Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Kasım '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Bir pirinç tanesi ve açılmış bir avuç...

Bir pirinç tanesi ve açılmış bir avuç...
 

Bir adam...
Birden masamın önünde nerden çıktığını anlayamadığım bir adam peyda oluyor. "Merhaba" deyince irkiliyorum. Ona "merhaba" derken bir yandan da neye bu kadar dalmış olduğumu hatırlamaya çalışıyorum. Bir köşe yazısı mı, bir e-posta mı? Neye? Bir ekrana bakıp da başka bir boyutta kaybolan benim gibi biri var mı? Gelip çantamı hatta ayağımdan ayakkabımı çalsalar haberim olmayacak. Neymiş birşey okuyormuşum da dalmışım. Odada da bir konu konuştuklarında ben hep konu bitiminde "ne olmuuuuş?" diyen kişi rolünde oluyorum. Eh kimse tartışmayı bana baştan anlatacak kadar sabırlı değil tabi. Kısa bir özet geçiyorlar. Yetiyor mu yetmiyor. Omuz silkiyorum.

Her neyse. Adam, şu masamın önünde birden bire belirmiş olan, bir dilekçe uzatıyor. Konu benimle ilgili değil. Ona açıklamaya çalışıyorum ama bir yandan da bıyığındaki o masum pirinç tanesinden gözümü alamıyorum. Nasıl söylemeli bunu ona? İncinirse, utanırsa ya da utancını gizlemek için bana kızarsa. Ona peçete uzatsam anlar mı? Ya da önümdeki kağıtlarla ilgileniyormuş gibi yaparak ve önemsiz bir ayrıntıymış gibi davranmaya çalışarak "Bıyığınızda pirinç var." mı desem? Olmaz. Utanmasını istemiyorum. Bir pirinç tanesi yüzünden utanmasını hiç ama hiç istemiyorum. Ama dışarıda böyle dolaşıp başka insanların onunla dalga geçmesini de istemiyorum. Ne yapmalı?Gülümseyerek: "Pilav mı yayla çorbası mı?" diyorum. "Hı?" diye cevap veriyor. Yüzünde şaşkın ve anlamaya çalışan bir ifade var. "Öğle yemeğinde diyorum, pilav mı vardı yoksa yayla çorbası mı?" Şimdi deli olduğuma kanaat getirmiş olmalı. "Pilav" diyor şaşkın şaşkın. Sonra kekeleyerek "falcı mısın sen?" diyor. "Hayır" diyorum "sadece işaretleri okumayı bilen biri diyelim." Bakıyor bir kaç saniye. İçimde biraz sonra ne demek istediğimi anlayacağının rahatlığı var. "Ne işareti?" diyor. Bıyığını göstererek "Bıyığınızdaki pirinç" diyorum. Adam panikle elini bıyığına atıyor, elinde ezilmiş bir pirinç tanesi kalıyor. Kahkahalarla gülmeye başlıyor. Kahkahaları bana bulaşıyor. "Teşekkür ederim" diyor. Gülümsüyorum. Giderken "Bir daha işaret bırakmayacağım üzerimde. Böylece kimse öğle yemeğinde ne yediğimi anlayamaz."

Bir kadın...
Oturmuş. Kaldırımda oldukça geniş bir yüzeyi kaplıyor. Üzerinde pembe kocaman gülleri olan bir şalvar giymiş. Başında şeker pembe bir örtü. Kınalı saçlar örtünün kenarlarından kıvır kıvır çıkmış. Öyle sert ve esmer bir yüzü var ki insan kendini tehdit altında hissediyor. Kalın bir sesi var. O kalın sesle önünden geçen her insana şöyle sesleniyor: "Abılam (ya da güzel abim) Allah rızası için bir ekmek parası ver. Allah seni sevdiğine bağışlasın, Allah tuttuğunu altın etsin, Allah kazadan beladan esirgesin." Kadının öyle sapasağlam bir hali var ki söylediği tüm sözcükler inandırıcılığını kaybediyor. "Neden çalışmıyorsun?" diyorum bir gün çenemi tutamayıp. Başını "bela mısın be?" der gibi iki yana sallıyor. Ben de üstelemiyorum. Biri sana "bela mısın?" işareti yaparsa insan oradan çekip gitmeli çünkü söylediğin ya da söyleyecek olduğun sözlere kulağını tıkadığının en iyi göstergesi budur. Yola devam ediyorum. Ona para vermediğim gibi bir de soru sormuş olmam onu fena halde kızdırmış olmalı ki ardımdan şöyle bağırıyor: "Demin ettiğim duaların hepsini geri alıyorum." Bu kadın, beni şimdi çok ama çok güldürüyor.

Hayat...
Hayat işte... Kimi bıyığına yapışıp kalmış masum bir pirinç tanesinden utanıyor da o utancı kahkahalar ardına gizliyor kimi de sapasağlam bir vücutla oturup başkasına avuç açmaktan hiç gocunmuyor. Hayat işte... Utanmak duygusu herkese göre değişiyor...

Fotoğraf: http://www.deviantart.com/print/1935522/
 
Toplam blog
: 408
: 1090
Kayıt tarihi
: 17.06.06
 
 

Gazetecilik okudum... Ama gazeteciliği sırf yazabilme serüvenine bir adım daha yaklaşabilmek için ok..