Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Temmuz '07

 
Kategori
Psikoloji
 

Bir yalnızlığın portresi

Bir yalnızlığın portresi
 

Büyük ihtimalle gecedir. Çünkü yalnızlık geceleri sever. Gündüzden nefret eder. Güneşin doğuşuna ise asla katlanamaz. Gecedir; Gölgeniz, yürüdüğünüz duvar dibinde bir uzayıp bir kısalır. Hele bir de inceden bir yağmur yağıyorsa gecenin içine, yalnızlık keyifle kök salar içinize!

Ne bir dostun telefonu, ne bir sevgili tesellisi vardır. O kadar hissedersiniz ki onu, tanrının kucağına büzülmüş şefkat bekleyen masum bir çocuk oluverirsiniz ya da kalabalık bir caddede terkedilmiş bir çocuk. Unutulmuş, adı anılmayan, sesi duyulmayansınızdır. Zihinler sizi hatırlamayı reddeder. Askerliğimi yaptığım bu yerde duymuştum bu sözü, sahibi kimdir bilmem; 'unutulanlar unutanları asla unutmazlar'.. Gerçekten böyle midir? Bilinmez. Bilinse dahi söylenmez. Acımamak, acıtmamak için gömülür içinizdeki sessiz ve ağaçsız mezarlığa her bir unutan! Siz sık sık elinizde papatya demetleriyle ziyaret edersiniz bu mezarlığı. Sessiz masum af dileyen bakışlarla bakarsınız. Tüm mezarları tek tek dolaşırsınız. Bir tek nida ya da ses çıkmaz. Yalnızlığınız çoğullaşmış bir halde evinize -yalnızlığın kalesine- dönersiniz. İçeri girdiğinizde kendinizi bulursunuz koltuğa uzanmış size bakarken. Üzerinize kilitlersiniz kapıyı. Tek sahip olduğunuz yalnızlığınızı korumak için. Arada sırada kontrol edersiniz kapının üstündeki anahtarı! Aç değilsinizdir. Boğazınıza düğümlenmiş kırıntılar ve boğumlar yetmiştir size. Kırmızı şarabınızı açar bulanmış zihninizi ödüllendirmek istersiniz. Siz ne kadar acı çekseniz de bedeniniz 'hayat hayat!!' diye feryad eder. Onu susturmak için o kızıllığa ihtiyacınız vardır. Sigara yakarsınız peşpeşe düşünmeden. Ateş basar bedeninizi, yakanızı bağrınızı açar soyunursunuz. Şarap damarlarınızdan aklınıza aktığında yalnızlığınız sokulur yanınıza, sırtınızı sıvazlar. Başınızı onun şefkatli ve sadık omuzuna dayarsınız. Ağlarsınız. Bilirsiniz birinin omuzuna yüzünüzü gömüp ağlamanın ne mukaddes bir şey olduğunu. Gözyaşlarınız saçınıza sakalınıza karışır, kulaklarınıza dolar göğsünüze düşer içinizi gıcıklar. Sanki bir el dokunmuş gibi ürperirsiniz. Hatırlarsınız o an! Hatırlarsınız tüm güzellenmiş günleri. Geçmiş, bir daha yaşanması imkansız anlarınız bir bir dizilir ardı sıra aklınıza.Yalnızlığınız kapıyı açar ve elinizden tutup sizi oturtur bir köşeye. Kendinizi atılmış duyumsamak bu loşlukta -dünyaya açılan kapınızda- fazla ağır gelir. Şarabı artık kadehten değil şişeden içmeyi yeğlersiniz. Aslında bir şişe daha olsaydı dersiniz. Eskiye ait ne varsa ortaya saçar, aralarında ayakta sendeleyerek şarap şişesi elinizde avare sallanırsınız. Böylece aylar geçer..

İçinizde seddi düşmüş bir kale gibi düşer benliğiniz. Herşey kırık dökük ve haraptır. Sevgiye tutunursunuz. Aşkın sokağa düşürülmesine küfredersiniz. Yüceltirsiniz içinizde aşka ve ruha dair ne varsa. Etrafınızdakiler yavaş yavaş size deli gözüyle bakıp acıdıklarını gölgelemeyen bakışlarla yüzünüze gülümser. Zira gerçek dostlar arkada kalmıştır. Ayak seslerinizi dinlersiniz evde. Banyo aynasında bir başkasının yüzünü daha görebilmek için köpekler gibi yalvarırsınız tanrıya. Duvarlardan bir sesin daha yankılanması için dualar edersiniz. Işıkları kısar hüznünüzü çoğaltırsınız. Sigaralarınız yetmez. Bir pakette ne olur ne olmaz diye almaya başlarsınız.

Eski sevgililerinizden birinin elinin değdiğini hatırladığınız bir eşyayı tuttuğunuzda eliniz kötürüm olur, boynunuz sarkar. Koşar müziğe saklanırsınız. Korusun sizi diye ona adarsınız kendinizi. İnsanlarla konuşursunuz. Onlara keyifli ve duyarlı bir insan olduğunuzu hissettirmek istersiniz, ya da hoyrat ve alımlı olduğunuzu. Ama asla boş olmadığınızı! Böyle anlarda yalnızlığınız dürter sizi dirseğinizden. Başınızı çevirip bakacak gücünüz yoktur. O olduğunu bilirsiniz. Sohbetiniz basitleşir, tutuklaşırsınız. Sözcükler zorlamaya başlar dudaklarınızı ve dilinizi. Izin ister kalkarsınız, paltonuz elinizde ağırlaşır. Yürürken bakışlarınızı yerden zor toplarsınız. Orhan Veli'yi anımsar gülümsersiniz! Evinizde yalnızlığınız bıraktığınız yerde durmaktadır. Tüm eşya, tüm camid sanki siz girmeden bir saniye evvel ateşli bir sohbetteymiş gibi susmaktadır. Oturursunuz yalnızlığınızın yanına. Eviniz sizin değil onundur. Misafir gibi yanında kalır, yer, içer, ayılınca gidersiniz. Susarsınız daima. Asla konuşmayı sevmez O. Sizi bu sebeple cezalandırır. Sadece kendi kendinize konuşmaya hakkınız vardır. Sizi kendine hapsedecek ne varsa hepsini dener. Uzun yollara çıkarıp, ardınızda bekleyen kim varsa siler atar defterden. İkinizin tek ortak dostu vardır: içki! Kadehlerinizi göklere çıkarır umulmaz bir neşeyle tokuşturursunuz. Sizi uzaktan gören bir kimse kırk yıllık dost sanır sizi. Ama ezeli düşmansınızdır. Bir yandanda et ve kemik gibisinizdir. O sensiz yaşayamaz, sense onsuz!

Bir yüz anımsıyorsun şimdi. Kar kış kıyamet. Sana kartopu atıyor ve kahkahası tıpkı o an ki gibi yankılanıyor kulaklarında. Küçük bir çocuk olmaktan sıkıldın artık. Bu kaçışın sonsuz olduğunu , asla çözülemeyecek bir bilmece gibi karşında kaskatı duracağını biliyorsun. Vücudunda derman yok. Düşüncelerini odaklamak ise hayal.. mecal; asla gelmeyecek! Kendine tutunuyorsun artık. Sevgine, aşka, çocukluğunda kırılmayacak şekilde yer etmiş tüm o güzelliklere tutunuyorsun. Yalnızlığın artık kendine başka bir arkadaş aramak zorunda! Yavaş yavaş ayıklıyorsun onu içinden.
Tekrar o eski mezarlığa gidiyorsun yıllar sonra. Bir hayalet gibi dolaşıyorsun kendini muzaffer bir savaş kahramanı gibi hissederek, göğsünü şişirerek! Ay ışığında süzülürken bir mezar dikkatine çekiyor. Daha önce görmedin bu mezar taşını! Başını yaklaştırıyorsun, dikkatli ve meraklı gözlerinden kendi adın yansıyor. Başın bulanıyor, karıncalanıyor. Olduğun yere boylu boyunca düşüyorsun.

Yıllar geçiyor peşpeşe... Uzun ayak sürümelerinden sonra bir mezarın üzerinde uzanmış buluyorsun kendini. Bir düş budalası gibi şaşıyorsun buna. Göz kapaklarını hafifçe kırpıştırıp etrafa bakıyorsun. Bir kalabalık yaklaşmakta. Hepsinin elinde bir demet papatya. Uzandığın mezara gelip dualar ediyor ve gözyaşı döküyorlar. Bazıları mezarından yaban otlarını temizliyor, bazılarıysa gözyaşlarını keten mendillere siliyor. Şaşkın ve dumanlı bakıyorsun bu ayine. Her birinin yüzünü anımsıyorsun. Seni arkada bırakan her bir yüzü. Bağırıyorsun, çığlıklar atıyorsun; 'Ben buradayım, heyy yaşıyorum' diye..'tüm hayatım boyunca sizleri aradım.heyyy sizler! Sizi çok ziyaret ettim burada. Ama hiçbiriniz ses vermediniz!'

Kalabalık birbirinin koluna girerek yavaş yavaş uzaklaşıyor. Siz avazınız çıktığı kadar bağırıyorsunuz. Fakat kimse duymuyor sizi. Şaşkın bakakalıyorsunuz arkalarından. Sonunda kimse kalmadığında cesaretinizi toplayıp mezarlıkta dolaşmaya başlıyorsunuz. Garip! Hiçbir mezara rastlayamıyorsunuz bu uçsuz bucaksız görkemli mezarlıkta. Sadece bir mezar var! O da sizinki. Başınızdaki garip bir uğultu yere yıkıyor sizi. Tüm yaşadığınız o yalnız zamanlar şimşek hızıyla zihninizde fırtınalar yaratarak tozu dumana katarak geçiyor. Ve idrak ediyorsunuz ki yalnız bırakılan siz değildiniz. Artık o uzaklaşan kalabalığa yetişmek imkansız. Bu haşmetli mezarlıktan çıkış yok bundan böyle.

Zira ölülerin ıssız topraklarında ölümlüler birer hayaletten öte değildir...

Hüsam sadece cıgarasının ateşiyle aydınlanan karanlıkta hafif ve derin soluyor. Derin bir nefes daha çekiyor cıgaradan. Başını ileri uzatıyor ve sallıyor hafifçe. Her bir kelimede durup bekleyerek; Fazlasıyla faydalı bir nöbet oldu bu gece senin için diyor ve hafifçe gülümsüyor.

-Saat kaç?
-Saat sabahın beşi.
-Çavuş birazdan gelir.Ortalığı toplayalım.

Eski bindokuzyüzaltmış model ambulansın içindeki şarap şişelerini topluyoruz. Tüfeklerimizi asıyoruz omzumuza.

-Miğferimi uzatırmısın... Şurada! Yo yo sağda bak aşağıda!

Cıgarayı son kez çekerken ciğerlerine ambulansın kapısını açıyor. İlerde çalılıklarda bir hışırtı, bir mırıldanma yaklaşıyor. Ambulansın arka kapısını kapatıyorsun. Aklına geliyor bir anda sedyenin üstünde unuttuğun sayfalar. Gülümsüyorsun. Biliyorsun başka bir yere daha fazla yakışamayacağını o sayfaların...
 
Toplam blog
: 18
: 440
Kayıt tarihi
: 29.06.07
 
 

1974 İstanbul doğumluyum. Reprodüksiyon alanında çalışıyorum. Deneme ve kısa öyküler üretmeye çalışı..