Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Mayıs '08

 
Kategori
Öykü
 

Bir sonbahar öykülemecisi

BİR SONBAHAR ÖYKÜLEMECİSİ(Öykü/DENEME)

Babama...
Olmadı, hayatımın hiç bir döneminde başaramadı, gözlerim. Bir hüznü kıştan alıp, umutlarını yeşertemedi baharda. Ve hiç beceremedi, içindeki sağanak yağışlarını taşımayı, sıcak bir temmuzun ortasında hiç görmedi, mutlu bir yazı. Herkes gibi benimde vardı, hayatımın gelgitlerinde çırpınan bir kader yazısı. Ve hiç sevmedim yağmurları...

Ki yağmur bulutlarıyla yüklü bir kaderle büyüdüm. Çünkü bilirim yağmurdur, bulutların gözyaşı... Yaşanmış bütün acıları dindiren en masum, en tazyikli yangın söndürücü bir parçası... Belki çocukluğumun en güzel resmi olmuştur, yağmurda ıslanmak... Belki yağmur ağlayan tüm cenazelerde masum bir çocuk olmak... Acıydı... Ağlamaklı... Son bahardı... Ayrılıktı, her devleri şaşırtan irilikteki aşkın sonu... Ve hiç sevmedim, yağmuru...

Yağmur bir hüzündü... Yağmur ağlıyordu yüzü... Hüzün bir yağmurdu... Bir yağmurda kayboldu, yüzü... Sonbahardı... Ve anonim bir şiire, şairin imza atması için en güzel mevsimdi. Soğuktu... Ve hüzün kokan bir öyküye öykülemeci olunacak tek iklimdi... Her yeni bir haftanın başında ki ekimin içinde en sıkıcı sallanan salıydı. Yaşı on beşti... Bir yağmur hüznü notaya döktüğü bir saatte pencere önündeydi, güvercin. Ki hep bir masum tebessüm vardır, güvercinlerde... Ve boynu büküktür hep, Allah’a bakarken. O akşam zaman öyle büyüyordu ki, yelkovan akrebi saatte kim bilir kaç kilo metre hızla kovalıyordu, bilmiyordum. Şair olmaya bir boy farkı atacak kadar uzundu, adım. Küçücük bir öykülemecisiydim, babamın.

Sonbahardı... İnatçı... Ve arsız ağaçların yaşken düşüyordu, yaprakları...
Kapı çalmıştı. İçimden fışkıracak çocuksu sevinçle koşup, açtım kapıyı... Oysa on altısında, doğuştan epilasyonlu, bıyıkları terleyen köse bir gençtim. Hani blue çağında dedikleri... Tam karşımda, bir alışveriş sonrası kangıran olmaya teşebbüs eden parmak ucunda bir yığın poşetlerle, yorgun ve de bitkin abim duruyordu. Yanında, oturduğumuz binanın temeli, argınlıkla hasta bir aile babası gibi ağabeyime yaslanmıştı, evimizin direği... Gözbebeklerinden ele veren bakışlarda sanki biraz alkol koması vardı. Ayakta durmakta zorluk çekiyordu. İki dudağının arasından çıkmakta inat eden. Ve anlaşılmaz bir dille ‘çok ama çok hastayım’ , diyordu. Bebeklerinde daha önce hiç tanımadığımız, siyah pelerinli biri... Ki duvara odaklandığı boş bakışlardan belli korkunun gözleri... Çenesi ve elleri kenetlenmişti. Kan ve ter boşaldıkça, vücudu titriyordu.

Yağmur bir hüzündü... Yağmur ağlıyordu, yüzü... Hüzün bir yağmurdu. Bir yağmurda kayboldu, yüzü...

_Su dedi.

_Tansiyonu yükseldi, herhalde... diye bağırdı, biri.

_Çabuk biri ambulans çağırsın, diye ekledi, abim.

_Hadi canım. Sana su getirdim, aç ağzını hadi... de anneme aitti.

Koskoca bir ‘A’ harfinin yanına dizili bir yığın nokta ile açık, anlayamadığımız bir kelime son sözüydü, babamın. Bakışlarının artık çok uzağındaydık. Ve işte o an daha iyi öğrendim. Bir canın beden çıkması tam beş saniye sürüyordu. Ve yanında birçok can daha yanıyordu. Sokak kapısının önünde soluk alışı... Kan ter içinde salonun kapısını açışı... Ve yere boylu boyunca yatışı... Felç olmuş bir kralın öyküsüydü... Yarım saat kala tahttan düşüşü... Hep rötarı mazeretsiz bir ambulansın sesi, hayallerimdeki kralın sebepli ölüşüydü... Radyodan yükselen ağıt tadında türkülerdi, çocukluğumu çalan... O güne dair kulakta en pas tutacak iki soru vardı, yüreğimde... Neden biri öldüğünde yağmur yağıyordu? Yada neden yağmur yağdığında biri ölüyordu. Sonbahardı... Ekimin ortasında bir Salı akşamıydı... Acının kavrulduğu, hüznün en korku dolu gecesinde bayıldım. Sabah uyanmışlığımla dua ettim, Allah’a... Bütün bu öykülemelerdekilerin birer kabus olması için, ama kabus başroldü içinde bu öykülemenin. Her yanı gül suyu kokuyordu, evin. Her bir selamlaşma bir taziyeydi, eş, dost, herkesin. Tüm ağızlar manşetten vermişti. Tüm gözlerde ağlamaklı aynı haber yazmaktaydı.
Bir vardı, bir yoktu... Gözlerimi açtığımda ilk gördüğüm en namuslu, iyi kalpli ve delikanlı, hayal kahramanıydı, babam. Acısıyla hayatın tüm savaşlarında yıkılmadan savaştı, bu kral... Hayatın en acı şakasını yaptı ölürken bu kral...

Yağmur bir hüzündü... Yağmur ağlıyordu, yüzü... Hüzün bir yağmurdu... Bir yağmurda kayboldu, yüzü... Annemin gözbebeklerinde bir adam, tıpkı babam gibi yakışıklı... Ağlıyordu... Doyumsuz toprakta babam mis gibi gül suyu kokuyordu. Ve annem babamı çok seviyordu.
Ekim 96/Suadiye

 
Toplam blog
: 6
: 507
Kayıt tarihi
: 26.05.08
 
 

1979 yılında Trabzon'da doğdu. 1996 yılında Fenerbahçe Lisesi Tiyatro Grubuna katılarak oyunculuğa b..