Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Haziran '09

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Bir şemsiye ve düşündürdükleri

Bir şemsiye ve düşündürdükleri
 

Atatürk, Edward'ı İstanbul Dolma Bahçe Sarayında karşılarken.


Uzun bir ayrılıktan sonra, canım Türkiye’mdeki son gelişmeleri, acizane fikir ve görüşlerimle sizlerle paylaşabilmek, yıllardır istediğim halde, gerçekleştiremediğim bir rüyamdı.

İşte bu rüyam, bir gazeteci dostumun inzivaya çekildiğim köşemde beni bularak ‘Yaz’ dedi. Neden sustun? Bu ülkede senin yazdıklarından rahatsız olanlar kadar, severek okuyanlar da var. Onlar için yaz. Bana büyük cesaret ve ilham verdi o dostumuz. Kendisine teşekkür ediyorum.

Evet sevgili dostlar. Bundan sonra birlikteyiz. Bazı şeyler vardır, paylaşılmalıdır bu güzel sitede.

Çoğunuzun bildiği gibi kitap yazmağa başlamadan önce Alman Hava Yollarında dokuz yıl hostes olarak çalıştım ve Dünya’nın hemen hemen tüm ülkelerine gittim. Pasaportumdaki ay yıldız yüzünden de” gittiğim ülkelerin hepsinde horlandım. Düşünebiliyor musunuz Afrika’nın en hücra köşesindeki ‘ Karakıtalılar’ bile, nereden öğrenmişlerse öğrenmişler, mürettebattaki Alman meslektaşlarımın pasaportuna bakıp geçirirlerken, benim anlı şanlı, ay yıldızlı pasaportumu görünce hemen dur deyip, saatlerce ararlardı.

Bir gün, Senegal’in Başkenti Dakar’da, tam üç saat aramışlardı da, dışarıda beni tek başında beklemek zorunda kalan kaptan; ‘Sevgili Sara, şu pasaportunu değiştir de, bunca saat şu yaban ellerde ağaç olmayalım. Bak diğer arkadaşların hepsi gitti. Çünkü çok sıkıldılar’ dediğinde, ağlamaklı bir ses tonu ile ona şu cevabı vermiştim; Benim dedelerim de senin ataların gibi on milyon Yahudiyi fırınlarda yaksaydı korkudan beni de aramaz, hemen geç derlerdi’

İçte ben, karşılaştığım bu tür aşağılamalara rağmen, canımdan çok sevdiğim Ata’mın bir evlâdı olarak, damarlarımdan akan asil Türk kanı ile gururlanır iken, 30 Mayıs 2009 C.tesi günü, gazetelerimizden biirinin haberi ile irkildim.

Düşünebiliyor musunuz aslan gibi Türk polisi, diz çökmüş, bir valinin spor ayakkabısını bağlıyor. Haber böyle.

‘Aman Yarabbi!’ dedim kendi kendime. Bu nasıl iş?! Bu nasıl bir baş eğmedir böyle? Gözlerime inanamadım okuduğumda. Aslında o polisimizi anlıyorum. Bir an için çaresiz kalıvermiştir. Siyasilerimizden Erdal İnönü, şemsiye bile tutturmazdı yardımcısına. Ekranlarda gördüm, tutmak istendiğinde, şemsiyeyi adamın elinden çekip almıştı. O ne muhteşem sahneydi.

Vali için, yazmaya değer hiçbir şeyim yok. O polis, bizim güvenliğimiz. Kafamızdaki en önemli simge bu!. Gönlümüz, bu imajın bozulmamasından yana elbet! Onun o şekilde algılanması, taalihsizlik olabilir. Bakın, size ulu önderimizle ilgili gerçek bir olayı anlatayım da, o güzel insanın bizleri nasıl tanıdığını ve diğer ülkelerin insanlarına nasıl tanıttığını, böylelikle bir kere daha hatırlamış ve teselli bulmuş olalım.


Olay, kurtuluş savaşından sonra İstanbul’daki Dolma Bahçe Sarayında geçer. Ata’mız, Türkiye’ye gelen İngiltere Kralı V111 (Sekizinci) Edward şerefine sarayda bir balo verir. Baloda Türk askerleri hizmet eder.

Ulu önderimiz bir köşede Kral Edward ile konuşurken, yanlarına, elinde tepsi ile bir asker gelir. İkram etmek isterken, içki bardakları ile dolu olan tepsi elinden kayar ve tüm kadehler yere düşer. . Kral Edward bu duruma çok üzülür. Askerin cezalandırılacağını düşünerek kaygılanırken, Atatürk titreyen askeri sevgi dolu bakışlarla izledikten sonra Krala döner ve aynen şunları söyler: ‘ Bu millete her şeyi öğrettim, ama, uşaklığı asla öğretemedim!’

Umarım bundan sonra hiç bir polis, bu şekilde davranmaz. kimsenin önünde diz çökerek, ayakkabısını bağlamaz. Ki böyle konularda aklıma hep, İnönü ve şemsiyesi aklıma geliyor. Demek ki insanlar, olumlu ve halktan yana olan imajları unutnuyor. Bu özlemler içinde olmayı özlüyor ve istiyor hep.

 
Toplam blog
: 7
: 835
Kayıt tarihi
: 07.06.09
 
 

Erenköy Kız Lisesini bitirdikten sonra Üniversite için Almanya' ya gittim. İngilizce, Almanca, İspan..