Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Haziran '17

 
Kategori
Haber
 

Bir saksı fesleğen

Bir saksı fesleğen
 

Düşünsenize  bizde en kral padişahın yetmiş bir  yıl yaşadığı , İkinci Mehmet'in ise ancak elli yıl dayanabildiği  dünyada 43  yıldır görmediğim Neşe'yi ziyaret edeceğim. Sabahı zor ettim!
 
O gün Ege'de deprem olmuştu. İnsanları düşündüm.Sosyal medyada şu dörtlüğümü paylaştım. 
 
"İstesem de istemesem de yine akşam geldi işte!
Kuşkusuz mutlu kahkahalar saracakken semayı, 
Yine hüzne dalacak kim bilir kim, nerede?.. 
Kim bilir kimler şifa arayacak, bu hayalî  âlemde!"
 
On saniye sonra Neşe'den bir yorum düştü  şiirimin altına,
-Ben şifa arıyorum bu hayalî âlemde, arkadaşım!
 
Telaşlandım, çünkü bildiğim Neşe  ismi kadar sevinçli, hayat doludur..."olsun," diye yakınmaz! Tabii durumu araştırdım.
 
-Neşe  geçmiş olsun!
- Yarın belimdeki vidalara ilaveler olacak...depremden de korktum..istanbul'dan korkuyordum hep...Çapa'da bir hastanedeyim... yarın ameliyat olacağım...
 
Hacer'den dinlemiştim, "Şengül söz etmişti :1998 depreminde İzmir'den gönüllü olarak  Gölcük'e gitmiştim. Enkaz arasında bir kadın iki büklüm oturuyordu. Elimi  omuzuna koydum, başını kaldırdı...yıllardır görmediğim  Neşe'ydi..."
 
Aklıma o an bu sohbet geldi.
-Anladım, geçmiş olsun, sende  fobi oluşmuş , deprem fobisi...
-Burada vakit geçmiyor , ne kitap okunuyor ne tv izleyebiliyorum...
-Sen de yaz o zaman !
 
Aniden "kağıdı var mı acaba ?" diye düşündüm. O hastanenin telefonunu bulup danışmadan ona "kâğıt ve kalem göndermesini rica ettim, "Olur Efendim! "dedi. danışmadaki kız.  Az sonra da Neşe'den bana şu not geldi : 
 
-Aa bir kız geldi ,' kalem kâğıt istemişsiniz getireyim mi ?'dedi...Kim söyledi deyince 'Mehmet Selçuk,' dedi?..Böyle rastlantı olur mu?
-Dünyada tanıdığın kaç Mehmet Selçuk var?
Anlamıştı, gülümseme işareti yaparak :
-Alışkın değilim sürprizlere ,çook sağ ol...bu gece benim için  gerçekten çook güzel bir şey yaptın...
 
İstanbul Eğitim Enstitüsü'nde sınıfımıza  dördü kız  yirmi arkadaş başlayıp -farklı fikirlerde de olsak- birbirimizi kırmadan üç yılı geçirdik. Yatılıydık. Bölüm gezilerine katıldık, çay geceleri düzenledik, birlikte kopya çektik, birlikte uygulamalara gittik, nadide esprilerimiz, memleket sorunlarına duyarlı yaklaşımımızla  o yılların en iyi öğretmen yetiştiren  yüksek öğretim kurumundan öz güvenle yurda dağılıp sekiz yıl öncesine kadar birbirimizden habersiz, çalışarak emekli olduk.
 
Hayat nedir ki , yıllar bünyeyi tahrip ediyor. İşte  yok , Hanife, Hüseyin, Efraim yok artık bu dünyada.
 
Yıldırım'ı, Şengül'ü, Engin'i, Doğan'ı , Hatice'yi , Hayrettin'i görmüştüm. Adem'i görmek için taa Kocali'ye gittim, kısmet değilmiş, döndüm geldim. 
 
Ertan torunlarıyla mutlu, Muzaffer bir üniversitede Doç.Dr , Şeref...o güler yüzlü  Trakyalı keyif adamı Enez'de, doğayı yudumluyor.
 
Serin bir haziran sabahı erken kalktım. Neşe'yi görecektim az şey miydi?  Araba vapuruyla Harem'den essah İstanbul'a yönelirken Kız Kulesi'ni hayli yaşlanmış gördüm. Hem, beyaz fistanı daha güzeldi. .
 
Tramvay tırtıl misali kıvrım kıvrım ...zamanında troleybüsle gittiğim duraklar bitmiyor, anılar katar katar el sallıyor... 
 
Beyazıt Millet Kütüphanesi bak orda... Laleli'deki Roma'nın koca abideleri  yine yol ortasında... 
 
Birkaç dize yolunu şaşırmış dilimin ucunda :
 
Lalelim/Lalelide oturur/Laleli, lale kokar lalelimden/ Laleliden geçilir/ Lalelimden geçilmez!
 
Pertevniyal Valide Sultan Camii...hayrandım nakışlı saçaklı kubbesine.
 
Vatan Caddesi... az mı geçmiştim yürüyerek, ötelerde lunapark mı neyim vardı,gençlik işte, ne işim varsa orda, gider dönerdim!
 
Haseki durağı, karnıma neşter vurulan cerrahhane. 
 
Fındıkzade'de indim. karşıya geçip Kan Bankası'na doğru yürüdüm. Çapa Kitapçısı,  bir kitap aldım Neşe'ye. İç sayfasına not düştüm "..." 
 
 " O, öfkesinin öfkelendiği kişiden çok kendisine zarar verdiğini kavramıştı. O, önce içindeki sonra da tüm dünyadaki savaşı durduracağına inandığı bu kitaptaki bilgileri yaymaya kendisini adamıştı! Ve içimizden biri olan “o”, aslında hepimizin birer yansımasıydı!", diyen bir kitaptı.
 
Vakit erkendi , Şerife''yi de göreyim dedim, haberleştik .Bir bardak çay içimi  için, öğrencimle Çapa'daki bir cafedeydik. 
 
Yıl 1976, 24 yaşındaki ben , askerliğimi yapmışım ve ver elini Adana İli.
 
Aksaray'da üstgeçit yeni yapılıyordu. Altında mağazalar açılmış, bir de alışveriş merkezi, Uki miydi  n'bilim adını unuttum. Maviden bir takım elbise, gömlek falan aldım. Bir kız okulunda görev yapacaktım, hem de moda yaratan okulda, kız meslek lisesinde ...
 
Şerife, işte oradan öğrencim. Kırk yıl sonra ilk kez görüyorum onu.  Ankara Gazi Kız Teknik'ten  "Saç Bakım ve Güzellik Dersleri Öğretmeni " olarak mezun olmuş, yılların öğretmeni. Mesleğinin hakkını verip  bunu kendine de uygulamış. 
 
Ortadan ayırıp ensesine doğru  özenle bastırılarak taranmış  üstü elektrik mavisi, altı siyahlaşan pixie kesim saçları ve abartısız makyajı  genlerinden gelen esmer yuvarlak yüzünü ortaya çıkarttığı gibi  ona narin ve güçlü insan görüntüsü katmıştı.
 
Boynundaki minik kolyesi leylak çiçeği rengi tişörtüyle  saçları arasında  tatlı bir renk geçişi sağlamıştı. Minicik top küpeleri, pembe ojeli tırnakları, dışının bir bölümü kalın sarmal gövdeli, iri yarım konik taşlı eskitilmiş altın yüzüğü dikkatimi çeken süsleriydi.
 
-Ben, diyor: değişikliği seviyorum Hocam , mesela eşime , kızıma , oğluma hep saçlarınızı farklı kestirin, derim. Eşim ,'rahatça bir saç bile kestiremiyorum!'diye yakınır. 
 
Kendime açığından bir çay söylüyorum, o bir şey içmiyor.
 
Modadan söze başlıyoruz .
 
-Güzelliği iyi bilirim , insanların yüzüne bakarım hep, kaşı gözü ne ister, ne renk saç ona daha güzel gider, ne giyinse tamamlanır, hangi ayakkabıyla kişi yıldızlaşır, diyor.
 
Millet Caddesi'nde koca çınarlar , yeşilin tonlarındaki  haşmetli yapraklarıyla sallanırken sıklıkla esip geçen tramvay, otomobiller, arada bir peydah olan dilenci , telaşla can taşıyan ambulanslar...tam karşımda ise   mesleğimin ana yuvası 30 yaşındaki Mimar Kemalettin'in harikası : Çapa Öğretmen Lisesi binası.Gözlerim dalıyor...
 
-Ailen Adana'lı mı, diyorum Şerife'ye.
-Hayır Hocam  biz Tatarız, eşim Çerkez. 
 
-Adana'da ne işiniz vardı?
-Hocam, ailem 93 Harbi'nde Kırım'dan göçmüş. Önce Eskişehir'e yerleşmişler, babam orda doğmuş, sonra da Çukurova. Babam 1300 bilmem kaç yılında doğmuş, Atatürk'ü görmüş .İstanbul'da askerliğini yapıp Adana'ya dönmüş. Annemle sonra tanışmışlar. Evimiz Yeşilevler Mahallesi'ndeydi. Bahçeli bir ev, çiçekler vardı, portakal bahçemiz vardı. Ortaokuldayken ben annemi kaybettim. Biz sekiz kardeşiz Hocam, iki büyük abim var. Şimdi oralar çok değişmiş Hocam.
 
Okuldan söz ediyoruz , öğretmenlerden  sonra benimle ilgili bir anısından.
 
-Şimdi diyor, o zamanlar Atatürk Caddesinden Sular'a  doğru Ekmekçi Apartmanı vardı, altında bir baklavacı açılmış ismi de "Gazioğlu Baklavacısı."  Ordan her okul çıkışı geçişte  Emine, Ferzane, ben, Hüsne 'Ay! ' derdik , 'Burası kesin Selçuk Gazioğlu'nun baklavacısıdır. Ay ne güzel girsek de yesek!' Gülerek anlatıyor : "Hayallere bakın!" diyor.
 
-Tatlıyı çok mu seviyorsun? 
-Yok, o zamanlar tatlı yemeden uyumazdım ben, babam her gece tatlı getirirdi.
 
Eski bir dostu görünce neler konuşur insan, hoşbeş, mahalleler, tanışlar, anılar... Laf bitmez... sonra zevklere yönelir insan , çevreden söz eder, havadan, bitkiden , çiçekten tabii. 
 
-Her gün okula giderken çok güzel kokan bir çiçek vardı, minicik! Adını denk getiremiyorum.
-Yasemin ,diyor Şerife
-Evet ondan bir adet kopartır gömleğimin cebine koyardım. Çok seviyorum o çiçeği , bir de kolonya çiçeğini...Kimse pek bilmez ,diyorum, bir gün  kabrimin  yanına yasemin çiçeği dikilmesini isterim. Geçenler koklasın.
 
Yazar ne yazar, yaşadığını tabii. İyi de okuru demez mi ona :' bir deneme bu kadar uzun olur mu? ' diye . Desin, ben şimdi nasıl bırakayım bu tatlı sohbeti yansıtmayı. Okumayan zaten   umursamayacaktır yazdığımı , göz atıp gidecektir. Ama öteki öyle mi ya! Olaylar arasında bağlantıyı kurmaktan zorlansa dahi her paragraf onu ayrı bir dünyaya götürmelidir. Yazmak kadar okumak da ciddi emek ister.
 
Söz  Orhan Kemal'e geliyor, Bekçi Murtaza'dan söz ediyoruz.Adana Milli Mensucat Fabrikası'nda geçen olayların romanından...Sonra Çerkezlikten Tatarlıktan, Osmanlıdaki milletlerden söz ediyoruz. Şamanizm, at eti yiyenler, Bulgarların, Macarların  Türklüğünden, taassup, hoşgörüden, Adana Portakal Çiçeği Festivali'nden  ve daha neler!
 
-Bir çay daha lütfen açık olsun!
 
Neşe ameliyat olmuştur , narkozun etkisi de geçmiştir, diye düşünüyorum. Üstü çiçek saksılarıyla dolu bir arabayı sürükleyerek geçen delikanlıya gözüm ilişti.
 
-Bakar mısınız ,  fesleğen kaç lira?
-Dört
-Şöyle güzelinden seç bana bir saksı, en iyisi olsun ama.
 
Bir poşete koyarak verdi bana. Şerife ilgiyle izliyordu, Torbayı açtım ve 
 
-Şerife , dedim kabul eder misin, sana aldım. 
Aldı kokladı sanki Adana'yı içine çekmişti, mutluluğunu tarif edemem. 
 
Hastane. hemen ara sokaktaydı.
 
-Kardiyoloji  hastaları hangi katta?
-İkinci katta Efendim
 
Merdivenleri hızla çıktım. Yüreğim pır pır atıyor . Kırk üç yıl geçmiş görüşmeyeli.
 
-Neşe Hanım'ı göreceğim. 
-O sabahleyin  taburcu oldu Efendim, Körfez'e gittiler sanıyorum, kalp ritminde sorun varmış, tetkikler yapılacak. 
Öylece kaldım , sonra elimdeki kitabı uzattım   :
-Bunu ona iletebilir misiniz?
 
Foto & Deneme
M.Selçuk Gazioğlu
16.06.2017
 
 
Toplam blog
: 40
: 956
Kayıt tarihi
: 30.06.06
 
 

Yüreğinize ulaşabilmek ,duygularımı ,deneme , anı , şiir  ve fotoğraflarımı paylaşmak istiyorum ...