Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Kasım '11

 
Kategori
Trafik
 

Bir trafik hayâl edin ki...

Bir trafik hayâl edin ki...
 

Acı bir fren sesiyle olduğum yerde kalakaldım! Trafik ışıklarının bulunmadığı bir yaya geçidinin tam ortasındaydım! Kalbim deli gibi atıyordu. Korkmuştum!

“Önüne baksana ulan!” diye bağırıyordu biri !

Kafamı çevirip, bir cumartesi sabahında böylesine güzel sözlerle bana seslenen insanı görmek istedim! Yolun ortasında duran, tek rakibim THY dercesine sürdüğü minibüsünde ayaktaki yolcuları panik fren nedeniyle sağa sola savuran, yarı beline kadar camdan sarkan ve ben yaya geçidindeyim demem halinde eline aldığı levyeyle üzerime atlayacak apoletsiz kaptan şoförümüz bana bakıyordu! Gözlerindeki kin ve beni yok etme arzusu öylesine görünür ve hissedilirdi ki...

Ne yapmıştım? Yaya geçidinden karşıya geçmek istemiştim. Peki, hatam neydi? Bu ülkede yol üstünlüğünün yayaya değil, araçlara ait olduğunu unutmuştum!! Yani, İstanbul gibi bir metropolde trafiğin hiç durmadığı düşünülecek olursa -trafik ışıklı geçitler dışında- bir yayanın karşıdan karşıya geçmesi mümkün değildi.

Hayatımın çoğunu medeniyeti bizden farklı yorumlayan ülkelerde geçiriyorum. Ayağınızı daha yaya geçidine attığınızda 100 mt ötede frene basıyor araçlar. Korna sadece acil durumlarda çalınıyor, kırmızıda geçilmiyor, seyir halinde zikzaklar yapılmıyor, şoförlüğün sadece direksiyon tutmaktan ibaret olduğuna inanılmıyor, sollayan arabaya yol vermemek için gaza basılmıyor, bayan şoförler sıkıştırılmıyor, kaza olduğunda yumruklaşılmıyor; "haydee, Trafalgar'a, Eyfel'e... Sıkışalım Coni Amca, arkaya ilerleyelim Meri Teyze..." diye yırtınan çığırtkanlar, havalı kornalarıyla Miles Davis'i anan minibüsler de bulunmuyor! İşte, trafik anlayışındaki bu derin farkı kısa zaman dilimlerinde tolere etmekte zorlanıyorum bazen. Nerede olduğumu unutuyorum ve şoför arkadaşları da kızdırıyorum! Ezecekler beni bir gün, biliyorum!

O, nasıl çalıştığını bugün bile anlayamadığım korkunç gürültülü motoru yetmezmiş gibi bir de havalı kornasıyla bas bas müşteri çağıran dikdörtgen prizma minibüsleri ilk gördüğümde genç delikanlıydım! Aslında arka dingili dört tekerliydi ama ikisini çıkartıyorlardı ki ağır vasıta ehliyeti gerekmesin! O yükseklikteki bir aracın dengesizliğini düşünebiliyor musunuz! Vücudunuzdan bir böbreğinizin ya da ciğerinizin çıkartılması gibi bir şey! Yıllar önce Topkapı'da bu nedenle devrilen bir minibüsün içindeydim. Araç kapı yönüne devrilmişti ve ben de ayakta seyahat ettiğim için onca insan üzerime yığılmıştı. O travmayı yıllarca üzerimden atamadım ve hâlâ da mecbur kalmadıkça minibüse binmiyorum. Sonraki yıllarda emin olduğum bir gerçek daha vardı. Kesinlikle ruhsatlarında, “trafik kurallarından muaftır.” yazıyordu! Kırmızıda geçmek, yolun ortasında yolcu indirip-bindirmek, özgürce korna çalmak, ara gaz vermek; sol kol yarısına kadar camdan dışarıda, sağ el janti biçimde vites kolunda, radyoda damardan müzik serbestti. Bu araçlarda eminim sinyal kolu da bulunmuyordu, çünkü sinyale gerek yoktu. Yolların derebeyiydi onlar. Okul Minibüsü tanımındaki TIRbüs'lerden bahsetmiyorum hiç. Her geçen yıl biraz daha uzuyorlar! Kendi çocukluğum geliyor aklıma da, bata çıka karlarda yürürdüm okula. Islanan ayakkabılarımızı da sınıfın sobasının kenarında kuruturduk. Hep diyorum, keşke bir 20 yıl daha erken gelseydim dünyaya. Ama yine de mutluyum damalı Chevrolet'leri, Dodge'ları görebildiğime!

Geçmek bilmedi o bir iki saniye! Tepkimi merak eden şoföre “hatalıyım, çok özür dilerim” derken saygıyla elimi kaldırdım ve arka arka yürüyerek kaldırıma döndüm! Bu arada o da affetme erdeminin ona yaşattığı gururla başını iki yana sallıyordu! Çok üzmüştüm sabah sabah adamcağızı! Yaya geçidinden geçmek de neydi! Minibüse binmeli, son durağa gitmeliydim. Sonra da bir başka minibüsle geri dönmeli ve karşıya geçmek istediğim noktada inmeliydim! Gülmeyin!! Yayaların her an ölüm riski taşıdığı İstanbul'da en emniyetli çözüm bu!! Ya da şöyle bir mezar taşı hayâl edin: Ne şehittir ne gazi, mok yoluna gitti Niyazi !

Birbirimize saygı duymayı elbet öğreneceğiz ve bu kural tanımaz bıçkınlardan da, prizmatik ölüm makinelerinden de bir gün kurtulacağız. Ama ben o günü görür müyüm, işte bundan pek emin değilim! Çünkü bankalardan, marketlerden, telefonculardan kurtulsam da şu çakma kaptanlardan biri beni bir gün mutlaka ezecek!

 
Toplam blog
: 462
: 1159
Kayıt tarihi
: 07.03.09
 
 

Ne güzel bloglar yazdık, ne muhteşem dostluklar kurduk; onlar kaldı baki... ..