Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Ağustos '09

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Bir tatilden aklımda kalanlar 3 (son)

Bir tatilden aklımda kalanlar 3 (son)
 

Herkesin tatil anlayışı farklı. Eğer iznimi alıp şirin bir sahil kasabasında kendimi dinlendireceksem, denize girmek benim için birinci şart… Denize girmek dediysem, öyle yarı beline kadar suda yürüyüp sonra aval aval etrafa bakmak, top oynamak, deve güreşi yapmak, birilerini ıslatmak değil maksat… Yüzmek, yüzmek…

Karada da geniş bir daire çiziyor ufkumuz, gözümüzün alabildiğine bir yerleri görebiliyoruz. Sonsuzluk gibi… Ama yol iz yoksa öyle aklımızın estiği şekilde yürüyemiyoruz.

Oysa denizde, açıklara doğru yüzerken duyduğumuz o boşluk hissi, özgürlüğümüzü de, çaresizliğimizi de birer kanat gibi takıveriyor iki tarafımıza…

Bıraksalar sonsuzluğa kadar gidecekmişiz gibi bir duygu, sanki bizi sürat motoru gibi ileri ittiren bir güç.

Bu kadar hızlı nasıl yol aldığımıza bazen kendimiz bile şaşırıp kalıyoruz.

Sonra dönüp arkamıza baktığımızda -gittiğimiz bir arpa boyu değil belki ama-, hiç de zannettiğimiz kadar kıyıdan uzaklaşamadığımızı fark ediyoruz. Ama yine de dönerken o kısa mesafeyi bile alamayacakmışız gibi bir korku, teğet de olsa aklımızdan geçiveriyor.

Kulaçlarımız sadece olduğumuz yerde durmamıza yardım ediyor sanıyoruz ve yorgun düşüyoruz.

Nedense bu gidiş-geliş süresi bana hep dengesizmiş gibi gelir.

İskeleye tutunup merdivenlerden ağır ağır çıkarken, insanın kendini 5 yıldızlı bir otel büyüklüğündeki translantiği bir kuğu ustalığı ve sessizliğiyle rıhtıma yanaştırmış gibi hissetmesindeki esrar, herhalde bir sonraki denize girişte, yine sonsuzluğu fethe çıkan bir cengaver edasıyla, balıklama dalmaya yarayan bir güç olsa gerek…

*****

Yarı beline kadar suya girenler de, gözden kayboluncaya kadar yüzüp gelenler de, denizden çıkar çıkmaz, üstlerinde kuruyan tuzlu suyun rahatsızlığını duymamak için kendilerini duşun altına atıyorlar.

Şarıl şarıl sürekli akan duşun başında devamlı bir kuyruk.

Düşenebiliyor musunuz, bu mevsimde Karadeniz’den Akdeniz’e sahil boyu denize girilen kaç mekân var… Bu duşlara Kızılırmak’ı bağlasan suyu yetmez.

Su ve susuzluk kavramını bir kere daha ciddi şekilde düşünüyorum.

Her denize girişten sonra duş almamıza rağmen, eve gidince banyoya girmekten de geri kalmıyoruz. Biliyorsunuz, Ege ve Akdeniz’de tatil köylerinin, otellerin, pansiyonları hemen hepsi güneş enerjisi ile ısıtılıyor.

Sıcak su size ulaşıncaya kadar bir banyoluk soğuk suyu boşu boşuna akıtmak zorundasınız. Yine de sularımız yetiyor maşallah… (Yağmurlarımızı eksik etme Allahım…)

*****

Ünlü şairimiz Yahya Kemal’in, “Ankara’nın nesini seversiniz sorusuna verdiği, “İstanbul’a dönüşünü…” cevabını bilmeyenimiz yoktur.

Ancak tatil dönüşü, insana Ankara dönüşü gibi zevk vermiyor. Tam tersine son birkaç gün bir huzursuzluk kemiriyor insanın içini… Ya tatile doyamamış oluyorsunuz, biraz daha kalabilseydik diye hayıflanıyorsunuz, ya da yaşadığınız o güzelliklerin hepsi gözünüzün önünden silinip yeniden başlayacak stresli günlerin kâbusu çöküyor üstünüze… Sizin anlayacağınız dönüşler hüzünlü oluyor…

Biz nedense bu sefer çok farklı bir duygu yaşadık. Resmen tatile, denize doyduğumuzu hissettik ve evimize dönmenin özlemini yaşadık… Seneye inşallah yine benzer bir imkâna kavuşmamız dileği ve duasıyla…


*****

Otobüsün kalkış saatinden biraz önce gara gelip eşyalarımızı emanete bıraktık. Emanetçi dükkanının olduğu yer, geçmiş yıllarda “Karadeveci” firmasının yazıhanesiydi.

35-40 yıl önce Bodrum Bodrum’ken bu şirin kente gidenler, İzmir’den sonra kendilerini bu güzel beldeye ulaştıran tek vasıtanın Karadeveci firmasının otobüsleri olduğunu çok iyi hatırlayacaklardır.

Kırk, belki de daha fazlı yılı aşan bir geçmişten sonra (Uludağ sözlük’te 1942 yılında kurulduğu söyleniyor, ama teyit edemedim), geçtiğimiz yıllarda firmanın İzmir-Bodrum hattına ilaveten, Muğla, İstanbul, Ankara seferlerine de başladığını görmüştüm.

Küçücük bir işletme bile olsa, iş sahası açan, istihdam yaratan teşebbüsleri seviyorum ve onların büyüdüklerini gördükçe, başarılarına şahit oldukça müthiş seviniyorum.

Aksi bir gelişme, yani bir firmanın kapanması, mücadeleyi kaybetmiş olması da beni üzüntüye garkediyor.

Karadeveci yazıhanesinin kapanmış olması, üstelik “emanetçi” olarak da burayı Metro firmasının işletmesi, birdenbire içime bir kurt düşürdü. Demek ki Karadeveci satılmış dedim.

Merakımı yenemeyip Pamukkale görevlisine “Karadeveci Metro’ya mı satıldı?” diye sordum. Aldığım cevap “Maalesef”ti. Hiç farkında olmadan dudaklarımdan “yazık olmuş” sözleri döküldü. “Hem de ne yazık oldu” diye beni teyit etti o görevli…

Bilmiyorum Metro yetkilileri bu adı yaşatmak isterler mi ama, ben köklü firmalarımızın olmasını, uzun yıllar hizmet etmesini istiyorum. Türkiye bu açıdan ne yazık ki çok fakir.

*****

Bu duygularla otobüse bindik. Gözlerim Turgut Reis’in otogarında otobüs yazıhanelerini tarıyor radar gibi… Ne işime yarayacaksa… Bu arada bir türlü irtibat kuramadığım bir şeyle karşılaştım. Boss firmasının ışıklı reklamının üstüne bir siyasi parti bayrağı asılmıştı. Kimbilir bir bildikleri ya da konuyla bir bağlantısı vardı herhalde…

*****

Otobüsümüz hareket ettikten birkaç dakika sonra İslam Haneleri mevkiini geçtiğimizde maalesef bir yangınla karşılaştık. Orman yine yanıyordu. O gün oldukça serin bir hava vardı, ve saat akşamın sekiz buçuğuydu.

Yani sıcaktan otların tutuşması filan gibi bir ihtimal yoktu. Kasti olarak böyle bir felâketi çağıranların, ülkenin insana nefes aldıran kaynaklarını kurutmayı amaçlayanların, insanlıkla uzaktan yakından ilgisi olmayanların bu tür ihanetleri için ben gerçekten söyleyecek söz bulamıyorum.

*****

Otobüsümüz Milas’a girerken otogarda büyük bir kalabalık ve kulağımıza âşinâ gelen sesler vardı. Bir asker uğurlamasıyla karşı karşıyaydık… Üstelik askere giden genç de bizim otobüsümüzün yolcusuymuş.

“En büyük asker bizim asker” haykırışları arasında, yakınları biricik yavrularını gözyaşlarıyla uğurladılar. Askere gitmek her Türk gencinin seve seve yaptığı kutsal bir görev. Allah’a şükür ülkemiz 85 yıldır düşmanla bir savaşa girmiş de değil.

Ama son yıllarda askerlerimiz, bu kutsal göreve giderken içleri buruk şekilde âdetâ meçhul bir yolculuğa çıkıyorlarmış gibi... Çünkü tam tabiriyle işin içinde gidip de dönmemek var…

Binlerce ananın yüreğini yakan, on binlerce aileyi perişan eden terör belâsı, “askerlik” denince yüreklere bir ürperti düşürüveriyor.

İstanbul’da bir garnizonda nöbet tutmak da var, Şırnak’tan bayrağa sarılıp gelmek de… Kimbilir, eğlence, cümbüş içinde uğurlanıyormuş gibi baba ocağından ayrılan bu gençlerin zihninde nasıl bir atmosfer var?

Bir yakınıyla beraber otobüse binen tertip, sessiz sedasız yerine oturup, bizim aslâ tahmin edemeyeceğimiz duygularıyla baş başa kalıyor.

*****

Gecenin tam yarısına doğru İzmir otogarına girdiğimizde, Milas benzeri bir manzarayla karşılaşıyoruz.Yine bir asker uğurlaması, yine beyinlerde zonklayan davul zurna sesleri, en büyük asker nakaratları…

Fakat Milas’takinden farklı bir tarafı var. Otobüsten inen bizim Milaslı genç, bir köşede az önce kendisi için yapılan seremoninin aynısını bambaşka duygularla izliyor. Neler düşündüğünü elbette anlamamıza imkân yok.

İkisi de ve hepsi de, barış yolunu seçmiş bir Türkiye’nin evlatları olarak sağ salim ailelerine, sevdiklerine dönerler inşallah…

*****

Tatilin ve Bodrum’un anlatılacak güzellikleri ve özellikleri elbette bitmez. Ancak her şeyin bir sonu ve sınırı var.

Her akşam Turgutreis’e yaptığımız yürüyüşlerde Can’ın bize ayak uydurmasını sağlayan “lokma”ları, balkonumuza konarak bize kendini yakından seyrettiren “baykuş”ları, kedi mi fare mi diye diye geçirdiğimiz şaşkın ve korkulu saniyelerden sonra ne kadar da sevimli bir hayvan olduğunu fark ettiğimiz “kirpi”yi, Can'ın ısrarıyla yaptığımız "mangal"ı ve daha buna benzer pek çok konuyu da anlatmak isterdim ama, bu kadar yeter deyip “Bir Tatilden aklımda kalanlar”a noktayı koyuyorum efendim. Son.

 
Toplam blog
: 859
: 979
Kayıt tarihi
: 21.06.06
 
 

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu, ekonomik..