Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Haziran '14

 
Kategori
Felsefe
 

Bir sağlık sorunu olarak şiddet

Bir sağlık sorunu olarak şiddet
 

NİETSCHE, ”Böyle buyurdu Zerdüşt” adlı kitabında ana fikir olarak insanüstü varsayımını işler. Ancak ”Henüz insanüstü varolmamıştır. Ben her ikisini, en büyük ve en küçük insanı çıplak gördüm. Bunlar birbirlerine fazla benziyorlar. En büyüğünü bile pek fazla insan buldum” der. Bu bağışlayıcı olmayı da bir açıdan içinde barındıran bir saptamadır. İlk bakışta insanı rahatsız eden, belki de canını yakan bir saptama olsa da, yansız bir düşünceyle ve içinde yaşadığımız çelişen dünyaya bakarak gerçeklik payının varlığını yadsıyamayız sanırım. Bir başka düşünür  “insan olmak demek,yarı yolda olmak demektir” derken, benzer bir saptamada bulunmaktadır. İnsanlığın binlerce yıllık birikimleri arasından süzülüp gelen bilgileri ışığında bilimsel, toplumsal, töresel, dinsel, ulusal ve evrensel değerlerinin katkısıyla oluşan insani değerleri taşımak, gerçekten insan olmak için yeterli mi?...İnsan olmak…Neye göre, yerleşik öğretilere göre mi? Yoksa…Ya da insan olmamak, neye göre? Kuşkusuz bu olguyu değerlendirirken bir toplumun ahlaki ve kültürel norm örgüsünün arka planını gözardı etmemek gerekir. Çünkü insan, bir toplumun içerisine rastgele atılmış bir zar değildir. Hele “gele” atılmış bir zar hiç değildir.
 
Bu yaklaşımların ışığında son zamanlarda herkesi derinden etkileyen, toplumu giderek açmazlara doğru geri dönüşümsüz sürükleyen bir olguyu dile getirmek istiyorum. İnsanı insan olmaktan yoksun bırakan bir olguyu, şiddeti... Herhalde insanı insan olmaktan şiddet kullanmak kadar yoksun bırakan bir şey olamaz. Ama ne yazık ki şiddet günlük hayatımızdan toplumsal yaşamımıza, oradan yakın coğrafyamıza ve giderek tüm dünyaya yayılan kanlı ayak izlerini bırakarak dolaşmaya devam ediyor. Bakıyorsunuz; insanlık bir yanda bilimin ışığı ile aydınlanmaya çalışırken,bir diğer yanda bilimin üzerine akıl dışının kara gölgesini düşürmeye çalışanların sonuçsuz, ama can yakan çabaları artarak sürüyor. Bunu sürdürürken en öncelikli olarak baş vurulan silahta şiddet oluyor. İnsanlar bir yanda ”kırılan dalın kederini duyuyor” iken, bir diğerleri televizyonların haber bültenlerinde artık neredeyse sıradanlaşan şiddet haberlerini kanıksayan gözlerle ve ”tüyü bile kıpırdamadan” hayret uyandıran bir vurdumduymazlıkla izliyorlar. Oysa şiddet artık kimse için “beni sokmayan yılan” hafifsemesine alınacak bir olgu değil.
 
Ters bir bakıştan yükselen ses tonuna, ötekileştirmekten yalnızlaştırmaya, yabancılaşmaktan kanıksamaya, oradan insan onuruna, özgürlüğüne ve hayatına uzanan geniş bir yelpazede şiddet mahşerin dört atlısından birisi olarak dolu dizgin gidiyor. Evet, şiddet giderek ve ne yazık ki günlük hayatımıza yayılıyor ve onu tehdit ediyor.
 
Bakıyorsunuz günlük yaşamında “karıncayı bile incitmez” olarak tanınan birisi trafikte canavar kesiliyor, spor karşılaşmalarında saha içerisinden tribünlere şiddetin sporu yapılıyor. Cinsel istismardan kapkaça, oradan temel hak ve özgürlükler  alanlarına, aile içerilerinden töre cinayetlerine uzanan çeşitli alanlarda şiddetle çözüm arama ilkelliğine düşülüyor. Hak aramak, özgürlük adına, demokrasi adına insanlar ölüyor, öldürülüyor. Özgürlük diyerek aslında özgürlükten kaçış adına mayınlar, insanların toplu olarak bulunduğu yerlerde uzaktan kumandalısı, canlısı bombalar patlatılıyor. Şiddet bireysel ve toplumsal bir gerçeklik ve bir yanıyla ciddi bir sağlık sorunu olarak giderek yayılıyor;kötülük yayılıyor.
     Doğal olarak kötülük insana özgü bir olgudur. İnsanlık öncesi duruma dönme, insana özgü nitelikleri yok etme dürtüsüdür. İnsanlık alanı dışına taşarak, insanca olmayan bir alana kayma çabasıdır. Dolayısıyla her şiddet olgusu içerisinde kötülük adına ne varsa barındırır. ”Kötülük, insanın insanlık yükünden kurtulma yolunda giriştiği trajik çabada kendisini yitirmesidir.” Onun için şiddette insanlığı kendisine ağır gelenlerin,onu taşıyamayanların işidir. En büyük kötülükler,yaşama en çok karşıtlık taşıyan eğilimlerdir. Bunun farkında olmayanların başkalarını suçlamaya, hele yargılamaya da hakları yoktur. Ve aslında ,
   “Onlar ümidin düşmanıdır,sevgilim
     akan suyun
     meyve çağındaki ağacın”
 
Oysa bir bireyde ve toplumda iyilik, sevgi ve adalete inanarak başlar. Sevginin ve özellikle adaletin yok olmasıyla bireysel ve toplumsal yıkıntı başlar. Ve aslında yıkılan her zaman yaşama, yaşamın güvenilir olmasına, onun verdiği güvenceye duyulan inançtır. Güvenilir olmayan bir yaşam ve adalet duygusunun yoksunluğu ya baş eğmek edilgenliğini veya öç alma duygusunu,giderek şiddeti tetikleyecektir. Bu durumda şiddet aslında  yaşamı yok etmek, yaşamı aşmak, edilgenliğin dayanılmaz acısından kurtulmak demektir. Bir yaşam yaratabilmek güçsüz insanda bulunmayan birtakım nitelikler gerektirir. Yaşamı yok etmek içinse yalnızca bir tek nitelik, şiddete başvurmak yeter. Bu bir güçsüz insan tepkimesidir. Böylece “kendisini yadsıyan yaşamdan” öç almış olur. Caligula’ya “yok etmenin insanı kendinden geçiren gücünü yaşıyorum” dedirtirken,Camus her halde bunu söylemek istiyordu.
 
Görülüyor ki,ister bireysel ve ister kitlesel olsun, şiddet ciddi bir ruh sağlığı sorunudur. Arzuladıkları hedefe şiddet kullanarak ulaşacaklarını sananlar, geçici edinimler sağladıklarını sanabilirler. Çünkü ellerindeki kaba kuvveti kullanmaktadırlar. Geçici olarak kazananlar, hiçbir zaman insanlarda inanç yaratamazlar. Çünkü inanç yaratabilmek için insanları inandırmak gerekir. Bunun içinde şiddeti kendileri için araç olarak kullananlarda hiç bulunmayan bazı şeyler gerekir. Akıllı olmak, haklı olmak vicdan sahibi olmak, gerçekten özgürlüklerden yana olmak gibi.
 
Yaşama ve insan onuruna karşı olanlar, onun adına bir takım değerleri savunabilme hakkında olamazlar. Olmamalılar... Spinoza’nın söylemiyle ”Özgür insan ölümü her şeyden az düşünür, onun bilgeliği ölüme değil yaşama yoğunlaşmasından doğar”…
 
 
                                                                                                               Akın Yazıcı
                                                                                                                
 
 
     
 
 
Toplam blog
: 190
: 391
Kayıt tarihi
: 07.05.14
 
 

1965 Ankara Üniversitesi Tıp fakültesinden asker hekim olarak mezun oldum. Gülhane Askeri Tıp Aka..