Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Kasım '14

 
Kategori
Tiyatro
 

Bir Tiyatro oyunundan daha fazlası

Bir Tiyatro oyunundan daha fazlası
 

Bundan yıllar yıllar önce; sanırım 10-11 yaşlarındaydık. Kuzenim ve ben harçlıklarımızı biriktirip Bursa Ahmet Vefik Paşa Tiyatrosu’nda, afişleri haftalar önce asılan bir çocuk oyununa gitmiştik.

Adı; “Gökkuşağının Ötesindeki Oyuncaklar Ülkesi” idi. “Kendimize zaman ayıralım, kaliteli vakit geçirelim.” demiştik. Bilet gişesine gitmeden önce, sabah bu cümleleri kurduğumuzu hatırlıyorum. Kimden duyduk. Nereden kulağımıza çalındı bilmiyorum ama tiyatronun önemli olduğunu bir yerlerden biliyorduk. Öyle bizi elimizden tutup; “hadi yavrum tiyatroya gidiyoruz!” diyen ailelerimiz de yoktu. Salçalı ekmek ve Uludağ gazozunun eşlik ettiği, en uygun “merdivenli arkadaş evinin kapısının önünü” yer tayin ettiğimiz öğle yemeklerimiz ve günlük oyunlarımız sosyal hayatımızın ta kendisiydi. Bir de zillere basıp kaçardık; hareket olsun, biraz heyecan olsun diye! Olurdu da evet!

Gökkuşağının Ötesindeki Oyuncaklar Ülkesi; simsiyah bir sahnede, oyuncuların renkli kuklalara can ve ses verdiği hayatımın ilk tiyatro oyunuydu. Kukla tencereler konuşuyor, oyuncak kaşıklar dans ediyordu. Gözlerimi kırpamıyordum. Çünkü inanamıyordum. Rengarenk kuklaların bir anını kaçıracağım diye aklım çıkıyordu.

Kuklalar sürekli gülümsüyorlardı. Mutluydular. Hepsi arkadaşlardı. Birden kalbim büyüdü büyüdü kocaman oldu. Salondaki tüm çocuklarla arkadaş olduğumu hissettim. Aynı yerde aynı mutluluğu yaşıyor, gülümsüyor ve bu mutluluğumuzu paylaşıyorduk. Sevgili kuzenim ve ben oyunu nefes almadan izledik. Kollarımı bile koyduğum yerden kaldırmıyordum büyü bozulmasın diye. Oyun bittiğinde solumda oturan kuzenimle birbirimize bakıp gülüştüğümüzü hatırlıyorum.

Sonunda oyuncular bizi selamladı. Hepsi sahne ile uyumlu siyah giyinmiş üç abi, üç abla. Kendi adıma utanmıştım. Bizden büyüklerdi, ellerindeki kuklalarla bizi selamlıyorlardı. Mutluydular ve gülümsüyorlardı. Özellikle; bıyıklı, hafif uzun saçlı genç sanatçının yüzündeki o gülümsemeyi, selam verirken kollarını coşkuyla açıp dünyadaki tüm çocukları kucaklar gibi biraz öne çıkarak eğilmesini ve tüm bunları yaparken hala kocaman kocaman gülümsemesini hala unutamıyorum.

 Aradan yaklaşık 18 yıl geçti.18 yıl boyunca hemen hemen her gece gözlerimi kapadığımda mutlaka o oyun gözümün önüne gelir. Konuşan tencere, dans eden kaşıklar, uçan tırtıl…ve bizi gülümseyerek, kucaklayarak selamlayan sanatçılar. Mutlu oluyorum. Kalbim tıpkı o zamanki gibi büyüyor kocaman oluyor.

O yaşlarda kuzenimle bir çocukluk anıma (artık ne kadar bilinçliydik bunu yaparken bilemiyorum ama) sanat kattığım için kıvanç duymuştum kendimle. Oyuna girmeden önce herkese anlatırım demiştim. Ama kimseye anlatmadım. Çünkü kuzenimle bizim özelimizdi. Annemlere bile anlatmadım. Gerçi annemlere anlatmamın birçok sebebi vardı;
 Birincisi; oyundan sonra yediğimiz şeylerin parasını harçlıklarımdan arttırmamıştım. Sahip olduğum; beyaz kedili bir kartpostal, balon, anahtarlık, kokulu defter, silgi ve simli kalemden oluşan değerli eşyalarımı annenannemin evinin kapısının önündeki merdivenlerde çekilişe sunmuştum. Çoğu kağıt boştu mahallenin çocukları ve yakın arkadaşlarıma anahtarlık ve balon dışında bir şeyimi de bırakmadım zaten. Özellikle beyaz kedili kartpostalım benim için hayati öneme sahipti. Onu yazmadım bile! İşte nedense annemin tüm tezgahı sezeceğinden acayip korkmuştum. Halbuki nereden bilecek!
 İkincisi; Gözlerimi kocaman kocaman açıp o zamanlar içimde pek de bulunmayan tüm masumiyetimi ve saflığımı yüzümde toplayıp; “Biz bugün tiyatroya gittik anneciğim” desem tepkisini asla ve hala kestiremiyorum. Ne derdi acaba ? Bir de kuklalı bir tiyatro! Sen koru Allahım!
 Üçüncüsü; Bu bir sırdı. Bilal ile bizim sırrımız. O bizim ilk tiyatro oyunumuzdu. Sonraki yıllar ergenleşip aklımız başka şeylere kayıncaya kadar hep bundan konuştuk.

Ama şanslı veletlerdik. Sabahtan akşama kadar sokaklarda gezinir eve asla hesap vermezdik. Zaten çok da üstünde durmazlardı. Bursa’yı avucumuzun için gibi bilirdik. Çingene mahallesinden sağlam arkadaşlarımız vardı. Arkamız sağlamdı.

Bu özgürlüğümüzün sadece bir gününü tiyatroya giderek geçirdik. O günden sonra ikimize de bir haller olmuştu. Mahallemizdeki emektar Cilo kırtasiyeden kitap aldık. Heykel’e yolumuz düştüğünde Ahmet Vefik Paşa Tiyatrosu’nun önünden özellikle geçer olduk. Sonra hiçbir şey için; “bu olmaz” demedik ve kabul etmedik. Çünkü biz konuşan bir tencere görmüştük. Dans eden bir kaşıkla beraber dans edip gülmüştük. Karanlıklardan çıkıp gelen renkleri görmüş, sesleri duymuştuk. Gerçekçi olup imkansızı ister olmuştuk. Bu durum bir süre sonra annelerimizde baygınlık etkisi yaratsa da!

Kısacası çocuklarınızı tiyatroya götürün!
 Uçan tırtıllar, konuşan tencereler, sevgi dolu yılanlar tanısınlar. Dünyada onları hiç tanımadığı halde, kendilerini mutlu etmekten zevk alan, onları kocaman kucaklayan insanların, sanatçıların var olduğunu bilsinler. Buna zaten değer verip, saygı duyacaklardır. Bizim gibi!

Karanlık bir sahneden onlara merhaba diyen renklerle 18 yıllık renkli bir mutlulukları olur. Değer katarlar her şeye. Kocaman severler tüm dünyayı. Bir tiyatro oyunu hayatlarının ta kendisi olur.

 

 

 
Toplam blog
: 10
: 205
Kayıt tarihi
: 06.08.12
 
 

    ..