Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Şubat '10

 
Kategori
Gelenekler
 

Bir yudum su/ bir avuç un

Bir yudum su/ bir avuç un
 

Foto:Ş:ODABAŞI


Benim yaşımdakiler; “öküz ve at arabalarının, ” dört çarpı dört olduğu günlerden geliyoruz.

Çocukluğumuzda, motorlu araçlar bizim köye çok uzaktı.

Dedemin atı, en iyi motosikletti.

Seyit Amca’nın eşeği, en iyi yük çekerdi.

Her iş bilek gücüyle ve hayvan gücüyle yapılırdı.

Şimdiki çocuklar bilmez, “at ve öküz arabasını.”

Kazma, kürek, çapa, nacak, yaba, düven, hapkaldıran, dirgen, kalbur, gözer, testere, keser… Şimdiki çocukların sözlüğünde yok.

Biz çocuklar, yüz de yüz üretimin içinde yer alırdık.

En işe yaramaz olanımız bile, çalışanlara su dağıtırdı.

Boş oturan yoktu.

Yirmi dört saat, “inek, keçi koyun çobanıydık” biz.

Kuzular ve oğlakları daha çok severdik. Hepsi bizim gibi küçük olduğundan.

Yediğimiz her ekmeğin hakkını verirdik.

Babamız anamız bize, “oğlum kızım” diye ekmek vermezdi.

Biz kazanırdık ekmeğimizi.

Nazda etmezdik biz.

Tuzlu/tuzsuz diye tercihimizde yoktu.

Seçeneğimiz yoktu.

Çalışırdık.

Yerdik, önümüze konanı.

Hasta da olmazdık kolay kolay.

Soğuk bizi tanırdı. Sıcak bizden korkardı.

Bizim zamanımızın çocukları, çetin cevizdi.

Ya tam yaşardı. Ya da ölürdü.

Şimdiki çocuklara bir bakın, üretimle ilişkileri var mı?

El bebek, gül bebek.

En küçük rahatsızlıkta, hastalıkta koş doktora.

*

Köyümün sokaklarında gezerken, çocukluğumu kuşandım birden.

Bir mahallede, “dört yol çatına” gelip durdum.

Yol çatında bir ateş.

Başında Lütfiye Nine. Kızı Ayşe’de yan tarafında. Gönenli Memed’in garısı da var. Kızları da. Çakır İsmil’in hanımı da çıktı geldi. Başlarında komutan, İdris Dayı’nın Hanımı Medininge (MedineYenge).

Mahalle aralarından çocuklar çıkıp çıkıp geliyorlar. Ellerinde, “birer çanak un.”

Her çanakta, ”bir avuç un.”

Aha! Tüfekcilen Ganime’de geldi. Bak, Çakır’ın Şükrü’de bir çanak un getirdi. Hakkı Dayı’nın İshak’ta getirdi un. Bir avuç un da, Tıstıs Amet getirir şimdi.

Avuç avuç gelen unlar, şimdi “bir çuval” olur.

Dediğim gibi oldu.

Çuval doldu.

Tatlı bir telaş içinde, bir şölen başladı.

Unlar bir hamur teknesinde toplandı. Mahallenin kızları hamur garıyorlar.

Oklavalar hazır. Yastaçlar konulmuş çulların üstüne. Valla, Lütfiye Ninem birazdan oklava ile bir şeyler açacak, yastacın üstünde. Oklava takırtısına bak sen şimdi.

Bu takırtıya mahallenin değil, köyün bütün çocukları toplanır.

Köyün köpekleri uzaktan dillerini yalayıp, kuyruk sallarlar.

Bayram değil. Seyran değil.

Köyde düğün yok.

Mahallede doğan yok, ölen de yok.

Bu nedir?

Nedir bu telaş?

Bu nedir, anlatayım ben size.

Avuç avuç topladıkları unlardan, ”bi gocca tekne hamır yaptılaya”

Bizim köyde bu işe, “kartala pişirme” denir.

Pişirilen bezelerin adı, “kartala” oluyor.

Saç üzerinde pişiriliyor. İçine tereyağı sürülüp, dürüm yapılıyor. Yoldan geçenlere veriliyor.

Yoldan kim geçerse, durdurulup eline tutuşturuluyor.

Pişirme işini kadınlar, dağıtma işini çocuklar yapıyor.

Teknede hamur bitene kadar, pişirme ve dağıtma işi devam ediyor.

Anlamı ne bunun?

Eski bir, gelenek görenektir efendim.

Eskiden şimdiki gibi, her yerde un bulunmazdı.

Harman sonrası, öküz arabalarıyla, atla ve eşekle değirmene gidilirdi.

Her yerde de değirmen bulunmazdı. Su değirmenlerinin önlerinde sıra olurdu. Sıra, üç gün sonra ya gelirdi ya da gelmezdi. Değirmen önünde beklerdi köylüler, gece gündüz.

Birbirini, uzun süre göremeyenler, değirmen başında görüşürdü, yılda bir.

Kendi köyü dışındaki başka köylerden gelenlerle arkadaş olunurdu değirmende beklenilirken. Yemekler paylaşılırdı. Sarma sigaralar tellendirilirdi. ”Asker arkadaşı” olur da, “değirmen arkadaşı” olmaz mı?

Bir hafta, değirmenin önünde sıra bekleyenler ne yerler ne içerler?

Hadi, değirmende su bol.

Ya yiyecek?

Köyden gelirken, peynir soğan gibi yiyecekler getirilirdi. Ya ekmek?

Ya ekmek? Değirmene ekmek mi gelirmiş.

Un teknesinden, bir avuç un alınır. Mayasız hamur yapılır. Değirmende, sürekli yanan bacanın önünde biriken küle gömülür. Al sana ekmek. Hele, mısır unundan yapılan “küllü mısır ekmeği.” Katıkta istemez gali.

Birde, küçüklüğümüzde değirmenleri gezerdik bazen. Değirmenci olmadığı zaman bile, kül içinde ekmeği olurdu.

Acaba, biz çocuklara mı yapardı ekmeği? Yoksa değirmenin önünden geçen bir yolcuya mı? Ya da değirmene gelen, yorgun köylüler için miydi bu küllü ekmek?

Yoksa, “değirmenin bereketi” bu küldeki ekmekte mi gizliydi?

Bilemiyorum.

Hâlâ merak ederim.

*

Yenice’de; bilinen birçok su değirmeni varmış eskiden. Şimdi bir tane bile yok.

Eskiden meşhur olan, şimdilerde baykuşların bile barınmadığı değirmenlerin kalıntıları var elimizde sadece.

“Oğlakçı Su Değirmeni, Söğütlü Su Değirmeni.” Gibi meşhur değirmenler yerle bir olmuş. Sahipleri bile ilgilenmiyor değirmenlerle.

Anadolu’da nerede bir akan su varsa, orada mutlaka bir değirmen vardır. Şimdi olmasa da kalıntıları vardır. Değirmenler, “zamana yenik düşüp yıkılsalar bile, ” değirmen taşları terk etmemiştir yerlerini.

“Değirmen taşları, ” gösterir bir değirmenin yerini.

Değirmen taşları, “çok dönmüşlüğün yorgunluğu ve sarhoşluğu” ile hiç kıpırdamadan beklerler oldukları yerde.

Değirmen arkları, değirmen taşları, oluklar, suyun biriktirildiği domuzluklar, çarklar… Hala eski günlerin izlerini saklarlar üzerlerinde.

*

Zor işmiş aslında, değirmene gitmek. Un elde etmek.

Su azaldıkça, insanlar suyun yukarısındaki değirmenlere giderlermiş. Mutlaka un yaptırılırmış buğdaylar.

Bir dere boyunca, en az yedi değirmenin olduğu biliniyor Yenice’de. Yedi değirmenin olduğu derelerde, şimdi su yok.

Derelerde balık, kurbağa ve de tosbağa bile bulmak zor.

Su yoksa hayat yok.

Yağmurlarla, derelere inen şiddetli ve öfkeli sel suları var şimdilerde.

Şu anda ilçe merkezinde; elektrikle çalışan ne bir değirmen ne de bir un fabrikası var. Hiçbir şey yok.

Buğday eken yok. Un yaptıran yok.

“Bir avuç un” neymiş, bilmeyiz bu zamanda.

“Un kokusunu” unuttuk.

Hazır alıyoruz, ekmeklik unu.

Köylüler bile, tam bir tüketici oldular artık.

Köy fırınlarında pişen ekmeğin kokusu, dokuz mahalleden duyulurdu.

Köy fırınlarında pişen ekmeklerin de kokusu yok şimdi.

Kullanılan un önemli.

Buğdayların doğal yapısı bozulmuş, un bozulmaz mı?

Ekmek bozuk olmaz mı?

*

Benim köyümüm içinde bir değirmen vardı. “Değirmenci Mustafa” değirmenciliği bırakınca, köy değirmensiz kaldı. Şimdi, değirmeni göçürmüşler. Yerinde yeller esiyor.

Köyümün dışında da, bozulmamış iki değirmen daha var. Bu değirmenlerde ahır olmuş.

”Hayrullah Dede’nin Değirmeni.”

Değirmenin, içi boş bir binası kalmış..

“Macır Yusuf Dayı’nın Değirmeni.”

Bu değirmende susuzluğa kurban gitmiş. Su olsa hemen dönmeye başlar.

Değirmenciler ölmüş, değirmenlerde ölmüş.

Bir değirmende, Sofular Köyü ile Torhasan Köyü arasında vardı. Torhasan Köyü’nden, “Kara İsmil” işletirdi. Kara İsmil Dayı öldü, iş bitti. Çocukları, değirmeni göçürüp ağaçlarını yağmaladılar.

“Kara İsmail/Gara İsmil/Garismil.” Adamın adı söyleniş şekliyle “Garı İsmil” olarak anlaşılırdı.

Ben hep derdim kendi kendime, bu adama niye “garı” derler diye. Adamın adı, ”Kara İsmail’miş.” Gülüyorum şimdi.

*

Bizim evden, hep ben giderdim değirmene.

Atla giderdim. Ata çok yük binmesin diye hep yürürdüm. Atla konuşurdum. Atlar, hisli hayvanlardır. Sevdiniz mi atları, atlarda sizi sever.

Eşeklere hiç güvenmem. Ne zaman eşeklik edecekleri belli olmaz. Dalgın dalgın eşek üstünde giderken, ”eşek bir ense kessin, ” kafa üstü yere çakılır üstündeki.

Büyüklerimiz bize eşeğe binerken dikkatli olun diye öğüt verirlerdi. Birde güzel bir sözle işi pekiştirirlerdi.

“Attan düşen yorgan döşek, eşekten düşen çapa kürek.”

Artık bu sözü siz yorumlayın.

Eşekten düşmek istemem.

Beygire çuval yüklemeyi bilirim. İyi düğüm atarım. Tek başıma atı yüklerim. Dengeli yükleme yapmadınız mı, semer tersine döner, at eziyet çeker.

Un hazır alınıyor dedim ya.

Kepekli undan, ekmek yapan yok. Ekmekler daha da beyaz olsun diye, unlara katkı maddeleri de ekliyorlar. Ekmekler “çok beyaz, ” olsun diye. “Kepekli undan yapılan ekmeğe” laf yok.

Kepekli ekmek esmer olur, ancak tadı ve kokusu var. Besleyici değeri var.

Kepekli ekmeğe bir ilgi var günümüzde. Kepekli un yok.

Bir gün birileri bir su değirmeni kurar, kepekli un yaparsa insanlar sıraya girebilir.

Neyse…

*

Değirmenden eve dönelim.

Un yaptırılan buğdaylar, köye getirildi mi, dört yol çatlarında “kartala” yapılırdı.

Yeni undan, yapılırdı, “kartala.”

Harman sonu, “bereketli olsun, Allah bereketimizi artırsın” diye kartala yapılıp dağıtılırdı gelip geçenlere.

Kimisi de “kartala salgın hastalıkları önlesin” diye yapıldığını söylüyor.

“Kartala” cumartesi günleri yapılırdı.

Ne güzeldi o günler ya.

O günlerden ninelerimiz vardı. Şimdi yoklar artık.

O zamanın kızları, şimdi nine olmuşlar.

Özleseler de o günleri, kimsenin elinden bir şey gelmiyor.

Bense hayallere dalıyorum.

Sofular Köyü’nde.

Aşağı Mahalle’de. Tobal Osman’ın evinin önünde.

Yıkılmaya yüz tutmuş, Gönenli Memed’in evine dalgın dalgın bakarak iç geçiriyorum.

“Şaaayiiiip, Aaaaaa Şaayiiip” diye bir ses uyandırıyor beni.

Çekip alıyor hayal dünyasından.

Büyü bozuluyor.

“A yavrım, A tekem napiyon? Hoşgeldin bakam” diyor ses.

Bakıyorum.

Selvetlerin Mustava’nın anası Aşinge. (Ayşe Yenge)

“Kartala yapanlara bakıyom Aşinge.” Deyiveriyorum.

Ni kartalası?! Bu devirde kartala mı olurmuş olum. Eskidendi u işle.

“İnşallah kadın, beni kafayı sıyırdı” diye düşünmemiştir.

Doğru, eskidendi o işler.

Eskidendi…

Ağlasam, ağladı derler.

Koskoca adam, zırlıyor derler.

Ne yapayım işte.

Ben çocukluğumdan kopamıyorum.

Özlüyorum, yırtık pabuçlarımı.

Yamalı pantolonumu.

“Kartala” yemeyi özlüyorum.

Elimdeki yağlı ekmeği, kapmak isteyen köpekleri bile özlüyorum.

Özlemek hakkım değil mi?

“Eee aşinge, sende bi sürü çocuk va. Gelip gidiyola mı?”

Geliyola. Geliyola. Gelmezle mi?

Geli…

“Gelsele ne olur, gelmesele ne… Biz Selvet Dayınla bi avuç un bulduk mu, idare edip gidiyoz. Ta ni olsun. Garın doyurmak dimi derdimiz. Aha geldik gidiyoz. Bizim bi çog bişimiz olsa ni olur gali?”

Dünya bizim olsa, ne olur?

Ne olur?

Kısacık ömrümüzde, bütün varlığımız ne olabilir ki?

“Bir yudum su.

Bir avuç un.”

Bir avuç.

 
Toplam blog
: 420
: 1641
Kayıt tarihi
: 19.12.08
 
 

1957 Çanakkale/Yenice doğumluyum. Öykü ,deneme, şiir yazarım. Yazdığım bir çok şiirin bestesini d..