Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Şubat '09

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Bir Pazar gününün öyküsü

Bir Pazar gününün öyküsü
 

KRAMER KRAMER'E KARŞI...


Cumartesi gecesi ne kadar geç yatsam da, Pazar günü mutlaka erken kalkarım. İlk işim, mutfağa inmek ve pencereyi açmak oluyor. Uludağ eteklerindeki çam ağaçlarını seyretmek hoşuma gidiyor. Evde huzurlu sessizlik hakim oluyor …Dışarıda kuş sesleri. Şehir uyanmamış henüz…sokakta hiçbir hareket yok bir tek ben uyanığım ve bu benim en çok sevdiğim dakikalar. Sonra, sıra günün ilk kahvesine geliyor...Mutfak masasında kahvemi yudumlarken elektronik postamı kontrol ediyorum…

Sonra Pazar kahvaltısını hazırlamaya koyuluyorum…

Pazar kahvaltılarını çok seviyorum…Her gün kahvaltı hazırlasam da, pazar kahvaltısının yeri başka. Aile bir arada, işe ve okula yetişme telaşı yok.

En son, Pazar 15 Şubat 2009 günü da böyle başladı. Kahvaltı masasında eksik olmadığına emin olduktan sonra, eşimi ve çocuklarımı uyandırdım. Gazetelerimiz, pazar gününün olmazsa olmazlarından tabii ki, sipariş etmiş ve sehpanın üzerine yerleştirmiştim.

Kahvaltımız oldukça uzun sürdü. Sohbetler uzayınca… Eşim, son haftalarda özellikle çocuklarla pek görüşememişti…19 Şubat 2009 tarihinde yapılacak Bursa Sanayi ve Ticaret Odası seçimlerinde, meclis üyesi adayı olduğu için, kendisini seçim çalışmalarına kaptırmış ve geç saatlerde eve dönüyordu. Hafta içi okulda ve evde geçen olaylardan söz ettik. Kahvaltının sonunda bir sonraki yemek öğünün menü seçimini, oldukça hararetli bir tartışma sonucunda karara bağladık. Herkesin tercihleri farklı olunca…en iyisi hiç sormamak…

Masayı topladım ve bulaşıkları henüz makineye yerleştirememiştim , salondan büyük oğlumun sesi geldi:

- Anne, senin izlemek istediğin film, yeni başlamış!

Mutfaktan seslendim:

- Hangi film oğlum?

- Kramer Kramer’e karşı

Şubat ayı, Gold Max programında bu filmi görmüştüm ve çok izlemek istediğimi dile getirmiştim. İşlerimi olduğu gibi bıraktım, film arasında toparlarım düşüncesiyle, salondaki yerimi aldım. Eşim büyük keyif ile gazetelerine gömülmüştü… Hiç müdahale etmedim. Tüm dikkatimi filme yönlendirdim. Çok kısa bir süre sonra eşimin gazeteleri, sehpaya bıraktığını gördüm ve içimden gülümsedim.

Harika bir film izledik ailecek…

Bir baba ve oğlunun en başında kurması gereken yakınlığı, bir terk ediliş sebebiyle yıllar sonra kurmasını anlatıyor. Hayatında en beklenmediği anda oğluyla tek başına kalan işkolik baba, gerçek bir baba olmanın hikâyesi.

Bir babanın ve oğlun ilk defa birlikte yaptıkları kahvaltı sahnesini kolay unutamayacağımı biliyorum. Sanırım, ben olmasam bizim mutfakta benzer bir sahne yaşanabilir…

Yumurtalı ekmekler…

En basit şeylerin drama dönüşebildiğimi izledim, içim burkularak.

Zamanla baba ve oğlun arasında ilişki gelişiyor ve ortaya etkileyici, birbirine çok bağlı, bir ikili olarak yeni hayatlarından memnun bir baba ve oğul görüyoruz…


Dondurma sahnesi...

Baba Ted’in, oğlunu Bill’i hastaneye taşıdığı sahne özellikle çok etkileyiciydi. Hayatının, tek anlamının oğlu olduğu anlayan bir baba … bu kadar mı güzel anlatılır diye düşündüm izlerken.

Bir terk edilişten söz ettim biraz önce. Bir yokluk, bir gidiş, yozlaşmış ilişkide bir fasıla belki… bir filmi bu kadar çok doldurabilir…Bir kadının bir annenin özverisi bence…

Bir baba ve oğlu birbirlerinin keşfetmesi için yapılan fedakarlık…

Ben çok etkilendim filmden… Eşimin göz yaşlarını görünce daha da çok etkilendim…Kendimizi sorguladık...

Ebeveynler arasındaki hoşgörü de çok etkileyiciydi… Kimse karşı tarafı kendi istediği kılıfa ve kalıba sokmaya çalışmıyor… Birbirine hakaret etmiyor…bağırmıyor…hesap sormuyor...

İnsanları anlamak, onların duygularını paylaşmak, hoşgörü ile karşılamak bir eğitim süreci mi? Gerçek sevgi nedir? Gerçek sevgi, sevdiğini özgür bırakmak mı ? Sanat, bir toplumun aynası mı ?30 (otuz ) yıl önce çekilen bir film güncelliğini nasıl kaybetmemiş oluyor? Bu kadar başarılı aktörlük nereden öğrenilebiliyor? Ülkemde, son günlerde en çok izlenen film hangisi? İşte bu sorular aklımı kurcaladı…

Pazar gününde bir sonraki yemek öğünümüz…yumurtalı ekmek olduğunu söyleme gerek yok… Filmde, ara olmayınca…yemek hazırlaması da aksadı tabiî ki… Pazar gününün, hiç beklenmedik ikinci kahvaltısı çok keyfliğidi doğrusu…Bir de dondurma olsaydı...

Sonra mı ?

Gazetelerimize gömüldük.

Selahattin Duman’ın ( 15.02.2009 tarihli) yazısı benim için günün ikinci olayı oldu, bayıldım ve gülmekten koptum … Bir yazı bu kadar mı güzel yazılır ..? MB sayfamda yazmaya devam konusunu gözden geçirmediğimi söylersem yalan olur…Konuyu, daha sonra bir daha değerlendireceğimi, kendime söz verdim.

 
Toplam blog
: 144
: 1854
Kayıt tarihi
: 13.03.08
 
 

Doğduğum ve büyüdüğüm şehir Kırcali, Bulgaristan. Yıl 1964. Makina Mühendisiyim. Evli ve iki çocu..