Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Eylül '15

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Bir üzümün getirdikleri

Bir üzümün getirdikleri
 

Anadolum güzel insanları, ışığı ve doğası ile yeniden yükselecek…


Maharet güzeli görebilmektir
Sevmenin sırrına erebilmektir
Cihan alem herkes bilsin ki şunu
En büyük ibadet sevebilmektir.

Yunus Emre

 

      Bu  sabah  erkenden bir arkadaşımla internette yazışıyorduk . Teknolojinin bize hızlı ve kolayca iletişmek konusunda sağladığı nimetten  faydalanarak uzakları yakın ettik birbirimiz için ve gittiğimiz yerleri paylaştık, fotoğraflar gönderdik birbirimize. Bu arada diğer nimetlerimizin ne kadar farkındayız acaba diye sordum kendime.  Konu aslında üzümlerden ve burnumuzun dibinde olup da gitmediğimiz bilmediğimiz yerlerden açılmıştı.

     Derken konu  benim içimde de açıldı  beni taa çocukluğuma kadar götürdü. Memleketimizin nasıl da bereketli ve birbirinden güzel ürünler yetiştirmeye müsait olduğunu  düşündüm.. Bazen soframıza kadar gelen gıdalara nasıl burun kıvırdığımızı israf ettiğimizi, çoğunlukla da nasıl yetiştiğini hiç düşünmediğimizi farkettim. Oysa bu nimetler için daha çok şükretmeli ve üreticilerini desteklemeliyiz. Bu anlamda yerel pazarları çok seviyorum. Bodrum pazarlarını bilhassa. Köylülerin yüzlerine bakmayı, selâmlaşmayı ve emeklerine teşekkür etmeyi de... Tatmamız için gönülden uzattıkları ürünlerinden almadan geçmek istemiyorum. Babam kadar onlarla koyu  sohbetlere dalamasam da bu  alışveriş beni bana yaklaştırıyor.

      Çocukken bizim de bağımız, bahçemiz  vardı Etlik’te Ayvalı’da. O kadar toprağın, bağın bahçenin içinde farkında bile değildik çoğu şeyin. Toprak ve ağaç sevgim oradan kalmadır. Elma ağaçlarından ve cinslerinden birine benim adımı  bile vermişlerdi; ufak, kırmızı, lezzetli bir elmanın adı  “Ayşe Elması”ydı. Bu ayrıcalık ilk torun olmamdan geliyordu; babaannemin “oğulbalım” dediği… Üzümlerimiz vardı; bu sabah arkadaşımla yaptığımız sohbete temel teşkil eden üzümler…  Şimdi heryerde bağ bozumu  zamanı. Artık festivalleri bile düzenleniyor çoğu beldede. Kara üzümünden, Gelin Üzümü’ne, Çardak Üzümü’nden bahçe üzümüne, yeşilinden İzmir Üzümü’ne, Ata Sarısı’ndan Razakı’sına, Tekirdağ İlkereni’nden Narince’ye, Sinan Bey Karası’ndan Kalecik Karası’na, çekirdeklisinden çekirdeksizine adını bilmediğim, türünü sayamayacağım ne çok tür… Bu sadece üzüm için sıraladıklarım… Elması  ayrı, armutu ayrı, narı  ayrı, inciri ayrı, narenciyesi ayrı. Tabi dilimize Cahit Sıtkı Tarancı’yı  düşürmesek olmaz: “Ayva sarı, nar kırmızı mevsim sonbahar…” Ah bir de Aralık ayından sonra buraları görseniz,  narenciye kokuları arasında baygınlık geçirir sarhoş olursunuz. Bergamutundan, portakalına, turuncundan çeşit çeşit mandalinasına kadar çeşit çeşit lezzet ve koku sarar dünyanızı… Bu yazıyı yazarken karıncalarımızdan birisi de bu kokuyu almış olmalı ki bilgisayarımın üzerinde dolanıp  duruyor.

      Yunus diyor ya hani : Maharet güzeli görebilmektir / Sevmenin sırrına erebilmektir / Cihan alem herkes bilsin ki şunu/ En büyük ibadet sevebilmektir.”  Yunus gibi sevmek, tüm varlığı sevmek, güzelin güzelliğini bilip sevmek, hamd ile sevmek, vefa ile sevmek, insanca sevmek…

       Sonra dönüp büyük  şehirlerimize bakıyorum. Bugün kendimize has bitkileri, sebze ve meyveleri kendi tat ve doğallıkları ile görmekten ve yemekten ne kadar da uzaklaştık. Şimdi düşünüyorum bağlar, bahçeler yerine hastanelerde geçirdiğimiz zamanları, sebebimiz belki de bu diyorum; sebebimiz sevememek, görememek, yabancılaşmak  ve şükürsüzlük diye düşünüyorum. Bu  topraklara, bu  doğallıklara zarar vermek, yok etmek, hırsla tohumlara yabancıları katmak, dilimizi bozmak, kültürü bozmak… Adını  bilmediğimiz beldeler, görmediğimiz şehirler, köyler, kasabalar, denizler, tatlar, kokular, insanlar var gün ışığına çıkartılmayı  bekleyen. Ve biz bunca varsıllığın içinde bir yoksul gibi bakınıyoruz çevremize. Kendimizi görmek, desteklemek, korumak ve büyütmek yerine küçülüyor, küçülüyoruz. Endemik bitkilerimiz çalınıyor, ağaçlarımız kesiliyor, tohumlarımız karışıyor, dilimiz bozuluyor, topraklarımız hırsla, açgözlülükle heba ediliyor. Kendini unutan, yabancılaşan insanlar olarak kendimizi bilmez ve hasta bir vaziyette dolanıyoruz. Bunları  düşününce çok üzülüyorum. Bildiklerimi anlatmaya çalışıyorum, yazmaya çalışıyorum. Çocuklarla bilhassa paylaşıyorum. Biz korumazsak, biz sahip çıkmazsak kim sahip çıkacak  bu  vatana, topraklara, medeniyete diye düşünüyor ve inanıyorum.

      Radyo’da Bediha Akartürk “Ateşin aşkına yakma çıramı/ Ya beni de götür ya sen de gitme” diyor. Bu nasıl bir lezzettir diyorum ben de. O yerel tatlar gibi bir tat bu  sesler de; Anadolum dolu dolu ve ben bu  kültürün içinde tarifi zor bir zevk yaşıyorum şu anda. Memleketimi seviyorum kısaca ve bir karışına zarar gelsin, bir tek insanı incinsin istemiyorum. Ayrıcalıklar olmasın, yoksulluk olmasın, eğitimsizlik olmasın, ekonomik, kültürel ve siyasi işgal olmasın diyorum. Bu toprakların mayasına, güzel ve içtenlikli insanlarına olan inancıma dayanarak zaten olmayacak diyorum… Şimdi sallansa da bir beşik gibi, zamanı  geldiğinde herşey durulacak, arınacak ve yeniden hatırlanacak. Sadece kendini değil çevresini de inşa etme, şifalandırma özelliğine sahip Anadolumun güzel insanları, ışığı  ve doğası ile yeniden yükselecek…

 
Toplam blog
: 35
: 155
Kayıt tarihi
: 07.01.14
 
 

Hacettepe Ü. İİBF Yüksek Lisans Ankara Ü. Din Psikolojisi Doktora Araştırmacı- Yazar ..