Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Temmuz '09

 
Kategori
Doğal Hayat / Çevre
 

Bir zamanlar, Dünya diye bir gezegen vardı.

Bir zamanlar, Dünya diye bir gezegen vardı.
 

Ay'dan Dünya manzarası


Eğer bir başka gezegende, yeryüzünde var oluşumuzdan başlayarak biz dünyalıları izleyen akıllı canlılar olsaydı, yaptıkları tespitler ve yazdıkları raporlar içinde şöyle cümleler de olurdu:


*Taştan alet yapmayı öğrendiler. Silah olarak kullanıp hem hayvan avlıyorlar, hem de birbirlerini öldürüyorlar!

* Demiri işlemeyi öğrendiler. Silah yapıp birbirlerini öldürüyorlar!

* Barutu buldular! Silah olarak kullanıp derisinin rengi başka diye hemcinslerini öldürüyorlar.

* Atomun bölünebileceğini anladılar. Silah yapıp birbirlerini öldürüyorlar!

* Gen yapısını çözmeye başladılar. Bitkilerin ve hayvanların genetik yapısıyla oynayıp türleri yok ediyorlar!

*Dünya’daki canlı türlerinin yarısını yok ettiler. Kalanları milli park adını verdikleri alanlarda saklıyor, oraları da eko-turizm adına işletiyorlar.

* İklim değişiklikleri başladı. Buzulların nasıl eridiğini görmek için turlar düzenliyor? Seyretmeye yılda milyonlar harcıyorlar.

* Daha önce aşağılık duygusuyla binlerce yıl doğaya tapan insanlar, bir şeyler öğrendikçe doğayı yönetmeye soyundular. Aşağılık kompleksi, yerini üstünlük kompleksine bırakmaya başladı. Doğanın bir parçası olduklarını, o yok olursa yok olacaklarını, beton, plastik, metal yiyip içemeyeceklerini henüz keşfedemediler.

* Milyonlarca çeşit bitkisi ve canlısı olan dünyayı yavaş yavaş yok ettikleri için üzülen, kaygı duyan çok az. Onları da kimse ciddiye almıyor zaten. Çoğunluk, yeni marka ve modeller dedikleri, işlevi aynı ama kırmızı düğmesi olan veya şekli biraz farklı olan tüketim ürünlerine sahip olmanın derdinde.

* Fabrikadan veya laboratuardan çıkmış her şeye hayranlar. İçlerinde, sinek bile yaşamayan başka gezegenlerde üsler kurup oralarda hapis gibi yaşamayı teknolojinin gücü ve insanın başarısı olarak alkışlamaya hazır olanlar var.

* Gezegenlerini yok ederlerse, gidebilecekleri ve yaşayabilecekleri bir başka Dünya’nın olmadığını kabul etmek istemiyorlar.

*Maymunlarla davranış benzerliği bulunan çok geniş bir kesim var:

Bazıları şempanzeler gibi başka gruptan olanlara tahammül edemiyorlar. Yabancılara saldırıp parçalamak istiyorlar. Yine, şempanzeler gibi kendi grubu içinde diğerinin aç kalıp kalmadığı ile ilgilenmeyen aç gözlüler var. Bunlar da bulduğunu çiğneyip yutacak zamanı yoksa sığdığı kadarını ağzına dolduran şempanzeler gibi, ihtiyaç fazlasını paylaşmak yerine kendileri için biriktirmeyi tercih ediyor, hatta başkalarının elindekini bile almaya çalışıyorlar.

Bazıları ise, gorillere benziyor. Dominant bir gorilin yönetimine boyun eğip öylece köle gibi yaşayıp gidiyorlar.

Diğer bazı insanlar var ki, bonobolar gibi. Sadece yeme-içme, eğlence, seks peşindeler. Dünyanın neresinde, kime ne olmuş, umurlarında bile değil.

* Samanyolu galaksisi içindeki yüz milyar gezegenden biri olan Dünyada Avrupa adı verdikleri kara parçasının sınırlarının nerede bittiği ciddi olarak tartışılıyor. Hiç kimse, onlara, yıldızlı bir gecede gökyüzüne bakmalarını, Dünyanın o gördüklerinin çoğundan küçük bir gezegen olduğunu fark etmelerini anlamalarını önermiyor.

* Milyonlarcası günlerce bir avuç pirinç bekliyor. Diğer milyonlarcası sağlam organlarını kestirip biçtirerek, estetik, selüloit, kozmetik diye yılda tüm açları doyurabilecek miktarın iki katı milyarları harcıyor.

* Bilim adamları, öğretmenleri güç bela geçinebiliyor. Bilimsel araştırmalara, belgesellere, yardım kuruluşlarına maddi destek bulmak çok zor. Şarkı söyleyenler, top oynayanlar, rol yapanlar ise, servet içinde yüzüyor. Onlar için yüz milyonlarca insan bayılarak, çığlıklar atarak para ödüyor.
Özendikleri kahramanları ve servetleri yaratanın kendi ödedikleri küçük paralar olduğunun farkında bile değiller. Hoş bilseler de, o akıldakilerin hiç biri, yoksula, çaresize yardım kampanyası için bir stada veya konser salonuna çağrılsa, gidip para ödemez zaten.


* Barıştan yana olanlar çoğunluğu oluşturmalarına rağmen kendi güçlerinin farkında değiller. Sessiz kalmayı yeğledikleri, savaş çığlıkları atanların, bozguncuların gürültüsünden ürktükleri için geri çekilip meydanı onlara bırakmış oluyorlar.


2000’lerin ilerleyen yıllarına ait tespitlerde ise, büyük olasılıkla şöyle konu başlıkları olurdu:


Zenginlerin mahallelerine saldırılar arttı… Sokak çatışmaları… Yağmalama… Susuzluktan ölenlerin sayısı artıyor…

Yeryüzünde en çok et ve süt için iki cins inek yetiştirilmesi kural haline gelmişti. Çıkan bir salgında dünyadaki ineklerin tamamına yakını öldü. Yapılan tartışmalarda farklı türler yetiştirmek, genetik çeşitliliği artırmak için artık çok geç olduğu ortaya çıktı.

Kısırlık, kanser, astım, alerji ve düzenli kullandığı ilaçları olmadan 40 yaşına varan bir Japon kadın olduğu ortaya çıktı.

Dünyalılar artık yedikleri meyvenin, sebzenin tohumundan ürün elde edemiyorlar. Hem zaten artık geni değişmiş "katırlaşmış tohumdan" yeni ürün elde edilemediği için, hem de anlaşmalara göre, her yıl tohum satın almak zorundalar. (Hindistan, ABD, Arjantin ve Brezilya'da başladı bile!)


Dünyanın yönetimi enerji, silah, banka, otomotiv gibi sektörlerin en büyüklerinin, süper güçlerin eline geçti. Bunlardan, tüm dünyadaki pirinç, soya, domates ve tüm sebzelerin patentli tohumunun sahibi Monsanto firması sözcüsü, firmanın istediği şahıs Hindistan’da başbakan oluncaya kadar tohum satmayacağını duyurdu. Bir kaç kişi, 2000’li yılların başında yok olacağı belli olduğu için bir yerlerde saklanan pirinçlerden alarak pirinç üretmeye çalıştı. Ama toprak da zehirlenmiş olduğu için tohumlar işe yaramadı.


Gelecekle ilgili olanlar senaryo elbette. Dünya o hale geldiğinde zaten milyonlarca insan birbirini öldürür. Suyun, bitkinin olduğu yerlere göçü kimse durduramaz. Çoğunluk harekete geçince ilk gidenler, bütün devrimlerde olduğu gibi, kendini en emniyette görenler olur: En üsttekiler, en zenginler, kötü gidişe çözüm üretmeyen yönetici sınıf, o düzenin kaymağını yiyen güçlü ve mutlu azınlık.


Sonuçta, torunlara ev, araba, para, yani, beton, plastik, kâğıt değil, insan gibi yaşamak için insanlığın ortak değerlerini, temiz hava, su, toprak, barış içinde yaşayan, kaynakları paylaşılan dünya bırakmak çok daha kalıcı ve işe yarar mirastır. İş işten geçmeden yanlıştan dönüp, kendimize çeki düzen veririz belki de, kim bilir!

 
Toplam blog
: 174
: 4451
Kayıt tarihi
: 19.06.09
 
 

1958  doğumluyum. Arkeologum. Evliyim. Çocuğum yok. Çalışmıyorum. Yıllarca çalıştıktan sonra, zam..