Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Aralık '09

 
Kategori
Sinema
 

Bir Türk filmi: Neşeli Hayat*

Bir Türk filmi: Neşeli Hayat*
 

Sonunda "Neşeli Günler" filmine gidebildim. Onu en sona bırakmıştım; nasılsa o çok yakınımdaki alışveriş merkezindeki sinemalarda hala gösterimi devam ediyordu. İyi gişe yapıyor olmalıydı. Bu yüzden hafta içi bile olsa, ne olur ne olmaz diyerek biraz erken gittim. Korktuğum başıma gelmedi. Üstelik biletimi, teknolojinin getirdiği kolaylıkla, ekrandan görerek aldım. Hani bazı sinema salonlarını enine ikiye bölen yürüme alanının hemen önündeki sıranın tam ortasındaki koltuğu; sekizinci koltuğu aldım. Birkaç mağaza gezdikten sonra izleme saati geldiğinde, kocaman bir paket patlamış mısırım ve sade gazozumla, herkesi arkama alarak büyük bir keyifle oturdum ve ışıklar sönüp de film başladığında, arkadaki bir çiftin gereksiz fısıldaşmalarına kulaklarımı tıkamaya çalışarak "tek başıma" filmi izlemeye başladım. Film izlemek için her şey çok güzeldi.

Ya film? Bir gecekondu mahallesinde yaşayanların hayata tutunma çabaları, büyükşehrin koşuşturması içinde ve büyükşehrin simgesi haline gelen alışveriş merkezinden yansıtılan yaşamlarla kıyaslanarak anlatılıyordu. Bir yanda tuzu kuru insanlar ve onlara hizmet veren yine tuzu kuru işverenlerle bu tuzların kuru olması için, hayatları "ıslak" geçen, bir "şemsiye" altına sığınmaya çalışan insanlar… Tam işsizliğin ortasında, ıslak kediler gibi çaresiz kalakalmışken, daha güzel, daha güvenilir yaşamak için, kendilerine sunulan, daha doğrusu; güzel giysili, bakımlı, neşeli insanlarla, keyifli müzik eşliğinde pazarlanan "şemsiye" yi alıp, ıslanmaktan kurtulmak isteyenler. Ve doğal olarak şemsiyenin sapı elinde kalan insanlar. İşte bu olaya öncülük ettiği ve arkadaşlarını da inandırdığı için, onların da kendisiyle batmasına neden olan Rıza, yakasından düşmemek konusunda mahkemeye verecek kadar ciddi olan mahalle komşularına olan borcunu ödemek için, "ne iş olsa" yapmak zorundadır. Bu yüzden kendisiyle çelişse de öyle bir iş(!) yapar ki, karısına bile söylemeye utanır. Yılbaşı nedeniyle, hani şu çok doğal ve kolay vakit geçirdiğimiz, çok kolay para harcadığımız alışveriş merkezlerinin birinde, insanlar güle oynaya alışveriş yapsın diye, Noel Baba kılığında çocukları eğlendirmektedir.

Ama Rıza ve ailesinin yaşadığı dramatik hayatı, Rıza’nın sürekli kaşları eğik, gülmeyen yüzünden anlayıp bir türlü içselleştiremediğiniz gibi, tıpkı Noel Baba olmanın utanılacak bir iş olduğunu da "bakarak" içselleştiremiyorsunuz da filmi izledikçe ve "söylendikçe" içselleştirmeye çalışıyorsunuz. Noel kutlamasıyla ilgili cuma namazı ve hutbenin kullanması da ne kadar anlamlı bilemedim. Tıpkı, bu namazları önemseyen, Rıza’nın büyük kaynının ailesinin, sonunda para kazandığı için artık “Noel Baba” olmaktan utanmayarak, üçkağıtçı küçük kaynının düğününe gelen Noel Baba ile resim çektirmek istemesi ve bu resmi de o "baba"nın çekmesinin ne kadar "vurgulayıcı" olduğunu anlayamadığım gibi.

Başka anlayamadığım şeyler de var; yatak odasının penceresinin açıldığı odada uyuyan ve elektrik parası çok gelecek diye sürekli uyarılan ki böylece ne kadar "parasız" olduklarını anlıyorsunuz, işsiz ama tuzu kuru kaynın, nasıl olup da, “keyifle” gebe bıraktığı kızla olan düğünlerinin, her şeye rağmen “dört dörtlük” yapılabilmesi. Düğünde “Noel Baba” sayesinde toplanan paraların, takıların bolluğu ve Noel Baba’ya inanan çocukların inançlarının “gerçek” olması vurgusu.

İzlediklerim bana Münir Özkul (Baba) ve Adile Naşit’li (Anne) filmleri anımsattı. Anne para istediğinde ya da “Kızın düğününü nasıl yapacağız?” dediğinde, babanın başındaki bereyi çıkarıp da, başını bir okşayışı vardır ki!.. Parasızlığını, çaresizliğini siz de yaşardınız. Onların oynadıkları; yaşadıkları dram inandırıcıydı, içiniz ezilir, gözleriniz dolardı ama birden öyle şeyler olurdu ki, hayatlarındaki ironiye gülerken bulurdunuz kendinizi. Ve en ufak bir sorunda birbirlerine kenetlenmeleri… İlle de, gururlarından kaynaklanan, insana kendini iyi hissettiren, düzene başkaldırışlarındaki inandırıcılık.

Bu filmde ise ne dramı anlayıp üzülebildim, ne çelişkilerden kaynaklanan ironiye gülebildim. İki arada bir derede bir film olmuş işte. Ve "yüzüm eskimesin" cümlesinin ne anlama geldiğini fark ettim. Çok izleyemememe rağmen “Çok güzel hareketler bunlar” da oynayan oyuncuların yüzleri eskimişti.

Yine de filmin öncesini bir yana bırakırsanız son on beş dakikası kendi başına güzeldi. Ayrıca Cezmi Baskın’ın oynadığı “namus” diye tutturan birkaç dakikalık, “kız babası” rolü ise, gerek ettiği laflarla gerek tiplemesiyle ve ille de lastikli numaralı gözlükleriyle müthişti. Bir de Rıza’nın evinin, o küçücük gecekondunun içine sığmayan mavi-kırmızı çiçekli basma perdeleri müthişti.

Ne olursa olsun, filmde çalışan, oynayan, düşünen… herkesin ille de Yılmaz Erdoğan’ın emeğine sağlık. Sevgiler, sinema salonlarında izlenen filmlerden yansıyan mavilerle.

* Filmin adını her yazışımda nedense hep “Neşeli Günler” yazdım. Hani şu Münir Özkul’la Adile Naşit’in turşuculuk yüzünden kavga ettikleri, hatta ayrıldıkları(!) film.

 
Toplam blog
: 210
: 3227
Kayıt tarihi
: 29.03.07
 
 

Yazmak... Öyle güzel, öyle hoş ve öyle derin bir eylem ki!.. Olmazları bile oldurabiliyorsun. "Ke..