- Kategori
- Gündelik Yaşam
- Okunma Sayısı
- 148
Bir Tutam İstanbul

“Arkana bile bakmadan gitmek istersin /Öyle her şeyi bırakmana falan da gerek yok/ Anıları bırakabilsen yeter…” E.Cansever
Galata Köprüsünden Karaköy’e Haliç’i seyrederek yürüyorum. Bir elimde çocukluğum, bir elimde gençliğim. Hem İstanbul’u anlatıyorum onlara hem de kendimi. Az buz değil, kırk beş yıl öncesinden başlıyorum anlatmaya. Eminönü’ne gelip de Tahtakale’de başlayan iş hayatımı anlatmadan geçmek olur mu?
İstanbul’un ne ararsan bulduğun, belki de en yoğun, en karmaşık semti Tahtakale. Ve ben çoraplarımdan, bakışlarımdaki ürkekliğe kadar henüz okul çocuğuyum, lise sonda tek dersten beklemeli. Oysa üniversite sınavlarını kazanmışım, hem de istediğim fakülteyi. Ankara SBF. Çok mutsuzum.
Kimsenin yapabileceği bir şey yok.
Aslında bir şey yapabilecek kimsem de yok!
PTT Tahtakale santralinde işe başlıyorum. Ertesi sene o kadar iyi geçmiyor sınavlar. Bir önceki yıldan aklımda kalanlarla İ.T.İ.A ile yetiniyorum. Okulların açıldığı hafta grup amiri yanıma geliyor. “Bak” diyor, “Öyle sınavdı, okuldu, izin istemek yok. Ya çalış, ya da oku!”
Susuyorum… İkisine de mecbur olduğumu anlatamıyorum.
Birkaç yıl sonra bir başka işe giriyorum. Dar sokaklardan, insan kokularından, yapış yapış kalabalıktan feraha çıkış oluyor benim için. Beyoğlu’nda çalışıyorum artık. Beyoğlu’nun Beyoğlu olduğu zamanlar… Bambaşka bir dünya burası. Işıl ışıl, pırıl pırıl… 70’li yılların başları. Bir gün patron elimde kitaplarımı görüyor:
“Sen okuyor musun?”
“Evet,” derken yaramazlık yaparken yakalanmış bir çocuk gibiyim.
“Neden okula gittiğini söylemedin?”
“Söyleseydim işe almazdınız.”
“Ama şimdi çıkarabilirim!”
Blöf yapıyor. Benden memnun, her işi yapıyorum. Kasa, faturalar, siparişler her şey yolunda gidiyor.
“ Okul için izin istemek yok ama.”
“Yok!” diyorum.
&
Okul bittikten sonra patronların söylemi de değişiyor.
“Siz yeni evlisiniz, çocuk doğurursunuz. İşler aksar.”
Doğurmayayım mı? Şimdikiler çocuk da yapıyor, kariyer de! Çocuk doğuran kadın çalışamaz mı?
Israrla, “Hayır, doğurmam” dememi bekliyor.
Diyemem… Bir buçuk aylık hamileyim!
Nihayet utandığımı sanarak üstelemekten vazgeçiyor. Deneme süresini atlatana kadar saklıyorum. Sonrasında kıyamet kopuyor, bölüm şefi zorlukla ikna ediyor müdürü. İşimi kurtardığım için mutluyum. Ama yıl sonu ikramiyesi verilmiyor bana. Süt izni de. Ve bunlar ülkemin en büyük holdingine bağlı bir kurumda gerçekleşiyor… Kanuni haklar mı, dediniz? Geçiniz efendim!
“Karaköy’den rıhtım boyunca mı yürüyelim, yoksa Tünel’e mi çıkalım?”
Sorum yanıtsız kaldığında bakıyorum ki ellerinden tuttuğum çocukluğumla gençliğim beni çoktan terk etmiş. Uzak anılarla birlikte ruhumun tavanarasındaki yerlerini almışlar bile. Sanki ikisi de yıllar önce değil de az önce elimden kayıp gitmiş gibi incecik bir sızı duyuyorum içimde. Zaman belli bir yaştan sonra daha mı çabuk geçiyor ne? Aslında “İnsanda hayallerin yerini anılar almaya başlamışsa, yaşlılık başlamış demektir.”* derler. Bizde de başladı başlamasına da, ne gam? Ben hâlâ hayal de kurabiliyorum…
* J.Bieuer
-Devam edecek…-
Önerilerine Ekle Beğendiğiniz blogları önerin, herkes okusun.

Devamını istiyoruz:-) Yakın dönem beyaz yakalı tarihini de içeriyor yazdıklarınız. Biraz Polyannacılık olarak algılanmaz ise şunu eklemek istiyorum; O yaşadıklarınız bugün ki sizi yarattı. Bizler de bu güzel yazıları bu yüzden okuyoruz. Sonu güzel biten bütün öyküler acılarla yazılmaz mı... Dostlukla...
yeşilsoğan 06.08.2018 13:42- Cevap :
- Bir tek sizin dikkatinizi çekse de devamını yazacağım yakın bir zamanda. Son cümlenize katılıyorum, ama bilmenizi isterim ki, yanınızda yaranızı üfleyecek biri olmadığında, canınız daha çok yanıyor... Ve siz bazen kelimelerle, bazen resimle, bazen notalarla kendi kendinizi sağaltmayı öğreniyorsunuz. Teşekkürlerimle... 07.08.2018 22:43