Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Mayıs '14

 
Kategori
Öykü
 

Bir playboyun günlüğünden 4. bölüm

Bir playboyun günlüğünden 4. bölüm
 

Alıntı.


 
Ertesi gün kahvaltıdan sonra, iş aramak için otobüse bindim, aklımdan neler geçmiyordu ki, ilkokula giderken o eski çevremiz, korku ve utancın kol gezdiği iki yılım,  orta okulda almış olduğum destekle zoraki düzelişim.
 
Otobüsün camından bakarken, sayısız güvercinleriyle meşhur Eminönü'ne geldiğimi hissettim. Birden içinden Kapalı çarşıyı gezmek geldi, içeride bambaşka bir hayat vardı, tezgahlar, vitrinler cıvıl cıvıldı, saatler ne güzel geçiyor diye düşünürken, vitrinde elaman yazısı gözüme ilişmiş ve hemen girip sormuştum. 
 
Burada hem saat satışıyla beraber gümüş takılar, hemde saat tamiratı vardı. Mağaza sahibi olan Semih bey, kaç vesait değiştirdiğime varana kadar sormuş ve beni işe almıştı, düzenli geldiğin taktirde haftalığında bir değişiklik mutlaka görürsün deyince, - Elbette Semih amca, yarına başlarım demiştim.
Vedalaşıp oradan çıktığımda karnım acıkmış, adeta burnuma balık kokuları gelmişti. Küçük teknesinde satış yapanların birisinden balık ekmek arası yaptırarak yemiştim. Sıra güvercinlere gelmiş, cami avlusunda oturup yem satan yaşlı teyzeden - Kuşlara yem atacağım dediğimde, titreyen elleriyle kaç ölçek, yani kaç bardak olsun demişti, Anladım ki, kuşlara pek yem atan  yoktu, iki ölçek dediğimde,  Allah razı olsun, demişti. Kısa günümün karı deyip, duamı da alarak mutlulukla evin yolunu tutmuş, yeniden otobüse binmiştim. 
 
Bizimkilere yarına işe başlıyorum, her bir yeni haftada biraz daha fazla haftalık alacağım dediğimde! Babam - O Nasıl oluyor, anlamadım deyip kaşlarını çatmıştı. Ben - Yani anlayacağınız, dükkana yeni giren elemanlar ufak hırsızlıklar  yapıp bir daha da geri dönmediğinden mağaza sahibi böyle yapıp elamanı doğru yola yöneltiyormuş.
 
Babam - Böyle bir hırsızlığa sen sahip çıkmazsın bilirim demiş ve beni onure etmişti. Çalışmaya başlamıştım, hem patronun hemde diğer şef elemanın gözüne girmiştim. Okulumu bitirdikten sonra ne olacağımı sorduklarında, henüz kafamda bir meslek olmadığını söylemiştim ama çalışkanlığımla mutlaka işimin erbabı olabileceğimi patronum bana hissettirip kendimle biraz gurur duymuştum. Acaba nasıl bir mesleğim olmalıydı? Matematiğim oldukça kuvvetliydi, muhasebecilik veya her hangi bir bankada yüksek yöneticiliği düşüne bilirdim. 
 
Nihayet ilk haftalığımı almış ve Kapalı çarşıdan; kuru yemiş, kahve, kahvaltılık, ve meyve alarak eve doğru yollanmıştım. Bu arada cami avlusundaki güvercinleride unutmamıştım.Bu mutluluğumun tarifini yapmak ise mümkün değil. Eve geliş saatim belli olduğundan annem kapıyı melek yüzlülüğüyle açmış, - Yavrum neler aldın böyle, oğul kazancını inşallah böyle anne ve babana tatlılıkla yedirirsin demiş ve bir birimize sarılmıştık.
 
Üç ay çalışmış ve patrondan çıkışta haftalık yerineyse bir aylık para almıştım. Patronum - Seni çok güzel yetiştiren ebeveynlerine teşekkürlerimi ilet, bu bir aylık maaş vermemin sebebi ise; Liseye başlayacaksın ders kitaplarını zaruri ihtiyaçlarını gör diye veriyorum yolun açık olsun Ergün demiş, ben ise elinden öperek bazen sizleri ziyarete gelirim Semih amca demiştim.
 
Liseye kaydımı yaptırmış güzel takım elbise, gömlek, kravat ayakkabı almıştım, gerçekten bu çalışma bana iyi bir deneyim olmuş, kendime güvenim katlanarak gelmişti.İlk yıl normal düzeninde giderken, arkadaş çevremin biraz kopuk olması işimi zorlaştırmış, ev ile problemlerim istemeden de olsa su yüzüne çıkıp beni irite etmişti. Serde delikanlılık vardı elbet, arkadaşlarım okul çıkışı  takılıp, bir yerlerde yiyip içelim dediğinde katılma zorunluluğu hissediyordum.
 
Bazı çevreye girmezsen onlar dışlar! Ben girersem sen neden buradasın süt çocuğu derler, ee peki ne yapacaktım? Sigara içmiyorken ufaktan esrar çekenlerden dahi olmuş, içen gençlerden  biri olarak, bende nasiplenmiştim. Evden devamlı bir sıkıştırma, ne o sigara mı içtin dediklerinde! - Evet diyor, haliyle esrar çektim diyemezdim.
 
İkinci yılımda ise kafeteryada otururken, yanımıza 25 yaşlarımda yakışıklı ama lakayt, silik yapılı bir genç adam gelip arkadaşımın ismini söyleyerek, malı getirdim dediğinde, şaşkın bir ifadeyle gencin yüzüne baktım ve seslenerek Emre abi! Genç bana doğru bir hamle yaparak, hayırdır yakışıklı birader tanışıyor muyuz dediğinde! Sadece ben Ergün diyebilmiştim, - Bak sen! Bayağı büyümüşsün kerata, bir gün laflayalım ne iş! Ukala yaklaşımıyla yedi yıl önceki o nasılsa yine aynı Emreydi işte.kendi kendime; İnsan hiç mi değişmez ya birader, keşke sahip çıkmasaydım deyip iç geçirerek kızmıştım.
 
Emreyi görmek beni rahatsız etmişti, arkadaşlarla kafeterya veya benzeri yerlerde karşımıza zebani gibi çıkıyor, ee gençler ben geldim, kim ne kadar alacak bakalım diyordu. Liseyi Emrenin bu işe yaramaz mal getirip götürmeleri, daha sonraları ise gemi azıyı aldıracak  - Bende bu mereti bedava almıyorum, paraları peşin verene,  onda biri bedava! Yoksa külahları değişip işimi küçük tehditlere kadar vardırırım ki sizler için hiç iyi olmaz gençler!
 
Adam aleni haykırıyordu, ve ben son yılı ne yazık ki haytalığımın yüzünden sınıfta kalacaktım. Annemi, babamı ve ablamı üzdüğümün farkındaydım ama! İş çığırından çıkıp, bu durum babamın beni evden kovmasına kadar gidecekti. Annemin yalvarışları hala kulaklarımda, - Yapma bey gencecik çocuk rüştünü bile ispat etmemiş, hem daha okuyacak, ne olmuş sınıfta kaldıysa, kalan sadece o mu? Dediğinde babam biraz daha bağırıp çağırıyor, defolsun gitsin, yarın bu kumar da oynar pis berduş diyordu! Ben babamın içindeki bu kinin, başıma gelen o olayla bağdaştığına kanaat getirmiştim! Ne yapacaktım nerede kalacaktım, beni evine kim kabul ederdi?
 
Hayattan bu denli korktuğumu anlatmaya gücüm yetmez! Kanadı kırık bir kuş gibiydim, annemin kucağını isteyecek kadar hemde, uzun zamandır ağlamamışken, gözlerimden akan yaşla ağladığımın farkına varmıştım! Anneee diye dağa taşa haykırmak istiyordum, İstanbul koskocaman bir cendere kıskacına insanı almaya görsün.
 
Okumayı kafamdan silmiştim, kısa dönem çalıştığım Semih amcanın yanına gidip iş istesem verirdi ama benim yüzüm yoktu, ona okuyacağıma dair söz vermemiş miydim? Aradan da üç yıl geçmişti, şunun şurasında on sekizini doldurmama ne kalmıştı, bana - Kocaman adam olmuşsun ama üç senede adeta bir evrim geçirmişsin deseydi, Acaba ne diyebilirdim? Yok, yok Semih amcaya gidemezdim, hele bana en son haftalık yerine aylık vermiş olduğunun hakkını, okuyarak vereceğime söz verip de yerine getirememişken!
 
Toplam blog
: 425
: 412
Kayıt tarihi
: 24.02.13
 
 

37 Yıldır  yurtdışında yaşıyorum , 1000 den fazla şiirim var,  çeşitli edebiyat sitelerinde, derg..