyor ve çok çok üzülüyorum, diye de üzüntüsünü dile getirmişti.

Eşine söylediği bu sözler de, son sözleri olmuştu. Bu sözleri, eşinden işiten komşuları olarak bizleri de, çok çok yaralamış ve içimizi sızlatmıştı! Mahalleli paytoncu Hasan için, bu tahliye çok da iyi oldu diye sevinip, kendi aralarında bir sevinç yumağı oluştururken, ama durumun böyle olacağını nereden bilebilirdi ki? Bazan sevinçler uzun sürmez, onu doya doya yaşamalı! diyenler de bir kez daha, haklı çıkmıştı. Bu söz, anlayan herkes için, aslında ne kadar da doğru söylenmiş ve ibret alınacak, bir sözdü.

Ama, kaderi bunu doğrulamamış ve Hasan’a da bu sevinci, doya doya yaşatmak yerine sessizce ölümünü, reva görmüştü!.. Mahalleli olarak çok üzülmüştük çok! Ayni günde sevinç ve kederi, bu kez bizler yaşıyorduk! Ne söylesek boştu!.. Hayatın akışı da bu deyil miydi, zaten? Mutluluğunun devamı için epeyce uğraş vermiştik ama, ölümünü durdurmaya gücümüz yetmemişti!..

Biz komşuları olarak, ailesine ve çocuklarına baş sağlığı dilerken, Hasan’ın tahliyesi için şahitlik yapıp emeği geçen mahallemiz büyüklerine de bir kez daha şükran borcumuzu iletmeyi de bir görev sayıyorduk! Rahat uyu sen, “İbramlar’ın paytoncu Hasan’ı” rahat uyu! Bu mahalleli, çocuklarına sonuna kadar sahip çıkacaktır.

 

 

 
Toplam blog
: 13
: 460
Kayıt tarihi
: 19.02.13
 
 

Ankara, Tekniker Yüksek Okulu Makine Bölümü mezunuyum. 1941 doğumlu olup, emekliyim. Günde mutlak..