Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Nisan '14

 
Kategori
Deneme
 

Bir uzun Hikaye 'onun hikayesi' (yirmi üçüncü bölüm - devam edecek)

Bir uzun Hikaye 'onun hikayesi'  (yirmi üçüncü bölüm - devam edecek)
 

O çocuk


Okula döndü. Karnı doyunca biraz canlanmıştı. Son ders zili çalınca “Emine Yenge gelmiştir” umuduyla hızla eve yollandı. Evin önüne geldiğinde gözü Emine Yenge’nin kapısındaki kilide takılı kaldı. İçini “Ya Emine Nine heç gelmezse? Ben ozman ne yaparın?” diye bir korku sarmıştı. Hemen odasına girmedi, kapının önüne oturdu. Yanına da çantasını koydu, beklemeye başladı.
 
O sırada Kör Hacer de ocağın ateşini takviye için biraz odun almak amacıyla dışarı çıkmıştı. Karşıdan çocuğun kapısının önünde oturduğunu gördü.
 
Aklına, bir gün evvel sabahın köründe Emine Yenge’nin telaşla gelip “Gardeş gız doğurmuş, benim acile gidmem icab eddi. Ben gelene gadar çocuğa göz gulak ol. Heç olmazsa bazara bubası gelene gadar mukayyet ol” dediği aklına geldi. “Hıh ben senin uşağın mıyım?” deyip içeri giriyordu, durakladı. Çocuğa “Çocuk, sen kimi bekliyon orda?” diye seslendi.
 
Çocuk yapayalnızken bir ses duyunca sevinmişti. Hemen ayağa kalktı, “Emine ninemi bekleyon, neriye giddi biliyon mu?” diye bağırdı.
 
Kör Hacer çocuğun “Emine Nine’mi bekliyon” deyişinden Emine Yenge’yi kıskanmıştı. Çünkü o kadar nalet bir kadındı ki kendi torunları bile ondan “öcü” görmüş gibi korkup kaçardı.
 
Şimdi elin çocuğunun Emine Yenge için sevgiyle “Emine Nine’mi bekliyon” dediğini duyunca içinde oluşan kıskançlıktan az önce canı acıdığı için seslendiği çocuğu şimdi düşmanı gibi görmeye başlamıştı. “O gitti, gelene kadar seni bene emanet etti” diyecekti, vazgeçti. “Sen Emine Nine’ni da çok beklersin. Gitti o, gitti.” dedi.
 
Çocuk, Kör Hacer’in söylediklerini duyunca birden ağlamaklı oldu. “Yalan deme, Emine Nine’m beni goyup gider mi hiç?” dedi.
 
Kör Hacer çocuğa çok kızmıştı “Yalanısa sen de ağzını yala. Yalanımış. Sen ninen yaşında garıya yalancı demiye utanmeyın mu? Gitti işde, baya gitti. Giderken de ‘O çocuk sorasa gitti de, başının çaresini kendi baksın dedi de, onu bakdım yativesin gari dediydi de’ dedi” diye çocuğun temelli moralini bozucu şeyler söyledi.
 
Sonra “Acaba çok mu ileri giddim?” diye çekindi, sonra “Adam sen de kimden korkucemişin, hem yalan mı? Garı giddi işde. Bi de bene ‘Sen bakıve’ dediydi. Akıllım, kirayı o alıp yecek, cerimesini ben cekicen. Canı atardı.” diye söylendi.
 
Bu sırada çocuk Kör Hacer’in kendine söylendiğini sanıp yakına gelmişti. Kör Hacer “Ne bakıb durun öyle? Buban gelince söyle. Emine garı, gızının köyüne gitti. Bi da gelmicek” dedi, hışımla kapısını açıp odasına girdi. Odasına girerken “Ne arsız çocuk bu, yüz versem hemen üsdümde galıcek.” diye söyleniyordu.
 
Çocuk onun arkasından baktı kaldı. Kadın odasına girince çocuk gerisin geri geldi, kenara koyduğu çantayı alıp odasına girdi.
 
Bu sırada Kör Hacer evinde “Heç bilem, anası değilin, bubası değilin. Garı kirayı yiyecek, çocuğu bene sarıvecek, akıllım.” diye çocuğu ilgisizlikte kendini haklı çıkarmaya çalışıyordu.
 
Çocuk odasına girdi. Ocağı ateşledi. Çuvalda biraz “yarınlık” kök kalmıştı. Onu idareli yakmayı düşündü. Ne yapsın? Başının çaresine bakacaktı. Öğlen karnını iyi doyurmuştu. Karnı çok aç değildi. Dışarı tuvalete gidip geldi. Ocak da yanmış, oda ısınmıştı.
 
Öğretmenin verdiği kitabı çıkardı. Pancar lojmanlarına bakan pencerenin önüne oturdu. Anasının perde diye astığı bezi kenara topladı. Pencereden gelen gün ışığıyla kitabı okumaya başladı.
 
Babası ona “Haftaya gelince sene bi gaz lambası alıveren.” demişti. Babası gaz lambası alınca onun ışığında kitap okuyup ders çalışmayı hayal etti.
 
İçinden ‘Nasıl olsa Emine Nine gelicek.’ diye geçirdi, kitabı okumaya devam etti. Epey bir süre sonra hava kararmış, artık yazıları zor seçmeye başlamıştı. Kitabı kapatıp çantaya koydu. Gitti, kapıyı ‘tırkıladı’. Sonra soyunup pijamasını giydi, yattı.
 
Gözü bir ocaktaki ateşe, bir pencereden gelen ışığa kayıyordu. Perde gibi şeyi toplayıp kenara koyduğu aklına geldi. Sanki pencereden biri bakacakmış gibi geldi. Korktu. Kalktı, perde gibi şeyi yerine takıp tekrar yattı. Yatağın içinde ağıp dönerken uykusu geldi, uyudu.
 
Bu sırada Emine Yenge kızının evindeydi. Kızının kanaması geçmişti ama çok hâlsizdi. Kızı ebenin tahmin ettiği gibi ikiz doğurmuştu.
 
Emine Yenge’nin aklında çocuk vardı. ‘Acaba Kör Hacer çocuğu sahaplandı mı?’ diye düşünüyor, ‘Gı cavır mı bu? Za sahaplanmıştır. El gadar çocuğun ağırlından nolcek? Edivece bi çanak aş. Hayrım olur deyi muhakkak edivemişdir.’ diye kendini teselli ediyordu. Yine de içi hiç rahat değildi. Kızı iyileşir iyileşmez gitmeyi düşünüyordu.
 
Bu düşüncesini kızına söyleyince kızı şaşırmış, “Gız ana, sende heç akıl yok. Burda kendi torunlanı goyup öyle elin çocuğunu düşünüyon.” diye biraz da kızmıştı.
 
Emine Yenge “Gızım öyle deme. El gadar sabi. Bubası bene teslim edip giddi. Hemi de bi nine deyişi var, bek dadlı.” dedi.
 
Kızı “Gız ana, ninem sene boşuna ‘benim gelinin gafası gelip gider’ demiyormuş.” deyince Emine Yenge, kızı kaynanasını hatırlattığı için öfkelendi.  Kızına “Öyle, sen de zaten onu çekmişsin, ondu da heç insanlık yoğudu, sendi de yok” diye söylendi ve kızı biraz iyileşsin mutlaka gitmeyi kafaya koydu.
 
Ama şimdi ele güne karşı bu insansızlıktı; kız hastayken gitmesi doğru olmayacaktı. Hem damadı da sanki temelli galıcıymış gibi ‘tosdurup tosdurup’ geçiyordu. Emine Yenge, ‘Hı ı insanın evi gibi yok.’ diye düşünüyordu.
 
Bu sırada çocuk, sabah ezan sesiyle uyandı. Erkenden uyuduğu için uykusunu almıştı. Daha vakit çok erken olduğu için kalkmadan, yatağın içinde yatmaya devam etti.
 
Neden sonra, gün biraz ışıyınca kalktı, tuvalete gidip geldi. Ocağı karıştırdı. Çok az köz vardı. Çuvalda da iki tek kök kalmıştı. Çıktı, Emine Yenge’nin çenttiği çalıların kurularından üç dört çalı aldı. Şıpırtıdan karların eridiğini fark edip sevindi. İçinden ‘Eyi hava azıcık ısınır.’ dedi. Çalı dallarını getirdi, ocağın içine koydu. Torbadan iki tane çıra aldı. Kibritle tutuşturup çalıların altına sokuşturdu.
 
Az sonra çıralar çalıları tutuşturdu. O da ocağın kenarına oturdu, çıtırdayarak yanan ateşe dalıp gitti. Anası, babası kardeşleri aklına gelmişti. En çok da küçük ablasıyla, küçük kardeşi… Çünkü onlarla daha iyi anlaşıyordu. Üçü bir araya geldi miydi fısır fısır saatlerce sohbet ederlerdi. Neler konuşmazlardı ki… Ninesinden, köyün öteki çocuklarından, ağıldan, keçilerden, eğer doğmuşsa yeni oğlaklardan… Konuşacak o kadar konu olurdu ki…
 
O yıllar sinema, televizyon yoktu. Radyo bile köyde bir tek anasının emmi kızının kayınbabasının evinde vardı. O da her zaman herkese dinletmezdi. En çok bayram günü açıverir, o sıra evine bayramlaşmaya gelenler bol bol dinlerdi.
 
Ama o küçük ablası, küçük kardeşi ve köyün çocuklarıyla adamın evinin arkasındaki alanda oynarlarken kaç kere saklıca eve yaklaşıp radyoyu dinlemişler, büyük ablasıyla anasına anlatmışlardı.
 
Ama şimdi kasabada, aşçı dükkânında, babasıyla gittikleri kahvede bile radyo vardı. İçinden ‘Ah abamgil gelse de buradaki radyoyu görüp dinlese…’ diye geçirdi. Ama babasının masraf olmasın diye onları hiçbir zaman kasabaya getirmeyeceğini de biliyordu.
 
Böyle böyle düşünürken birden okula gideceği aklına gelince sıçradı. Çabuk çabuk giyindi. Ocaktaki ateşe baktı, közleri biraz geri çekip üzerine kül yığdı.
 
Çünkü anası da ocağı söndürmez, ateşin körelmesini istediği zaman böyle yapardı.
 
Çantasını aldı, Emine yengenin gelmeyeceğini bildiği için kapının göreğini geçirip kilitledi ve okula yollandı. Evden hiçbir şey yemeden çıkmıştı, karnı da açtı. Baktı, saat olarak kullandığı gölgeler daha vaktin erken olduğunu gösteriyordu.
 
Geriye bir şeyler yemek için döndü. Kapının kilidini açıp girdi. Ekmek mendilini açtı; içinde çok kurumuş yufka ekmeklerden parçalar ve katmer parçaları vardı. Orada pekmez çanağının dibinde biraz pekmez vardı. Katmerden koparıp acele acele pekmeze banıp yemeye çalıştı.
 
Ama pekmezin, katmerin tadı biraz başkaydı. Midesi bulandı, ağzındaki pekmeze bandığı katmeri ocağa tükürdü. Bakındı, başka yiyecek yoktu. Çaresiz tekrar odadan çıkıp kapıyı kilitledi ve okula yürüdü. Hâlâ midesi bulanıyordu.
 
Bu şekilde okula vardı. Sınıfa girdi. Mazot kokusu midesini daha da bulandırmıştı. Yerdeki tahtalar okul açılmadan hemen önce mazotlandığı için sınıflarda bariz bir mazot kokusu vardı. 
 
Toplam blog
: 182
: 232
Kayıt tarihi
: 12.02.13
 
 

Sanat Enstitüsü yapı bölümünden 1967 yılında Denizli'den mezun oldum. Buca Mimar Mühendislik Özel..