Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Aralık '08

 
Kategori
Sinema
 

Bir Türk filmi: Issız Adam

Bir Türk filmi: Issız Adam
 

Sevdiği adamın kollarından sıyrılıp yüzüne baktı kadın, sevgisinin izlerini arar gibi. “Mavi-yeşil bir şey, mavi bir telaş var yüzünde.” diyordu adama, adam; “Telaşı at mavi kalsın sadece.” dedi. Ada ve Alper. Tenlerini paylaşana kadar geçen sürede az uğraşmadılar birbirleriyle. Alper büyükşehirde; İstanbul’da, tek başına yaşayan, bu tek başınalığını kazancının ve erkek olmasının gücüyle birleştirip, teknolojinin olanaklarını da kullanarak, farklı cinsel zevklerin peşinde koşan biri. Ada ise, o güne kadar yaşadığı sevgilerden; sevgisizliklerden yıpranmış, yılmış, tekrar aynı sevgisizliği yaşamak istemeyen ve bu yüzden de tek başına olmayı tercih edip, duygusallığını bir yana atmaya çalışarak, güçlü durmaya çalışan bir kadın.

Ve bu iki farklı insan ilkin bir kitapçıda rastlaştılar. İkinci el hayat gibi, Ada ikinci el kitapların, Alper’se eski plakların derdindeydi. Ada’nın bulamadığı bir kitabı bulduğunu sanarak peşi sıra koşan Alper, onu, çocukların hayallerini gerçekleştirdiği; masal kahramanı giysiler diktiği dükkânına kadar takip etti. Yemek yapma becerilerini artık sadece özel müşterilerine sergilediği ünlü bir lokantanın sahibi olan Alper, bu kez becerilerini Ada’yı tavlamak için kullandı; havuçlu kek yaparak dükkânına gitti ama keki birlikte yemek kısmet olmadı. Yanında çay da içemediler, cilveleşir gibi yaptıkları ağız kavgası sonrasında çayı Alper’in gömleği içti. Ne kadar geri dursa da, nedense peşini bırakmayan hem de hoş bir şekilde bırakmayan Alper’e “kanıverdi” sonunda Ada. Sevgili oldular; elele sarmaş dolaş yollarda ya da yalnız yaşamaya alışmış, aynı yatakta, sevişmenin dışında başka kadınla yatmayan Alper’in yatağında birlikte uyuyarak. Zamanla birlikte kahvaltı yaparak. Ada geçmişten gelen bütün korkularına rağmen koyuverdi kendisini ve buna en yakın kız arkadaşı da şahitlik etti.

Sonra bir türlü gidemediği(!) memleketinden annesi geldi Alper’in; hani hepimizi var eden ailemiz vardır ya; işte onun temel direği olan anne. Alper’in böylesi ünlü bir mesleği yapmasının, onun ders çalıştığı odada kuzinenin üzerinde yaptığı yemeklerle “nedeni” olan anne. Oğluna inanarak ilk sermayesini sağlayan baba ise artık hayatta değildir.

Anne… İzleyiciye çok tanıdık gelen annelerden biri. Hani memleketten gelirken sarma yapıp getiren… Getirdiklerini de hani pazara çıkılan çantalara koyan, başı eşarplı, ayağı kalın çoraplı anne. Oğlunun ünlü lokantasında yemek yerken, işini yapan garsona yardım etmeye çalışan anne… Ve “Paris” gibi bir mekânda, yemeklerini sunan, ailesinden tamamen farklı bir yaşantıyı yaşayan oğulun, annesinden adeta kaçınılmaz “utancı”. Şimdilerde bir çoğumuzun unuttuğu, Semiramis Pekkan’ın “Bana yalan söylediler”, Ayla Dikmen’in “Anlamazdın” ya da Nil Burak’ın “Yalnızım ben”…. şarkılarında “eski hayatları” yaşamanın peşinde koşan ama kendini “var” eden ailesinden, “eski” yaşantısını anımsatan; varlığıyla ortaya koyan annesinden utanan bir evlat; Alper.

Alper’in sıkıntısını anlayıp, bir akraba düğününe gelen anneye, Ada sahip çıktı ama bu onun için pek de iyi olmadı. Ada’nın “klasik kız” davranışları sonrasında ve tam da Ada’nın artık Alper’e güvenip, “Bu adam benim hayatımda var, ben de onun hayatında varım.” dediği anda… Hiç beklemediği bir anda… Alper; “Ayrılalım.” dedi. Ayrılalım… Ayrıldılar. Herkes acıdan kendisine düşen payı yaşadı. İlk anda sevgisini yüreğinden kanatırcasına koparan Ada’nın acısı daha büyük görünse de zamanla Alper’in yüreği daha çok acıdı. Sonra?.. Yaşanmayan bir sevda daha ve yıllar sonra merhabalaşan iki eski sevdalı… Peki sevdaları? O eskimiş miydi dersiniz? Bunu, Çağan ırmak tarafından seyircisine adanmış bu filmi izlerseniz öğrenebilirsiniz.

İyi seyirler olsun.

 
Toplam blog
: 210
: 3227
Kayıt tarihi
: 29.03.07
 
 

Yazmak... Öyle güzel, öyle hoş ve öyle derin bir eylem ki!.. Olmazları bile oldurabiliyorsun. "Ke..