Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Eylül '11

 
Kategori
Sinema
 

Bir Zamanlar Anadolu'da

Bir Zamanlar Anadolu'da
 

Nuri Bilge Ceylan"ın uluslararası başarısı, memlekette de gişe başarısı getirse keşke,ama olmayacak duaya amin denmiyor işte.


 Elektriğin, hoyrat rüzgâra yenildiği bir köy evinde, yakılan gaz lambasının  titrek ışığına  tutkun çocuklar gibiyiz; toplaşıyoruz  hemen başına. Birazdan  bize bir masal anlatılacak çünkü. 

Duvarda asılı lambanın cılız ışığı sönmesin diye nefes bile almayacağız. Lambanın  sarı sıcak ışığı yüzümüze, gözümüze, ellerimize vuracak. Gözlerimizin perdesi bu kez başka türlü açılacak. Koca gölge oyunları oynayacağımız duvarda;  küçük ellerimizin  şekilleri, komik işaretler, birbirine karışacak.   

Sus pus olup kulak kabarttığımızda,  masalcımız  ağır aksak  başlayacak anlatmaya:

 Bir Zamanlar Anadolu’da...

Böylesi bir heyecanla bekliyordum Nuri Bilge Ceylan’ın (NBC) filmini. Gelir gelmez de düştük sinemanın yoluna. Ama  son filmi  ve NBC sinemasının bendeki anlamından önce  sinema salonunda neredeyse kanıksadığım  bazı durumları anlatmalı. 

Hepi topu salonda on kişi falandık. Bir çift kavgalıydı, ilk yarı bitmeden ayrıldı. Diğeri en arkada “lav stori” koltuğunu ayartarak    filmi baştan koparmış başka  uğraşlar içindeydi. Önümüzdeki yıllanmış olanlar da, heyecanlı ama biraz kısaltılsaymış dediğim  otopsi sahnesinde  çıktılar salondan.

 Filmden dört  kişi  sağ çıktık.   Çıkışta  iki delikanlıya merakımı gideremeyip sordum: “Nasıldı” diye?  “Kötü” diyebildiler sadece.

NBC  filmlerinin ortalaması yok;  ya tam sevilir, ya da nefret edilir.  O sebepten sevmeyenler cephesinin  tepkilerini  tahmin etmek zor değil:

“Bu ne ya! Çok  sıkıcı! Ne anladın şimdi?  Git çayı koy ocağa, demlensin al gel,  aynı sahneden devam ediyor.

Adamların boyun fıtığı mı var, neden hep aynı yere bakıyorlar?

Konuşmayı bilmiyor mu bu adamlar? Neden hiç aksiyon, müzik, heyecan  yok?

Neden bu kadar kapalı, neden bu kadar kasvetli? Sahneleri neden bu kadar uzun?

Boğuldum, hayat zaten zor, böyle  filmlerle iyice daralamam “diye çoğaltılabilir.

Sıkıcı, kasvetli, uzun…vs gibi eleştirilere Nuri Bilge Ceylan ın bu filmin  çekim günlerinde   kurgu günlüğüne  yazdıklarıyla cevap vermek en iyisi:

“ 1 Ocak 2010, Cuma

Yeni yıla girdik. Bugün öğleden sonra normalde pek  yapmadığım  şekilde adeta yılların  yorgunluğuyla yatağa uzandım.Öylece elbiselerimle birkaç saat uyuyakalmışım.Gözlerimi açtığımda çok tuhaf hissettim. Deyim  yerindeyse, yeni bir algılama biçimine uyanmışım gibi geldi.Öyle güzeldi ki…Sessizliğin  içinde gözümün önünde flu bir şekilde hareketsiz  duran odamın nesneleri beni sonsuz  bir şefkatle kuşatıyor gibiydi. Beynimde farklı bir  algılama düzeyinin kapıları aralanmış gibiydi.Bir saat  kadar  daha orada öylece gözlerim açık  olarak   yattım. Algılarım  o  kadar açıktı ki…Bu açıklık, hayattan öyle derin bir haz  almamı sağlıyordu ki…Hayatın bir şekilde yavaşlaması algılama gücümüzü nasıl da arttırıyor. Algılarımızın keskinliğini arttırmak için  hayatımızın temposunu  düşürmemiz gerektiği aşikar. Neden yavaş tempolu filmleri sevdiğim  ve böyle filmler yapmak istediğimin nedenleri de buralarda yatıyor zaten”

 

Sıkıcı filmler  yaptığını düşünen bir yönetmen değil  NBC. Aksine, uzun metrajlı filmlerinin en uzunu olan Bir Zamanlar Anadolu’da filmine bakınca  ( 2.5 saat)  sadece bildiğini okumayı seven, tavizsiz bir yönetmen. 

Bazen, bir durumun hiç de yüzeysel olmadığını, insanların acıları ve mutluluklarının ne kadar  derinlerde olduğunu anlayabilmek için yüzlere odaklanmak ve çocuk gibi kıpırtısızca bakmak gerekiyor. 

Gündelik hayatta bir yüze kıpırtısızca bakmak delilikle eşdeğer tutulduğundan, karanlık salonda hiç sakınımsız bir yüzün her mimiğine bakabilmenin  rahatlığını yaşatıyor NBC. 

Biraz da empati ve sorularla geliştirilebilecek bir serüven...

Filmleri ;en güzel müziğin, doğanın kendi sesi olduğunu düşünenler için müzik şöleni.

Söz  geriden gelir, beden söyler öz sözü diyenlerin bayrağı sahneleri.

 İyi kötü popüler kültür ikonu haline gelmesiyle  Fizanda  da olsa gidip  izlemek, izleyip  anlamak farz oluyor halli durumlar da var, “Hiç izlemedim filmlerini ama, o ödül şeyinde çok güzel konuştu yalnız ve güzel ülkeme dedi gerisi hikâye” diyenler de…

 Oysa son anlattığı; şehirlerarası otobüslerle  bir gece yarısı  uykulu gözlerle camdan bakarak geçtiğimiz, kimimizin doğup büyüdüğü, çoğumuzun hiç farkındasız yaşayageldiği, sakin dünyanın sakil hayatları yine.

 Bir zamanlar Anadolu, her şeyin  bitimsiz bir düzensizlikle birbirine benzediği, insanların dışarıyla etki ve iletişimlerini kaybettikçe, kendi küçük uğraş ve dünyalarına sığındıkları,  cürmü kadar yer yakmaz çapsızlıktaki dertleri,  etkisi büyük kavgalarıyla bir taşra görüntüsünün alabildiğine verildiği bir dünya. 

Birazdan dağların vakur sessizliğini, akışıp duran dağ çeşmesinin  şırıltılı ahengini, yol üstünde yalnız  ama başı dik kavağın   aheste aheste sallanışının  keyfini bozacaklar. 

Taşranın kaybeden (u)mutsuz  erkek  topluluğunun tok ve dayılanan sesleri  geliyor kulağımıza;  çınlayacak efelenmeleri  şimdi gecenin içinde; ses vermeyecek yine dağlar, taşlar. 

Camı kirden böcekten geçilmeyen bir yol  üstü lastikçisinde üç erkekten ikisi  rakıları dökmüş demleniyor, biri mezeleri tıkınıyor. 

Şark ekspresi  geçiyor gecenin içinden ışıklı vagonlarıyla. Bozkırın  tekinsiz sessizliğini  yara yara   ilerliyor zifiri  karanlıkta. 

Göze  ziyafet çeken bir masal bu; arabanın farı geriden  amansız  bir rüzgârla   sarı yapraklara vursun, seyreyle yaprak şölenini… 

Hiç bozulmasın istediğimiz  o sade gösteriş,  doğanın sesleriyle süslenip  servis edilince

neler görmüyoruz ki? 

İflah olmaz bir yağmur tutturmuş dövüyor alabildiğine arabanın camlarını. Araba da eşek cinsinden, kendini zor çeker. Ama teybi sağlam, gümbür gümbür duyuluyor Neşet Ertaş ın sesi. 

Bir köyde bir köy güzeli…Elektrikler kesili. Elinde gaz lambası çaydan sıcak, bal damlası  gözleriyle  odaya bir girişi var ki…

Şefkati dağları eritir, değil ki katili…Orada çözülüp ağlamaya başlaması ondan belki. 

Doktor sonsuza kadar taşradaymış  sanki ve hep de orada kalacakmış gibi. Bağırsın istiyorsun; öyle suskun, kasvetli.  Hep bir kaçış duygusuyla  gözü camlarda. Yine bakarken bir kedi kaçıyor çöpün altına. Çöp, yaşayıp da sığınmak zorunda kaldığı yer, kedi de kendisi belki. 

Komiserin eyyamcılığının altında çaresizlik, dayılanmasının gerisinde büyük bir eziklik…

 Yılmaz Erdoğan'ın kariyerinde  önde duran  komiklik  hali  burada da olabildiğince yerine geliyor gibi.  NBC nin en çok güldüğüm  filmi. 

Bir  zanlı (Fırat TANIŞ ) var ortada, bir de cinayet…

Zanlının karakolda verdiği ifadesine atlayan Komiser Naci  (Yılmaz Erdoğan)  suç mahallinin keşfini yaptırıp,  maktulü  bulmak için devletin diğer  temsilcileriyle birlikte yola çıkıyor.

Gece uzun, yol bitmek bilmiyor. Zira  zanlı  her tarifini verdiği  yerin başına geldiklerinde başka bir dünya mümkün dercesine  “burası değil” der. 

Küçüklüğü sevimliliğe yorulsa da, büyük yerde küçük bir insan olacağına, küçük yerde büyük insan ol  denilen taşrada, ufuklar da kendiliğinden daralmaya ve her yaşayana sirayet etmeye başlar. 

Özelde, bıktırıcı bir taşra eleştirisi diye görünen film, bütününü gör “daha büyük balık var” diyenlere de sırtını çevirmiyor.  Taşrada küçük ölçeklerde kurumları simgeleyen  kişiler arasında yaşanan hiyerarşi ve çıkar  çatışmalarını, Türkiye fotoğrafına uyarladığımızda   sağlam ve sert  bir eleştiri olarak da  okunabiliyor.

 Savcı, sır gibi saklayıp   başkasına mal ederek anlatmamış hikâyesini daha Doktor'a.

 Yol, umulandan uzun, kahramanlarımız  kendi sorunlarının girdabında üç beş arabaya tıkışmış gitmektedir.

 Her yerin birbirine benzediği  bir yerde üç araba dolanıp durur.

 Ve masal bir otopsi odasında son bulur.

 Geride, Nuri Bilge sevenlerin  izleğinde tek cümle kalır:

 Bu  masal  burada bitmez! 

Bu blog Sinema sitesinde de yayınlanmaktadır

 
Toplam blog
: 80
: 1644
Kayıt tarihi
: 02.12.06
 
 

..