Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Nisan '09

 
Kategori
Öykü
 

Bir resmin öyküsü

Bir resmin öyküsü
 

(İki aile dizisinden int.alıntısıdır.)


Bu resmin öyküsünü yazar mısınız? 

Yıllar önce bir dergide yazılmış konu başlığıymış... 

Peki! Bir resmin yalnızlığı öyküye nasıl dönüşebilir? 

(Kaynağı: Dergibi.com Öykü -Sedat PULAT / Öyküyü sizinle paylaşmak istedim. Okumanızı tavsiye ederim.) 

Resimde ahşap, boş bir evin denize açılan balkonunda 8–9 yaşlarında saçları rüzgârda uçuşan bir çocukla, orta yaşlı bir adam görünüyormuş. Önlerinde deniz… Denizde ufak bir yelkenli… Belirsiz görünen bir ada ve adaların her daim süsü olmuş martılar…
Bu resmin öyküsünü yazabilir miydim gerçekten? diye düşünmüş. 

Sürekli taslaklar hazırlamış, notlar alıp durmuş ama, resim öyküye dönüşmemiş ve hafta sonu yazlığa giderlerse daha iyi öyküler yazacağını düşünmüş. 

Cuma akşamı yola çkımışlar. 

Yorucu ama keyifli bir yolculuktan sonra yazlığa varmışlar. Eşi çantaları yerleştirmiş, oğlu kanepenin üzerinde uyuya kalmış. Öykü yazarımız da babasının , eski ahşap masasının başına geçerek keyifle kahvesini yudumlayarak dergiyi ve notları çıkarmış. Uzunca resme bakmış. 

Bir resmin yalnızlığı öykü cümlelerine nasıl dönüşebilir? Bunu düşünerek karalamalarını gözden geçirmiş.
Eşi ise sahilde yürümek istiyormuş. Elini sımsıkı tutarak, 70'lerden kalan bir sevda şarkısını birlikte söyleyerek yürümüşler. Ancak kendisinin aklı öyküdeymiş. 

Ertesi günü eşi yazdıklarını okumuş ve ilgilenmemiş. Dışarı çıkmak istediğini söylediğinde öykünün en güzel yerinde olduğundan yazarımız,
-Çık, demiş.
Yalnız çıkmak istemediğini altını çizerek söylemesine rağmen oğlu da anneyle çıkmamış.
Eş ise yüzünde kavgalı günlerden kalan sinirli bir ifadeyle gitmiş. 

Oysa daha o sabah kahvaltıda öykünün finali ile ilgili bir fikir aklına gelip, peçeteye not aldığı sırada, eşi
" Beni ihmal etme" demiş. 

O da gülerek " Seni nasıl ihmal edebilirim" cevabını vermiş. 

Baba oğul başbaşa kalmışlar. Uzaktan geçen yelkenliyi gösteren çocuk babasına öğretmeninin söylediği birşeyi sormuş. Öğretmeni "Her insan birbirine bağlı adacıklardan oluşur, yalnız mutlaka bir geminiz olmalı, sizi farklı adalara götürecek" demiş. 

Oğluna öğretmenin doğru dediğini söylediği sırada trafik kazası geçiren eş ise hastanedeymiş ve sonsuz yolculuğuna çıkmış. 

Kendisini bir resmin yalnızlaşmış hırçınlığında mahkûm gibi hisseden yazarımızın zihninde sürekli, eşinin "Beni ihmal etme" cümlesi ve en sevdiği adacığa gidecek yelkenlisini kaybetme acısı kalmış.
Değer miydi? 

Değmezdi tabii. Fakat, resmi öyküye dönüştürmeye çalışırken sonucun böyle olacağını bilemezdi ki! 

Acaba, bizler de kendi seçimlerimizle yarattığımız resimlere öyküler mi serpiştiriyoruz. Bize sunulan yaşam içinde önceliklere göre ve doğru öyküler mi yazıyoruz? 

Kendi ellerimiz, kendi seçimlerimiz ile ortaya çıkardığımız öyküyü, hayat sahnesinde doğru oynaya biliyormuyuz? 

Herşeyden önemlisi ara sıra kendimize sormamız gerekir. Doğru veya yanlış tüm davranışlarımız, yaşadıklarımız, başkalarına yaşattıklarımız, sonra yaparım diyerek zamana yaydıklarımız, tüm bunlara değer miydi? 

Bir de farklı taraftan bakalım. Değer mi? diye soracak kadar yaşam uzun mu? Elli yaşlarından sonra dahi neden herşey dün gibi denilerek hatırlanır? 

En güzeli bizlere bağlı olan adacıkları ve adacıkları birbirine kavuşturan yelkenliyi kaybetmeden değerlerini bilelim. 

Resimlere öykü yazmaya çalışırken, kendi öykümüzü unutmayalım. 

 

 
Toplam blog
: 103
: 1399
Kayıt tarihi
: 21.03.08
 
 

Hacettepe Ün. mezunuyum. Öğrencilik yıllarımda ve okulu bitirdikten sonra bir gazetenin muhasebe ..