Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Mayıs '09

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Bir şaşkın gülümseme

Bir şaşkın gülümseme
 

Sorry seems to be the hardest word
"Üzgünüm" en zor kelime gibi duruyor
diyor bir şarkıda Elton John...

Bana da zor gelmiştir hep... “Deli zarara güler gibi” der annem. Ben de öyle işte… Başıma ne gelirse gelsin, yüzümün ortasında hep o kocaman gülümseme… Maske deyince aklıma, genel kanının tersine olumlu bir şey gelir. Benim maskelerimin ağzı kulaklarındadır hep çünkü.

Şükür ki büyük hastalıklar gelmedi başıma. Bir safra kesesi ameliyatı, bir pinomoni, birkaç baş, birkaç diş, birkaç diz ağrısına da pabuç bırakmadım ben de… Ağrı sinyallerini çoğunlukla ihmal noktasına kadar vardıran, organlara fazla yüz vermeyenlerdenim. “Geçer derim geçer” yönteminden şaşmam pek. Safra kesesi ağrım tuttuğunda, nefes alamayacak hale geldiğimde ancak, derdest edip hastane aciline atmışlardı beni..:))

Doğuma da zor gitmiştim.

-Gaz sancısıdır. “Bu kadarcık ağrıya mı geldin” diye doktor bana gülecek

deyip, epey direnmiştim…

Genel olarak yaradılışım da sakin galiba. Başıma gelen hemen hiçbir şeyden yakınmam sızlanmam. Değiştirebileceklerim için mücadele etmemem anlamında değil tabi bu. Bir yandan değiştirebileceklerimle savaşmak, bir yandan da değiştiremeyeceklerimi sakin bir tevekkülle kabullenmek anlamında. Savaşırım, başaramazsam kabullenirim. Ama küsmem, kızmam, niye ben demem.

Yok yok niye ben derim. Niye ben der; nerelerde hata yapmışım, ne yapmışım da başıma bu gelmiş, ne dersler çıkarırım, bunlara bakar, kendimi ve evreni sevecenlikle affeder, sonra olayı unutur yoluma devam ederim.

Küçük üzüntüler konuşurlar, büyük dertler dilsizdir. Bir Nijerya atasözüymüş bu.

Geçtiğimiz kış, yağmurlu soğuk kapalı ve her şeyin tersine tersine gittiği, hayatın olmadık biçimlerde üzerime üzerime geldiği bir günde, eczanedeki yol arkadaşım Mine’yle çareleri tükettiğimiz günlerden birinde, her şeyi öylece bırakıp bir çay demledik. Daha ilk yudumlarımızda, dışarıda üşümüş bir müşterim girdi içeriye. Elindeki ıslak şemsiyeyi kapatırken ben de çabucak yüzüme bir gülümseme maskesi asıp;

-Hoş geldiniz. Üşümüşsünüz, reçeteniz hazırlanırken bir çay içer misiniz dedim.

Kadıncağız bir suratımda asılı gülümsemeye, bir elimdeki sıcacık çaya baktı;

-Ooohh… Sizden iyisi yok valla. Gam yok kasavet yok deyiverdi.

Minecikle birbirimize bakıp gülümsedik..:)) Sonra oğlunun dağınıklığından, komşusunun dedikoduculuğundan, eltisinin sinsiliğinden epeyce bir yakınıp, istemeye istemeye yağmurun altına çıktı sıcak dükkandan. Allah bilir yağmur o sokaktayken yağıyor diye de epey dertlenmiştir.

49 yaşındayım. Ömrümün içinden geçmiş hiç kimseye bir kinim yok. İçtenlikle söylüyorum kalbim hiç kimseye kırık değil. Hayatımda hiç kimseyle küsmedim. Şu an itibarıyla da küs olduğum kimsecikler yok. Sadece ilişkimin dozunu ayarladıklarım var. Karşılaştığımızda sadece selamlaşacaklarım da var, sarılıp öpeceklerim de, sabaha kadar muhabbet etsem doymayacaklarım da.

Kısacası kötü anılar biriktirmem. Bana zarar vermiş olanlardan gerekli dersi alır, ilişkimin boyutunu, verdiği zararın bilinçli olma düzeyine göre ayarlar, sonra da neler olduğunu bile unutur giderim. Tekrar tekrar aklıma getirmediğim, sürekli bana yapılmış haksızlıklardan bahsetmediğim için, bir süre sonra sahiden unutur giderim.

İşte böyle suratımın ortasındaki o kocaman bir gülümseme ve kötü anılar anlatmayan, ne geçmişten ne bugünden yakınmayan, geleceğe dair kaygılardan bahsetmeyen hallerim yüzünden dertsiz, tasasız, gündüzleri çaydan çaya, akşam olur davetlisin ya dineye ya baloya… bilinirim.

Acılar dünyada neden var bilmiyorum. Gerçekten bilmiyorum. Yüce Yaradan’a inanırım ama bizi sınıyor olması bana çok da mantıklı gelmiyor doğrusu. O ki her şeyi bilen… Sonucunu bildiği bir sınavı niye yapsın ki? İlle de bir sınav açıklaması yapacaksak, belki ancak bize kendi kendimizi sınatıyor olabilir. Savaşma gücümüzü, dayanma gücümüzü, yeteneklerimizi ve sınırlarımızı sınıyoruz.

Kabul ediyorum… Güzel şeyler, neşeli, keyifli, mutlu anlar çok fazla bir şey öğretmiyor bize. Acılar, zorluklar olmazsa öğrenmek, büyümek, gelişmek çok zor. Reha Muhtar'ın kulakları çınlasın, bu yüzden acı şart galiba..:))

Çok sevdiğim bir büyüğüm der ki;

-Kızım dert dediğin nedir? Geçer… Ya çare bulursun geçer… Ya o dertle yaşamaya alışırsın geçer…

Bir acı karşısında pes edip hayata küsmemişsek ya da hayattan tümüyle vazgeçmemişsek gerçekten geçiyor. Ya hallediyoruz geçiyor, ya alışıyoruz geçiyor.

Bu iki yol da büyütüyor insanı. Sessizleştiriyor bir de… Dert büyüdükçe insan da büyüyor ve sızlanma azalıyor gerçekten. Büyüdükçe öyle sessiz bir tevekkül geliyor insanın üzerine.

Zaten sızlanıyorsanız sanki dert de büyümüyor. Tamam bu dağ bu karı kaldırmaz artık deyip derdi alıyor çok yakınanların başından Tanrı.

Dağ sağlamsa… Ya karla baş ediyor ya da kara dayanacak gücü buluyorsa… Yani pes etmiyor, isyan etmiyor, sızlanmıyor en kötüsü hayatından tümüyle vazgeçmiyorsa… Yani bir şekilde sağlam kalmayı, yola devam etmeyi, hayata tutunmayı başarıyorsa… Öyle ya da böyle derdin üstesinden gelmeyi beceriyorsa… O zaman bakıyor Yüce Tanrı… Ve diyor ki;

-Hımm… Demek bununla baş ettin ve büyüdün… Aferin sana… Seviye atladın. Şimdi daha zor olan yeni ödevini veriyorum…

Bilgisayar oyununda level atlamak gibi bir şey yani..:))

İyi de kardeşim, “büyüye büyüye Everest olduk” diyesi geliyor bazen insanın. Tamam dağı büyütmek bütün zorluğuna rağmen gerçekten güzel bir şey, doyuma ulaştıran bir şey ama arada bir teneffüs lazım di mi?..:)) E yoruluyor insan…

Bir arkadaşımın ilkokula yeni başlayan oğlu;

-Anne bütün dersleri seviyorum ama teneffüs diye çok kısa bir ders var en çok onu seviyorum demişti..:))

Ben de seviyorum bütün dersleri. Üstelik teneffüssüz bitireceğim neredeyse okulu. Askerliği izin kullanmadan bitirmiş askerler gibi, mezuniyete kadar uzunca bir mola istiyorum bu yüzden.

Yoruldum büyük problemleri sessiz sessiz çözmekten. Artık yaygara yapmak istiyorum… Sabah kalkıp küçük dertlere üzülmek istiyorum mesela. Yemek yandı diye, oğlan odasını toplamamış diye, nolcek bu cimbomun halleri diye üzülmek…

Gülümseme maskelerimi çöpe atıp aslına dönmek istiyorum kısacası..:))

Gece gece bana bu yazıyı yazdıran güzel şarkıyı dinlemeniz için link: http://www.dailymotion.com/related/x1utct/video/xm1yn_bluesorry-seems-to-be-the-hardest-w_music?hmz=74616272656c61746564 Şiddetle tavsiye ederim..:))

<ımg title="Blue-Sorry seems to be the hardest words" alt="" src="http://ak2.static.dailymotion.com/static/video/579/820/1028975:jpeg_preview_medium.jpg?20080910093332">

Ve bana ait birkaç mısra:

BİR ŞAŞKIN GÜLÜMSEME

Zor iş elbet gülümsemek,
Cesaret ister ciddiyeti kadar,
Hayat salarken üzerine ordularını dalga dalga,
Dalga geçmeyi becerebilmeli,
Yaraları kan içinde de olsa son neferin..
Tek atımlık cephanenin son kurşunu gibi
İsyankar akmalı damarlarından gülüşün.
En köşeye sıkıştığın anda gerektir yiğitlik
Kahramansan alamazlar bayrağını sen ölmeden..
Son kalenin surlarında çınlar,
Ölsen de direnir hatta gök kubbede kahkahan.
Ve son burcunda dalga dalgadır
Bir gülümseyiş en asi tarafından..

 
Toplam blog
: 54
: 1158
Kayıt tarihi
: 22.06.07
 
 

7 Ocak 1960... Hayatın öğrettiği herşeyi okumak ve yazmak için buradayım.....