Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Mart '15

 
Kategori
Öykü
 

Bir Pazar Sabahı

Bir Pazar Sabahı
 

Eyvah! Yakalandım yine gördü beni ya, offfff! Acelem de var.

‘’ Aman efendim, kıymetli komşum! Ne güzel oldu sizinle karşılaşmak böyle. Sağlığınıza duacıyım, afiyettesiniz inşallah?’’

 -Sağ olun, iyiyim. Siz?

‘’ Şükür ben de iyiyim. Siyatiğim azdı bu günlerde… Eh! Köhtehora da çok kızamıyorum. Bir o yokluyor beni arada sırada. Bakınız, burada size de tatlı bir sitem içindeyim, efendim.’’

 -Ya! Ne deseniz haklısınız ama inanın fırsat olmuyor.

‘’Ah siz de haklısınız pek tabi!! Gençlerin biz yaşlılarla ne işi olur. Evvela dışarısı dururken neden kapı komşunuza vakit ayırasınız değil mi ama? Özlüyorum sizi, ne yalan söylemeli şimdi, arıyor gözlerim.’’

 Mırıldanır gibi konuşmaya devam etti.

‘’ Sizi bir kez görüp, tanıyıp artık özlememek ne mümkün!’’

 -Efendim, anlamadım?

‘’ Şey diyorum; insan yalnız bir ihtiyar olunca sıkılıyor tabi, mazur görün beni çenem düştü yine.’’

 -Yok olur mu öyle şey?. İnanın rahatsız etmek istemiyorum.

‘’ Rahatsızlık ne demek? Nasıl memnun oluyorum. Bilakis siz sorunca beni………….’’

Allah’ım soluksuz konuşuyor. Sanki dışı yapış yapış bir reçel kavanozuna dokunmuş gibiyim bu adamla konuşurken, ne ağdalı bir his! Ellerimi tatlıya bulaşmış gibi bedenimden yukarıda, kollarım sıyrık bu yüzden tutuyorum galiba.

‘’ Neyse tutmayayım sizi. Hakan Bey oğlum nasıl? Bakın onu sormayı unuttum.’’

 -O da iyi. –İçerde yatıyor horul horul, Pazar sabahı şöyle çıtırından simit çekti canım, gider mi domuzun teki, diyesim var ama blog hanımefendi tanıdı beni bir kez-  Ne olsun malum pazar sabahı, geç kalkıyor, demekle yetiniyorum.

‘’ Aman iyi afiyette olsun da! Çıkıyorsunuz siz de herhalde dikkatli olun, selametle gidin. Sağlık, mutluluklar diliyorum, saygılar sunuyorum. Güzelin ötesi bir sohbetti.’’

 Nerden hatırlıyorum ben bu konuşmaları, nasıl kazınır ki zihnimden?

 -Ben de aynı şeyleri sunuyorum. İyi günler.

Ay böyle mi karşılık verilir, bilmiyorum ki! Ne tuhaf bir kuşak bunlar ya! Hangi galaksiden?

Ayakta durmaktan kan şekerimi düşürdü ihtiyar. Var mı çantamda tatlı bir şeyler? Kahvaltıdan önce de yenmez ki! Şu apartman kapısı da kurşun mübarek, ne zor, az öteleyip açmak. Oh! Biraz hava iyi geldi.

Bunlar hep domuz o kocamın yüzünden. Sabah sabah gerdi beni. Ya saat olmuş 10, kalk artık. Canım şöyle balkona mükellef bir kahvaltı kurmak istedi. Dolap tam takır. Biraz zeytin, krem peynir, bir de çilek reçeli var. Şu karşı komşudan sonra reçellere soğudum yahu! Ben çayı demleyip, hadi balkonu da yıkayıp, masayı hazırlarken sen in aşağı; yumurta, sucuk, simit- ah evet, ille de simit al, imanım gevredi diyet yapmaktan- karşılıklı uzun bir pazar kahvaltısı yapalım karı koca. Gencecik adamsın, uyu uyu nereye kadar?

 - Hadi kalk canım kahvaltı yapalım dedim. Bir de canım-lı bir cümle kurdum miskin herif için.

‘’Uykum var, ikindi de yaparız.’’ demez mi?

Ah benim aptal kafam, süründürecektim bana yalvarırken. Sabahları göremeden geçti ömrüm şu adam yüzünden.

Al işte! Markette de kimse yok. Şehir de uykuda, herkes Hakan gibi.

Nerde şu liste, hmmmm cebime koymuşum.

Alışverişte tamam, bir simit kaldı. Hiç eve gidesim yok. Kuğulu Parka gidip bir banka oturup, çay ısmarlasam kendime, simitte var orada, poşette de kahvaltılıklar, gönlümce bir gün geçirsem. Uyanmaz nasıl olsa akşama kadar, Hakan. Şu ana değin her şeyi normal yaptım da ne oldu?

Kuş sesleri, tertemiz bir gün yaşanmayı bekleyen, göğe uzanan ağaçlar ve işte simitçi. Biraz bana, biraz kuğulara, biraz da şu karşı ki bankta oturan yaşlı dilenci kadına… Çok pasaklı görünüyor. Elindeki çinkosu yer yer dökülmüş kupayla para topluyor herhalde, yazık! Seslensem mi?

-Merhaba!

‘’Hey! Önce sen konuştun, kaybettin.’’

-Ne?

‘’Oyun oynuyorduk. Konuşan kaybedecekti, sen konuştun. Ben kazandım.’’

-Oyundan haberim yoktu ki! Haberdar olmadığım bir oyunda nasıl başarılı olabilirim.

‘’Hayat bir oyun tatlım. Her an hazırlıklı olmalısın. Hile de serbest. Offff! Aptal insanlarla konuşmak hiç hoşuma gitmiyor. Bu yüzden önce dilenci oldum. Kesmedi deli oldum, biliyor musun? Deliler daha akıllı. Hiçbir şeyi izah etmen gerekmiyor. En uçuk şeyleri bile. Hemen anlıyorlar. Ve çok eğlenceliler. Tıpkı çocuklar gibi. Immmm! Sen kaybettin. Boşuna çeneni yorma.’’

Hay Allah! Evden kaçarsam olacağı bu! Kadın masama geliyor davetsiz. Ardında tepsisinde sıcak çaylarla yeni yetme bir garson çocuk. Bir çay bırakıp gidecekken bir tane de yaşlı kadın için istiyorum. Simit uzatıyorum, yaşlı, benekli titrek ellerine. Parçalamaya gücü yetmiyor. Zorla bir lokma koparıp, dişsiz, bir mağara kadar karanlık ve derin sanki dudaksız gibi görünen ağzına atıyor. Dolaştırıyor ağzında sağa sola. Yetmiyor tükürüğü ıslatmaya. İlgilenmiyor benimle artık. Çenesi yorgun düşünce lokmayı yanağında bekletiyor. Masadaki şekerliğe uzanıp altı şeker atıyor çayına. Şıngırdatarak hızlıca karıştırıyor çayı. Gürültüyle bir yudum çekiyor. Islak mağara ağzının kenarlarından biraz yumuşamış simit, susamlar fışkırıyor. Elinin tersiyle siliyor, ağzını. Mendil uzatıyorum; ıslağından, kurusundan… Bir yudum daha hüpleterek çayından çekip, konuşmaya başlıyor. Sıçrayınca ağzından sözcüklerle birlikte yiyip, içtikleri poşetlerimi çekiyorum ondan uzağa…

‘’Bu saatte burada ne işin var. Öğleden sonra damlar sizin gibiler. Hepsi de bu oyunda kaybeder. Hahaaaaaa!’’

‘’Ne bakıyorsun öyle bön bön! Şu kendine doğru çektiğin poşettekiler çok mu değerli? Paketlenmiş bir yığın ıvır zıvır mı benden kaçırdığın. Ahhh! Budala! ‘’

-Kaçırmak değil, sadece masanın üstünden kaldırmak istedim. Biraz yalnız kalmak istiyorum artık. Çayınızda bitti. Şu simitleri de alın. Ve biraz bozuk para… İşte!

‘’ Sen kaybettin. Bu demektir ki; ben canım isteyince gideceğim. Merak etme çok oturacak değilim. Sıkılıyorum zaten sıradan insanlarla. Yüzüğünden anladığım kadarıyla evlisin. Ne işin var bu saatte kocan merak etmez mi seni? Ah siz küçük burjuvalar, eldekiyle yetinmeyi bilmezsiniz. Macera ararsınız. Efendi kocalarınızdan ya da kadınlarınızdan uzaklaşıp züppelere ya da basit kadınlara yakalanınca önce bir halt zannedersiniz onları, sonra bakarsınız ki; iş işten geçmiş. Çok insan tanıdım. Dilenci doğmadım ben. Bir Yeşilçam kalıntısıyım. Senarist, oyuncu. Güzel, vamp bir kadın! Dünyanın çarkında ezilmiş bir zavallı. Elindeki ile yetinmeyen bir açgözlü. Çevremde hep bohem adamlar, kadınlar.  Yazanlar, çizenler, rejisörler, jönler… Sarkmış gıdığını fularla kapatan yaşlı utanmaz adamlarla ziyan oldu tüm gençliğim. Görünmez bir hırs bürümüştü gözlerimi. Bir rol kapabilmek için etimden vazgeçmiştim. Oysa evliydim bir zamanlar. Onurlu bir kocam vardı. Bir oğlum. Ama benim zehirli bir güzelliğim vardı ki, ele avuca sığmayan. Bir gün her şeyi bırakıp kaçtım. O ışıklı dünya için… Yıllar sonra bir suare de oğlumla karşılaştım. Tanıdım onu. Dokunamadım, öpemedim. Tercihimi ondan yana kullanmamıştım çünkü. Anneye muhtaç bir çocuğu terk edip, kart zamparaları mutlu etmiştim yıllarca. Kendimden geçtim o gün. Şuurum, aklım, güzelliğim, şöhretim o gün bitti hepsi. İnançsız biriyken, Tanrının ellerine bıraktım kendimi, iyileştiren, onaran ellerine… ‘’

Elindeki çinko kupayı salladı. Paralar şıngırdadı içinde.

‘’ Bu kadar mı bozukluğun var. Hiç cömert değilsin ha! O poşeti burada bırakıp eve git. İçindekiler beni birkaç gün idare ederken, seni de beladan korur. Kocanın kıymetini bil. Dışarda bir sürü aç kadın var bunu bilesin. Senin kuzu kocanı kapacak bir kurt sürüsü… Hımmmm, duymuyor musun? Sana söylüyorum. Ne bakıyorsun bön bön yine. ‘’

-Peki, al poşet senin olsun. Tavsiyelerin için sağ ol. Adın neydi? Seni hiç hatırlamıyorum.

‘’Gençsin de ondan. Hatırlamıyorum adımı. Rejisörlerin uydurduğu bir takma adım vardı. Poşet ağırmış. Şu yolu geçene kadar bana yardım ette bari tam iyilik yapmış ol.’’

-İyi, tamam taşırım.

Yaşlı kadın önde ben arkada yolu geçinceye kadar yürüdük. Aniden arkasını dönüp elimdeki poşetleri aldı.

‘’Tanrı seni korusun çocuğum. Bundan sonrasını ben hallederim. Biliyor musun? Başrol de oynadığım tek film oldu. Onda da yaşlı, düşkün bir dilenci kadını canlandırmıştım. O yıllarda çok içerlemiştim bu duruma. Ama sonra çok işime yaradı. Yıllardır aynı rolü oynayıp duruyorum. Karnımı doyuruyor. Hoşça kal tatlım.’’

Allah kahretsin! Birkaç poşet için bu pasaklı kadınla dalaşmaya değmez. Ben şimdi gösteririm Hakan, hepsi senin yüzünden. Nerde şu lanet telefon!

-Alo! Hala uyuyor musun? Çabuk gelip beni al. Ne mi oldu? Budala bir kadın Oscarlık bir oyun sergiledi. Kuğulu Park’ tayım, beni bir daha yalnız bir yere bırakma! Tamam bekliyorum.

 

 
Toplam blog
: 110
: 1076
Kayıt tarihi
: 26.05.14
 
 

Dünyanın kirletemediği bir lotus... ..