Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Mart '11

 
Kategori
Dilbilim
 

Bir Yazım Hatası; 'Ret' Kelimesi Üzerine

Bir Yazım Hatası; 'Ret' Kelimesi Üzerine
 

Şevket Yalaz


'Ret' kelimesine geçmeden önce uzun bir girizgah yapalım: 

Bir dilin, doğru kullanılmasına yönelik bir talep oldukça tehlikeli olabilir. Çünkü dilde 'mutlak doğru' yoktur. Ama, dili yerli yerinde kullanmaya çalışmak, bir tür 'doğru dil' anlayışına yol açar ya da ona dayanır. Bu doğruluk arayışı, bir yandan da, dilin asli özelliğiyle çatışır: Dilin asıl olarak, bir organizma, bir ruh, bir yaşayan varolandır. Bu nedenle, dile ilişkin sabit ve mutlak doğruluk anlayışı, bu yaşayan varlık olma niteliği çatışır.

'Dil bir canlı varlıktır' dediğimizde, onun bitmiş, tamamlanmış bir araç olmadığını söylemiş oluyoruz. 

Ama, yaygın bir anlayış olarak doğruluk anlayışı, dilin tam da başı sonu belli, kuralları vs. oturmuş bir yapı olduğu düşünülür: Bu yönde bir görüş olarak örnek vermek gerekirse; "Dil söz dağarcığı ile çok zengin ve doğru kullanımı ile mükemmel sonuçlar verir. Yeter ki bu söz dağarcığına ve onu doğru kullanmanın bilgisine sahip olalım." 

Hiç kuşkusuz dilin söz dağarcığını bilmek ve dili kurallarına göre kullanmak son derece önemlidir. Ancak buna önem vereceğiz diye, dilin yaşayan bir organizma ve bu nedenle sürekli yenilenmesine ket vurulma riski her zaman vardır.

Bu nedenle, dilin hem bir kurallar bütünü olduğunu, hem de onları yıkıp geçen bir canlı olduğunu savunmayan bir görüş eksik olur.

Onu salt kurallar bütünü olarak gören kişi, dili durağanlaştırır, yaşanan her günün yeniliğini eski dilin kavramlarına feda eder ve bu yolla onun kullananlar üzerinde baskı aracı haline getirir.

Dili salt değişen bir yapı olarak gören bir kişi ise dilin temel mantığı olan uzlaşımdan, sembolizmden uzaklaşmış olur. Dilin temel mantığı, kişiler arasında sessel ya da dilsel uzlaşımlar üzerinden anlam üretmektir. Bu uzlaşımı mutlaka sağlamak gerekir yoksa dil anlam üretemez. 

Dilin başka bir yönü de, bir siyasal söylem aracı olmasıdır. Kısaca buna da değinelim: Toplumlar çok büyük sayılarda insanlardan oluşuyor ve bunların biraradalığı siyaset denen şeyi ürettiği için, milliyet kavramı ile birlikte, dil, din ve milliyet ekseninde bir devlet toplum modeli yaratılıyor. Bu hiç kuşkusuz çağımızın ve eski dönemlerin meşru bir siyasal öğretisi olmakla birlikte, dilin toplumlar üzerinde bir kimliklendirme ile baskı aracı haline getirilmesine yarar. Yani otoriter bir siyasallaşmanın aracıdır. Burada dil tamamiyle başka amaçlarla kullanılır. 

Dilin doğru kullanımı bu bakımdan, siyasal bir nitelik de taşıdığında kendini daha güçlü hissettiren bir ideolojik aygıt olur. 

&

Dil siyasal bir yönlendirme aracı olarak kullanılsa da, belli uzlaşımlara uymak zorunda olsa da, sonuçta, bunlar, dilin yaşayan bir varlık olduğu olgusunu değiştirmez. 

Peki, neden dil yaşayan bir varlıktır? Cevap çok basit. Nasıl ki bir birey, kendi kişisel gelişim tarihi içinde sürekli dış dünya ile etkileşim ve devinim içindeyse, toplum da öyledir. Bu karşılıklı etkileşim ve devinim sürekli olarak yeni bir dili yaratır. 

Öyle ki her yaşanan günde, dil de ölümler ve doğumlar olur. Bir dilin sözdağarcığı sözlüklerde saklanır ama onlar kullanılmadığı için bir anlamda ölmüştür. Onların kullanılmaması, dili iyi bilmemek, dil dağarcığına sahip çıkmamak demek değildir. Artık o kavramın, o kavramının çağrışımlarının, o kavramın nesnel gerçeklerinin, o kavramın ruhunun, içerdiği anlam derinliğinin, yapısal dilbilimde bir öğe olarak taşıdığı yerin çökmesinden başka bir şey değildir. 

Bazı yaşlı insanların ya da ruhunu güncele bağlayamamış genç insanların yeni nesilin kendileriyle birlikte getirdiği dilsel yeniliklere garip bir karşı çıkışları vardır. Bunlardan en yaygını internet aracılığı ile gelişen iletişim diline karşı çıkıştır. Oysa işte dilin özünü gösterdiği örnek durum tam da budur. Yeni neslin yeni gelişen teknolojik aygıtları kullanırken yarattığı nesnellik ve toplumsallık, eskilerin, kendi dönemlerine ait, onların dönemlerinin nesnel gerçekliklerinin ruhunu yansıtan kavramlarıyla iletişime girmesini beklemek çok yanlıştır. Çünkü esasında nostaljik dürtülerle, yani kendi çağının çöküşünün farkındalığının yarattığı psikolojik savrulmayla, kendi dönemlerini yansıtan kavramlarla bugünün kavramsal dünyasını ve ruhunu bir ele geçirerek psikolojik doyum ararlar. 

Bunu da güya öyle iyi niyetlerle yaparlar ki, inanasınız gelir. Bu güya iyi niyetli sözler de, 'dilimizi koruyalım, onu doğru kullanalım, söz dağarcığımıza sahip çıkalım, gençlere bunu öğretelim -gençleri köleleştirelim-' olur. Bu da dilin toplumsallığının kaçınılmaz bir durumudur, yeni ile eski çarpışacaktır. 

Ve tabi siyaset de devreye girer burda. Dil bir milletin bilmem nesidir diye güzelleme yaparlar. Böylece dil, meşru olsa da, gizli faşizmin bir aygıtı haline gelir.. 

Millet esasına dayanan her söylem özünde gizi faşizmdir. Tabi şu anda dünyada millet kavramı baş tacı. O nedenle bu eksendeki toplumlaşmalar kötücül olarak görülmüyor, ama baskıcı ve insanları çatışmaya sürükleyen bir kavram. Hiç kuşkusuz, dünyalı, bu millet kavramını da bir gün yok edecektir. Gruplaşmaları başka kavramlar belirleyecektir. 

Dil o zaman da varlığını sürdürecek ve hiç de dinin ve milletin bağlaşık kavramı olarak bir toplumu kuran asli unsur olmayacaktır. 

Dil, hiçbir zaman bir toplumun asli kurucu olamaz. Bunu yaptığınız zaman o dili kullananları baskı altına almış ve dili toplum üzerinde bir baskı aracı olarak kullanmış olursunuz ve dilin de kendi öz niteliği ile çelişmesine vesile olmuş olursunuz. 

Bütün bu açıklamalarla birlikte, bir kişiye, bir dili doğru kullanmayı önermenin tek kabul edilebilir tarafı, o dili kullanan kişinin kullandığı dilin uzlaşımları sağlayan doğrularını öğrenmeye açık olmasıdır. 

Mesela birisi Türkçe'nin kurallarına göre red kelimesinin yazım yanlışı ve doğrusunun ret olduğunu bildiği halde, red şeklinde yazmayı seçiyorsa, ona tek denecek şey "Eyvallah, yolun açık olsun." olur. Ama eğer bu kişi red'in doğru yazım olduğunu sanıyorsa, ona bunun yanlış olduğunu söylemek gerekir.

Şimdi "Red yazılsa ne olacak ret yazılsa ne olacak, sonuçta her ikisi de aynı anlama geliyor!" diyenler olabilir. Buna ben de katılabilirim, şu kadarla ki Türkçe açısından doğrusunun ret, yanlışısın ise red olduğunu bilmek koşulu ile. 

Ancak her ikisi de oluyor nasılsa diyerek, yanlış yazımların önünü kesmemek, o dili elbette bozmaz, -çünkü küçük bir unsurdur ve zaten yeni bir dilsel yapı olarak da görmek gerekir onu- ancak dilsel tutarlılık açısından o dili kullanmanın estetetiği ile bağdaşmaz. Estetik ruhtaki uyumdur. Hiçbir işlevsel sorun yaratmasa da, onu kullanan kişinin ruhundaki, -dilin çıktığı dünya- estetik tutarsızlık kişiyi rahatsız eder ve buna karşı gelmek, bu tutarlılığı arayanlarla uzlaşımsal bir noktadır. Öyle bir kişinin de, red yerine ret kelimesini yazın diye söyleyebilmesi haklı zeminini bulur. 

Dili özgür bırakalım, her yeni giren kelimeyi baş tacı edelim ve eğer yaşıyorsak, günceli takip etmek zorundaysak, onu kullanmaya çalışalım. 

Unutmayın, genç olmak, gününü ve günceli takip etmekten geçer. Yoksa genç olmak ne demektir ki? Biz kime genç deriz, bedensel olarak genç olana ama aynı zamanda aktüalitenin ruhunu taşıyan bu bedensel olarak yeni olanlara gençlere deriz. Güncele bağlandığımızda bedensel olarak gençleşemeyiz ama tinsel olarak gençleşiriz, çünkü o dini beden olarak da taşıyan insanlarla bir farkımız kalmayacaktır. 

Dile giren kelimelere reverans yapalım, dilsel yapıdan düşen kelimelere de güle güle diyelim. Dil de canlıdır ve ölür ve öldüğü için doğar. Dili baskı aracı olarak değil, özgürleşme aracı olarak kullanalım. 

 
Toplam blog
: 467
: 1012
Kayıt tarihi
: 21.10.07
 
 

Ankara'da yaşıyorum. Çeşitli güncel konularda, zaman zaman "Neden olaya böyle bakılmıyor?" diye düş..