Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Aralık '08

 
Kategori
Felsefe
 

Bir Şeb-i Arus gecesi

Bir Şeb-i Arus gecesi
 

Alemi kuşatan büyük sırrın sesini duyar gibiyim neyde...


Yine Bir şeb-i Arus Gecesindeyim

Bir doz ney alırım umuduyla dolaşıyorum bu Mevlana akşamında.
Alemi kuşatan büyük sırın sesinden nasiplenmek amacıyla.

Kamil insanla, peygamberle, mesneviyle,
Mevlana’yla özdeşleşen neyin esrarından bir şeyler almaya çalışmaktı niyetim.

Ne çalmada, ne dönmede olmadığına göre kabiliyetim,
Nasıl olsa bana da kapanmayacak kapılardaydı beklentim.…

Segah tekbir can evimden vuruyor.
Önemli olan duanın amacı ve içtenliği olduğuna inanmama rağmen,
Bböylesi güzel söylenişi daha da bir işliyor ruhuma.
Bu güzelliği sanki Tanrı ayrı kabul eder gibi geliyor bana.

“Dinle neyden …” diye başlıyor, varlığın sırlarını aralamaya başlayan seslenişi Mesnevinin..
Dinleyebilmek için ara sıra dünya işlerini bırakmak gerektiği geliyor aklıma...

"Dinle" diyor... “Dinle… “...
Sadece kulakla dinlenmiyeceği bilinciyle gönlümle,
Rruhumla, benliğimle dinlemeye çalışıyorum...
Varlığımın hikmetini sorgulayarak…

Dinle ki… dönenleri göresin…
Dinle ki...dönmenin sırını bilesin..
Dinle ki...doğanın sesini duyasın…
Dinle ki...pişesin, yanasın…
Dinle ki...varlığın sırrına eresin...

Dinlemekten amacın hoş sesler duymasıysa kulaklarının,
Ne işin var meclisinde Mevlana’nın?
Gerçekte meyhane kapılarıdır aradığın…
Ney sesinin duyulacağı yer gönlündür…
kulağın değil... diyorum kendime…

Kapatıyorum gözlerimi…
ve teslim oluyorum beni çağıran sese…

Ney kesiliyor dünyam…
Üflenen, inleyen kamıştan öte duyduklarım…

“Sen kendi güzelliğine vurgunsun
Ben ayna tutar gibiyim sana…”
diyor Hayyam…

Görmeye çalışıyorum,
"bilmek amacıyla kendimi" tutuğu aynada Mevlana’nın…
Uyarmakta gecikmiyor, anlamsız bakışlarımı Hayyam...

“Biz eskiler giyen benzi soluklarız
Pazarda sırma satan bezirgan değil.”


Gözümü de açıyor Mevlana'nın

“iki parmağını koy gözlerine…
Sen görmüyorsun diye dünya dönmüyor değildir”
demesi...

Ve de hiç işine gelmese de nefsimin,
Dünya hırsıma son noktayı koyuyor ölümü hatırlatarak,

“Nice kızıl dudakları, nice altın saçları
Atmışsın toprağa süprüntüler gibi…”

demesi Hayyam Usta'nın...

Ben kim oluyorum ki "atılmayacak" diyorum
"... hiç gitmeyecek sandığım"..

İşbirliği yapmışlar bir kere Mevlana'yla, Hayyam
Hedef benim, belli…

“Ovada her kızıl lalenin teni bir padişahın kanıyla beslendi….
Şu yerden biten mor menekşe yok mu?
... bir güzelin yanağındaki bendi”


Başlıyorum sorgulamaya kendimi,
Ne işe yarayabileceğimi düşünerek, "atıldığımda"...
 Ne renk verebilirim laleye,
Ne de ben olabilirim bir güzele...

Geri kalır mı hiç Yunus, tamamlamaktan sahneyi;
“… al biraz da sen oyalan” derken nefsime.

Ne hırsımı bıraktılar ne de öfkemi…
Halbuki onlar baldan tatlıydılar…
Beni sevindirir, mutlu ederlerdi…
Daha... daha demek çok hoşuma giderdi...

Al sana, hadi bakalım dedim kendi kendime…
İzlemeye çalışırken
Eğilmiş başların, sikkelerin, beyaz tennurelerin savrulmasını...

Başlarda nefsin mezar taşı
Üstlerde bedenin kefeni
Eller açılmada Hak’ka
Alınanlarsa saçılmada halka...

Nefis gitmiş,
Akıl uçmuş,
Ruhlar avunmada
Bu şeb-i arus gecesinde
Canlar kavuşmada...

diye düşünüyorum... bir an "piştiğimi"...
"yandığımı"
sanarak...

Aklım her gün tövbe eder,
Nefsim her an tövbem bozar…
Arada kalmış biçareyim.
İyi ki senin kapın var...

...diyorum acizliğimle...
Ben günahkarı dahi "gel" diye çağırdığını umarak
Mevlana'nın...

 
Toplam blog
: 193
: 1045
Kayıt tarihi
: 01.08.07
 
 

Bilecik doğumluyum. Emekli Eğitimciyim. Ankara'da ve yazları Kuşadası'nda yaşıyorum Günlük uğraşl..