Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Eylül '07

 
Kategori
İnançlar
 

Bir sabah ezanı ve kültür müslümanlığı

Bir sabah ezanı ve kültür müslümanlığı
 

Hafta sonu Ankara’daydım. Bu seyahatten aklımda kalan en net anı Pazar sabahı dinlediğim sabah ezanı oldu. Cumartesi akşamı Maltepe dolaylarında bir yerde, biraz daha net bir tarif yapmam gerekirse Maltepe Camii’nin arka sokaklarının birisinde yer alan bir mekânda konakladım.

Sabahın erken vaktinde ise, son zamanlarda duyduğum en güzel ezan sesi ile uyandım. Gerçi namaza meyli olmayanın kulağı ezanda olmaz diyen bir atasözümüz vardır ama gecenin ilk zamanlarında derin uyuyan, sabaha karşı uykusu hafifleyen birisi olarak, özellikle oldukça yakından gelen bu sese uyanmam zor olmadı. Ancak uyanmama hatta ayılmama yol açan şey, sesin düzeyinden çok, ezan okuyan sesin güzelliği ve okunuş şekli oldu.

Bu beğeni benim, ezan süresince bir kez daha, aslında dinin bir emir ve yasaklar kurumu olduğu kadar, belki daha da fazla insanların bu kurum etrafında oluşturduğu bir kültür dokusu olduğunu düşünmeme neden oldu.

Bu konuya aslında uzunca bir süreden beridir değinmek istiyorum. Daha önce yazmış olduğum “Cumhurbaşkanı Sn. Abdullah Gül’e açık mektup” başlıklı yazıma, bir blog yazarı arkadaş tarafından gönderilen yoruma, kendimi inançlı ya da yeterince inançlı birisi olarak görmesem de, eğer bir tanım yapmam gerekirse kültürel düzeyde müslümanım diyebileceğimi söylemiştim. Elbette haklı olarak yazar arkadaşta bu tanımdan bir şey anlamadığını söyledi.

Biliyorum çok fazla karşılaştığımız bir kavram değil ama ben altı doldurulabilir bir tanım olduğunu düşünüyorum.

Beni hoşnut eden bu ezan anısından hareket edecek olursak, öncelikle ezan kültürümüzün dahi, Anadolu’da icra edilen Müslümanlığın, İslam dini içinde ne kadar büyük bir farka işaret ettiği kolaylıkla görülür. Bilindiği üzerinde ülkemizde okunan ezan tarzı İslam âleminde okunan ezan tarzından farklıdır. Bizim ülkemizde ezan bir beste eşliğinde okunur. Osmanlı döneminde bestekâr Itri tarafından düzenlenen özel bir makam ile ezanlara bir eda katılmış ve hoş bir tarz yaratılmıştır. Yani bizler dini bir işleme, kendi kültürümüzden bir parça eklemiş olduk. Özellikle büyük illerin merkezi camilerinde bu makama uyum sağlayan müezzinler atanır.

Bununla birlikte bizlerin bayram ve kandil kutlamaları da aslında İslam âleminin geneli ile oldukça farklılık arz eder. Kandil gecelerinin kutlama ve şenlik havası diğer Müslümanlar toplumlarında pek yaşanmaz. Bayramların bir ziyaret müessesesine dönüşmesi ve yemek şölenlerini barındırması da yine Anadolu topraklarında yer edinen unsurlardır.

Bununla birlikte, İslam kültürünü oluşturan İslam mimarisinde, camii şekillerimiz, camileri kullanım tarzımız, onu genelde medreseler, külliyeler, aşevleri ile birlikte düşünme biçimimiz bu topraklara hastır. Elbette bunlar dinin kendisi değil eklentileridir ve ortaya çıkan farklılıktan yola çıkarak farklı bir dine ulaşıldığı öne sürülemez. Ancak oluşan farklılığında küçümsenmemesi gerekir.

Evet dinin bir inanç kurumu olduğu kadar bir kültür kurumu da olduğunu düşündüğümüzde, işte benim Müslümanlıkla kurduğum bağın daha çok onun kültürel yönü ile olduğunu söylemem gerekiyor.

Örneğin ezanın içeriği yani namaza davet ediyor oluşu beni ilgilendirmiyor da olsa, o sesin varlığının artık yaşamımın önemli bir parçası olduğu kesin. (Gerçi bu yaşıma kadar yaklaşık 60.000 kez dinlediğim bir ezginin alışkanlık yaratması da oldukça normal olsa gerek) Yani uzunca bir süre yurtdışında yaşasam ve ezan sesi duymasam büyük olasılıkla yurda döndüğümde duyacağım ilk ezan sesi beni oldukça mutlu edecektir. Bununla beraber, Müslümanlığın yükümlülükleri ile değil de kültürü ile kurduğum diğer bağları sayacak olursam; Ramazan ayında oruç tutmam ama Ramazan Bayramından büyük keyif alırım. O döneme has yemekleri dört gözle beklediğim gibi, elimden geldiğince aile ziyaretleri yapmaya çalışırım. Bayramın kendi disiplinine sadık kalmaya çalışırım. Aynı şey Kurban Bayramı içinde geçerlidir.

Camileri namaz kılmak için kullanmam ama özellikle tarihi camilerin kent kültürümüz içinde önemli bir yeri olduğuna inanır ve yollarımı genellikle caminin içinden geçirmeye çalışırım. Örneğin İstanbul’da yaşadığım dönemlerde, özellikle Beyazıt’ta ki Nuri Osmaniye camii ile Eminönü’nde ki Yeni caminin avlularının içinden geçmeyi tercih ederdim. Gaziantep’de de özellikle kent merkezinde avlusu iki sokağı birbirine bağlayan camiler vardır. Ve bu özellikleri onları ibadethane özellikleri dışında, her an kent yaşamının hareketini barındıran yapılara dönüştürür.

Namaz kılan birisinin önünden hala rahatlıkla geçemem. Sanki yaratıcı ile kurduğu o anlık bağa zarar verecekmişim gibi hissederim. Cenazelerde dini ritüellere uyum sağlarım. Ve belki de dinlerin insan yaşamı üzerinde oluşturduğu en büyük eser olan ahlak müessesesinden oldukça fazla etkilenmişimdir.

Yani işin mutfağında yer almasam da, pişen yemeğin kokusunun fazlasıyla üzerime sindiği bu şekliyle ortaya çıkıyor. Zannedersem kendi bulunduğum noktayı biraz daha net ifade edebilmişimdir.

 
Toplam blog
: 453
: 1826
Kayıt tarihi
: 14.11.06
 
 

36 güneş yılı. 27 yıl G.antep, 9 yıl İstanbul. İstanbul, 90’lı yıllarda yaşandı, bitti.  Hep şe..