- Kategori
- Gündelik Yaşam
Bir üzümün getirdikleri
Anadolum güzel insanları, ışığı ve doğası ile yeniden yükselecek…
Maharet güzeli görebilmektir
Sevmenin sırrına erebilmektir
Cihan alem herkes bilsin ki şunu
En büyük ibadet sevebilmektir.
Yunus Emre
Bu sabah erkenden bir arkadaşımla internette yazışıyorduk . Teknolojinin bize hızlı ve kolayca iletişmek konusunda sağladığı nimetten faydalanarak uzakları yakın ettik birbirimiz için ve gittiğimiz yerleri paylaştık, fotoğraflar gönderdik birbirimize. Bu arada diğer nimetlerimizin ne kadar farkındayız acaba diye sordum kendime. Konu aslında üzümlerden ve burnumuzun dibinde olup da gitmediğimiz bilmediğimiz yerlerden açılmıştı.
Derken konu benim içimde de açıldı beni taa çocukluğuma kadar götürdü. Memleketimizin nasıl da bereketli ve birbirinden güzel ürünler yetiştirmeye müsait olduğunu düşündüm.. Bazen soframıza kadar gelen gıdalara nasıl burun kıvırdığımızı israf ettiğimizi, çoğunlukla da nasıl yetiştiğini hiç düşünmediğimizi farkettim. Oysa bu nimetler için daha çok şükretmeli ve üreticilerini desteklemeliyiz. Bu anlamda yerel pazarları çok seviyorum. Bodrum pazarlarını bilhassa. Köylülerin yüzlerine bakmayı, selâmlaşmayı ve emeklerine teşekkür etmeyi de... Tatmamız için gönülden uzattıkları ürünlerinden almadan geçmek istemiyorum. Babam kadar onlarla koyu sohbetlere dalamasam da bu alışveriş beni bana yaklaştırıyor.
Çocukken bizim de bağımız, bahçemiz vardı Etlik’te Ayvalı’da. O kadar toprağın, bağın bahçenin içinde farkında bile değildik çoğu şeyin. Toprak ve ağaç sevgim oradan kalmadır. Elma ağaçlarından ve cinslerinden birine benim adımı bile vermişlerdi; ufak, kırmızı, lezzetli bir elmanın adı “Ayşe Elması”ydı. Bu ayrıcalık ilk torun olmamdan geliyordu; babaannemin “oğulbalım” dediği… Üzümlerimiz vardı; bu sabah arkadaşımla yaptığımız sohbete temel teşkil eden üzümler… Şimdi heryerde bağ bozumu zamanı. Artık festivalleri bile düzenleniyor çoğu beldede. Kara üzümünden, Gelin Üzümü’ne, Çardak Üzümü’nden bahçe üzümüne, yeşilinden İzmir Üzümü’ne, Ata Sarısı’ndan Razakı’sına, Tekirdağ İlkereni’nden Narince’ye, Sinan Bey Karası’ndan Kalecik Karası’na, çekirdeklisinden çekirdeksizine adını bilmediğim, türünü sayamayacağım ne çok tür… Bu sadece üzüm için sıraladıklarım… Elması ayrı, armutu ayrı, narı ayrı, inciri ayrı, narenciyesi ayrı. Tabi dilimize Cahit Sıtkı Tarancı’yı düşürmesek olmaz: “Ayva sarı, nar kırmızı mevsim sonbahar…” Ah bir de Aralık ayından sonra buraları görseniz, narenciye kokuları arasında baygınlık geçirir sarhoş olursunuz. Bergamutundan, portakalına, turuncundan çeşit çeşit mandalinasına kadar çeşit çeşit lezzet ve koku sarar dünyanızı… Bu yazıyı yazarken karıncalarımızdan birisi de bu kokuyu almış olmalı ki bilgisayarımın üzerinde dolanıp duruyor.
Yunus diyor ya hani : Maharet güzeli görebilmektir / Sevmenin sırrına erebilmektir / Cihan alem herkes bilsin ki şunu/ En büyük ibadet sevebilmektir.” Yunus gibi sevmek, tüm varlığı sevmek, güzelin güzelliğini bilip sevmek, hamd ile sevmek, vefa ile sevmek, insanca sevmek…
Sonra dönüp büyük şehirlerimize bakıyorum. Bugün kendimize has bitkileri, sebze ve meyveleri kendi tat ve doğallıkları ile görmekten ve yemekten ne kadar da uzaklaştık. Şimdi düşünüyorum bağlar, bahçeler yerine hastanelerde geçirdiğimiz zamanları, sebebimiz belki de bu diyorum; sebebimiz sevememek, görememek, yabancılaşmak ve şükürsüzlük diye düşünüyorum. Bu topraklara, bu doğallıklara zarar vermek, yok etmek, hırsla tohumlara yabancıları katmak, dilimizi bozmak, kültürü bozmak… Adını bilmediğimiz beldeler, görmediğimiz şehirler, köyler, kasabalar, denizler, tatlar, kokular, insanlar var gün ışığına çıkartılmayı bekleyen. Ve biz bunca varsıllığın içinde bir yoksul gibi bakınıyoruz çevremize. Kendimizi görmek, desteklemek, korumak ve büyütmek yerine küçülüyor, küçülüyoruz. Endemik bitkilerimiz çalınıyor, ağaçlarımız kesiliyor, tohumlarımız karışıyor, dilimiz bozuluyor, topraklarımız hırsla, açgözlülükle heba ediliyor. Kendini unutan, yabancılaşan insanlar olarak kendimizi bilmez ve hasta bir vaziyette dolanıyoruz. Bunları düşününce çok üzülüyorum. Bildiklerimi anlatmaya çalışıyorum, yazmaya çalışıyorum. Çocuklarla bilhassa paylaşıyorum. Biz korumazsak, biz sahip çıkmazsak kim sahip çıkacak bu vatana, topraklara, medeniyete diye düşünüyor ve inanıyorum.
Radyo’da Bediha Akartürk “Ateşin aşkına yakma çıramı/ Ya beni de götür ya sen de gitme” diyor. Bu nasıl bir lezzettir diyorum ben de. O yerel tatlar gibi bir tat bu sesler de; Anadolum dolu dolu ve ben bu kültürün içinde tarifi zor bir zevk yaşıyorum şu anda. Memleketimi seviyorum kısaca ve bir karışına zarar gelsin, bir tek insanı incinsin istemiyorum. Ayrıcalıklar olmasın, yoksulluk olmasın, eğitimsizlik olmasın, ekonomik, kültürel ve siyasi işgal olmasın diyorum. Bu toprakların mayasına, güzel ve içtenlikli insanlarına olan inancıma dayanarak zaten olmayacak diyorum… Şimdi sallansa da bir beşik gibi, zamanı geldiğinde herşey durulacak, arınacak ve yeniden hatırlanacak. Sadece kendini değil çevresini de inşa etme, şifalandırma özelliğine sahip Anadolumun güzel insanları, ışığı ve doğası ile yeniden yükselecek…