Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Nisan '11

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Bir serginin ardından

Bir serginin ardından
 

SÜTÜ BOZUK


“Sütü Bozuk” Dünya İçin “Sütü Bozuk” Resimler 

“Batsın bu dünya” mısralarıyla başlar Orhan Gencebay’ın o çok bilindik, dillere pelesenk olmuş, hatta yeri geldiğinde deyimmişçesine kullanılan sözleri… Arabesk nitelendirmesiyle de çoğumuz bu sözlere, belki de yüzümüzü buruşturarak bakarız. Fakat düşündüğümüzde arabesk dediğimiz olgu da bu toplumun içinden çıkmamış mıdır? Birisi tutup da müziğimizin, kültürümüzün orta yerine koymamıştır bu kavramı. Manevi kültürümüzün içinde yetişen meyvelerden biridir o da. Determinist bir bakış açısıyla bakarsak belki de onu var edenin yine bizler olduğunu daha iyi anlayacağız tıpkı ortaya arttığımız diğer kavramlar gibi… 

Sanatçı Ayşegül Sağbaş da kültürel arabeskimizden yola çıkmış olacak ki, sergisinin konseptini “Sütü Bozuk” kavramı doğrultusunda oluşturmuş. “Sütü bozuk kimdir? Kimlere sütü bozuk denir?” diye soracak olursak eğer, işin içinden çıkamayız. Kime göre “Sütü bozuk”? 

Değer yargılarındaki görecelik gereğince, bu denli kozmopolit bir kentte yaşadığımızı düşününce, söylencelerde bir polifoni olmasından daha doğal ne olabilir ki? Ülkemizin doğu bölgelerinde “sütü bozuk” olarak görülen bir kadın, batı bölgelerinde belki de “modern kadın” olarak etiketlenebiliyor. Kim kendine sütü bozuk der? Dedikodular, hurafeler, yaftalamalar insanlık tarihiyle eş değerdir belki de… İnsan kendine göre hep en haklıdır. Yaptığı şey, söylediği söz, inandığı düşünce hep en doğrudur. İnsanoğlunun kendisinden farklı birisi karşısına çıkarsa hep normal olan kendisi, anormal olan başkasıdır. Etnosantrizm kavramıyla da bilimselleştirmiştir sosyologlar bu olguyu. Savaşlar bile bu ayrımlardan çıkmamış mıdır? Bizden olmayanlara yaklaşımımız hep “öteki” olmuştur. Sütü bozuk diye yaftaladığımız insanlar, belki de bir melek kadar günahsızdır. Bilim, maneviyatımızı röntgen filmiyle görüntüleyebilecek kadar gelişmedi henüz. Sanatçı kendisinin de bazı kişi ya da kişilerce sütü bozuk olarak algılanabileceği iddiasında… Sırf serginin konseptinden, hatta sergi adından bile kaynaklı olarak bu yargının oluşabileceği kanısında… Fakat bu durumdan hiç tedirgin değil. Çok normal diyor sanatçı. Nedir normal olan ya da olmayan? Sergiyi gezmemiş olanlar ya da sanatçıyı tanımayanlar için sergiden biraz bahsetmek istiyorum. 

Ayşegül Sağbaş, Casa Dell Arte Galeri’nin sıra dışı sanatçılarından biri... Hatırlarsanız birkaç ay öncesinde yine aynı galerinin sanatçılarından Şükran Moral’ın “Amemus” sergisi -sergisinden çok performansı- toplumumuzdan bazı kesimlerce epey bir eleştiri almıştı. Sanatçı da çareyi ülkeyi terk etmekte bulmuştu. Döner mi bilinmez. Topluma karşı cesur duruşuyla kuralları, normları irdeleyen bir başka Casa Dell Arte sanatçısı olan Ayşegül Sağbaş’ı geçen yıl, yine aynı mekânda gerçekleştirdiği “Fadu Seni Yakaladım” sergisiyle hatırlayanlarınız olabilir. Aslında “Sütü Bozuk” bir bakıma “Fadu Seni Yakaladım” serisinin devamı niteliğinde… Neden mi? Sanatçının resimlerinde görmeye alıştığımız Fadu, Karadeniz’den metropole göç etmiş ve burada tutunmaya çalışan bir karakter. Bir önceki sergide Fadu, sıradan bir kadın olarak ev hali ile, üçüncü şahıslar tarafından evinin değişik mekanlarında (tuvalette, yatakta, çamaşır asarken…) yakalanıp Fadu’nun mahremiyeti gizli gizli resmedilerken bu yıl ki sergi de Fadu normal bir kadın olmaktan çıkartılıyor ve jartiyerleri, dantelli iç çamaşırları, oyuncak tavşanları ve tüm fettanlığı ya da çocuksuluğuyla topluma göre “sütü bozuk” ça ifade edilen işler yapıyor. Belki de hayata bir rest çekiş Fadu’nun ki… “Düzen böyleyse, böyle görmek istiyorsanız beni, buyurun görün. Batsın Bu Dünya!” diyor belki de… (?) 

Fadu hikâyesinin özüne indiğimizde, sanatçının aslında bizlere anlatmak istediği bir şeyler, hatta topluma vermek istediği bir mesaj ya da ders olduğu anlaşılıyor. Sanatın amacı da bu değil midir zaten? Salt estetikten ibaret olan bir sanat eseri var mıdır şu dünyada? Varsa bile, bu kalıcılığını ne kadar devam ettirebilir. Ayşegül Sağbaş’ın kullandığı resim tekniğinin özgünlüğü, bunu işleyişi, yakın kadrajlarla vermek istediği gizli mesajları ve evrensel konu seçimi sanatçıyı çağdaşlarından ayıran önemli birer nüans… 

Sergi 8 Martta “Dünya Kadınlar Günü”nde açıldı. Sanatçı açılış gecesine özel, sergi izleyicilerini de dâhil edebileceği bir performansla da adından söz ettirdi. Sanatçının kendi yaptığı şeker heykeller, formu itibariyle sergi katılımcılarını oldukça şaşırttı. Sanatçının “Gümüş” adını verdiği karakterinin elinde de resmedilmiş olan şeker, insana ait mahrem bir uzva benzerliği yönünden sergi katılımcılarının “şekerden alsam mı almasam mı?”diye birbirlerine ürkekçe bakmalarına sebep olması yönüyle de ilginçti. Toplum ne der? Nasıl yargılar düşüncelerini izleyicilere yaşatma amaçlı hazırlanmış bu sürpriz performansla sergi katılımcıları da, sergiyi konsept açısından tamamlayan unsurlardan oldular. Sanatçının bu düşüncesi nereden bakarsanız bakın çok zekice ve amaca fazlasıyla uygundu. Günün anlam ve önemi itibariyle sokaklarda kendilerine gül dağıtılmasına alışkın olan kadınlar sergi esnasında kendilerine uzatılan şekerleri görünce şaşkınlıklarını gizleyemediler ve farkında olmadan serginin birer parçası da oldular belki de… 

Ahlak, toplum, kurallar, gelenekler… Hepsi de bizim var ettiğimiz kavramlar. Neyi ne kadar bilip nasıl yargılıyoruz. Cadı kazanlarını toplumların ortaya yerlerine koyup da bir çıra da ben atayım diyenlerden miyiz yoksa üfleyerek söneceğini düşünerek o ateşi daha da körükleyenlerden mi? Peki ya ateşe su döken hiç mi yok? 

Sanat ve sevgi ile… 

Şöhret Doğruyol 

28.03.2011 

 
Toplam blog
: 22
: 1578
Kayıt tarihi
: 27.05.10
 
 

Şöhret Doğruyol. Eğitimci sanatsever.....