Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Kasım '11

 
Kategori
Güncel
 

Bir şehidin arkasından yürümek!

Bir şehidin arkasından yürümek!
 

Giderken askere “en büyük asker bizim asker”di. Cenazesi geldiğinde ise “yaşça en küçük şehit askerlerden” sadece biriydi Mehmet… Sabah 11:00’de, selası okundu. İkindi namazını müteakip Koca Camii’de önce cenaze namazı kılınacak, sonra da köyünde defnedilecekti. Tüm Nazilli’yi acısına ortak olmak üzere çağırdı Şehit Mehmet. Yaşı küçüktü, yaşadığı yer dağ başında barakaydı teknolojiden yoksun, ama kocamandı insan yüreği. 21 yıla neleri sığdırmış olabilirdi ki? Belki de ilk kez bu kadar uzun çıkmıştı köyünden dışarı. Hiç bilmediği bir şehirde, hayaletlere karşı silah kuşanmıştı. Giderken küçük bir kalabalık vardı etrafında, omuzlara alınmış, havalara atılmıştı : “En büyük asker bizim asker”. Benim, bizim haberimiz olmadı o askere giderken. Ne zaman ki şehit olup cansız bedeniyle döndü memleketine, tüm Türkiye haberdardı gelişinden. On binlerce insanı toplamıştı etrafına. “Gelin!” demişti cansız ve genç yüreği! “Beni bugün yalnız bırakmayın, çünkü sizler sıcak evlerinizde dizi keyfinize devam edin diye sınırdaydım. Çünkü sizler çocuklarınızı güvenle yaşama salın diye sınırdaydım. Çünkü sizler özgürce ve kardeşçe bir arada yaşamaya devam edin diye sınırdaydım. Ben sınırdaki körpe yüreklerden yalnızca biriydim…”.

Helikopterin içinde cansız bedeniyle kalabalığın üzerinden geçerken Şehit Mehmet, yumruklar-dişler sıkılıyor, bayraklar havaya kaldırılıyor, “şehitler ölmez vatan bölünmez” sloganları yankılanıyordu. Önce anaların gözyaşları süzülüyordu yanaklarından… O an “ana” olmanın, evlat acısı” nın ne menem şey olduğunu öğreniyordu kitleler! Aslında bilmediklerinden de değildi. Öyle bir ülkeydi ki Türkiye, yüz yıllarca toprakları şehit kanlarıyla sulanmış, bağımsızlığını yüreğinin-bileğinin hakkıyla kazanmış atalarının mirasına bugünlerde daha sıkı sarılması, daha sıkı tutması gerektiğini hatırlıyordu. Şehit Mehmet’ler tekrar tekrar “tarihini unutma!” diye haykırıyordu, sessizce. Duyuluyordu, duyuyorduk.

O gün anladım ki, ruhani bir güç yapıyordu bu çağrıyı ve hiçbir yürek kayıtsız kalamıyordu.

İnsanlar camii önünde kendiliğinden toplanıyor, gözyaşları sel oluyor, acı birbirine dokunan omuzlarla en yakından en uzağa aktarılıyordu. Acı paylaşıldıkça güç, gurur, umut, kardeşlik oluyordu. Bir millet, millet olduğunu hatırlıyordu belki de… İnsanlar konuşurken “siyasi görüşünü bir kenara bırak, ama…” diye başlayan cümleler kuruyor ve birbirini saygıyla dinliyordu. Şehit Mehmet giderayak insanlara insanlık ve hoşgörü dersi veriyordu. Ailesi tabutunun başında metanetle otururken, ateşin düştüğü yeri yaktığına tanık oluyordu kalabalıklar.

Cenaze namazı kılındıktan sonra, kalabalığı yararak uzaklaşmaya başladı Şehit Mehmet. Doğduğu köyün dağlarını, toprağını işaret ediyordu ve “beni takip edin” diyordu. On binler sel oldu aktı arkasından. Hani “Hakkâri’ye gidiyoruz” dese birileri, o yöne akıverecektik.

O gün anladım ki, ruhani bir güç adımlatıyordu ve hiçbir ayak kayıtsız kalamıyordu.

Kilometrelerce uzaktaki vatan toprağına gitmek hiç kolay olmadı. Yürümekle bitecek gibi değildi yollar. Ne var ki her şey çok önceden ayarlanmıştı. Birbirinden haberi olmayan insanlar, anlık küçük organizasyonlarla, naaşın defnedileceği köye kalabalık ulaşacaktı. Şehit Mehmet çağırıyordu. Duyuluyordu, duyuyorduk. Cadde üzerinde yol alan araçlar sırayla durup, yürüyenleri alıyorlardı bir bir.  Ve kilometrelerce uzayan konvoy kendiliğinden oluşuverdi dakikalar içinde.

Köye girildiğinde insanlar araçlardan inip yürümeye başladılar yeniden. Yollar bitmiyordu. Herkes “yakın” zannederken defin yerini, köylüler o çok uzaktaki dağ eteklerini işaret ediyordu. Zaman hızla ilerliyordu… Şehit Mehmet “gelin” diyordu.

O an anladım ki eğer insanoğlu bir yere ulaşacaksa, ruhani bir güç tüm engelleri yıkıyordu ve hiçbir beden kayıtsız kalamıyordu.

Yol üstündeki araçlar bu defa insanları toparladı ve yeniden yola çıkıldı. Yol kat ettikçe, Şehit Mehmet’in doğduğu eve yaklaştıkça, biraz daha utandık insanlığımızdan. Teknolojinin tüm imkânlarından yararlanan, gideceği yere beş dakikada varan, çok odalı-katlı dairelerinde soluk alan bizler “işte burada da insanlar yaşıyor” demenin utancı içindeydik. Doğu’ya akıtılan olanaklar, Doğu’nun yokluğu-yoksulluğu, Doğu’nun okumamışı, Doğu’nun biçaresi… Peki ya Batı? Peki ya Batı’daki köyler, köylerde yaşayanlar? Bir türlü “kalkınmada öncelikli yöre” olamıyorlardı elbette ki yardım alsınlar. Türkiye’deki adaletsizliğin, çifte standardın, bölgeciliğin en güzel örneğiydi Şehit Mehmet’in doğup büyüdüğü yer. Belki de “gözünüzle görün” diye sürüklemişti bizleri peşinden. Araçlardan yeniden indiğimizde –ki devam edecek de araçlık yol kalmamıştı- parmaklar yine dağ eteğini işaret ediyordu. Uzakta gözlerimiz nihayet sabit duran ve alarm lambası yanıp sönen jandarma aracını seçti. Şehit Mehmet’in defin yeriydi. Ve neredeyse bir iki km daha yol kat etmemiz gerekiyordu. Yetişemezsek korkusu sindi üzerimize. Ya yarı yolda bırakırsak! Beklediğini, mezarlığın kapısına soluk soluğa vardığımızda anladık. Henüz omuzlar üzerinde alınıyordu mezarlığa… Ve o dakika hepimiz donup kaldık. İşte gerçek tüm çıplaklığı ile yüzümüze bir daha çarpmıştı. Topraktan geliyorduk ve tüm kavgalara, savaşlara, varlığa rağmen gideceğimiz tek yer yine “toprak”tı.

Öyle kalabalık, öyle dualı, öyle âminli bir defindi. Birlikte yol aldığımız arkadaşı gördüm dönüşte… Gözleri kan çanağı, ama öyle gururlu! “Toprak attım şehidime” dedi. Varmış bizleri koştururken Şehidimin bir bildiği. Toprağın bol olsun, ruhun şad olsun, mekânın cennet olsun Şehit Mehmet. 21 yıllık kısa hayatın, bize sayfalar dolusu yaşam dersi verdi.

O an anladım ki; yürek ayaklara hükmediyormuş sorgusuz, bir şehidin arkasından sürükleniyormuş insan, soluksuz!

“Şehitler ölmez vatan bölünmez” diyerek!

Naile DUMAN

Not: Yazı Günlük Nazilli Adalet Gazetesinde yayınlanmıştır. 

 
Toplam blog
: 23
: 1956
Kayıt tarihi
: 10.06.06
 
 

1976 Nazilli doğumludur. İlk şiir kitabı "Farkındasız İntihar" 2009 yılında Kadın Yayınevi'nden y..