Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Şubat '14

 
Kategori
Deneme
 

Bir zamanlar Bab-ı- Ali

Bir zamanlar Bab-ı- Ali
 

Ankara Caddesi, Sirkeci Gar’ının bulunduğu caddeden Vilayet binası ve İran Konsolosluğu  ve Hürriyet Gazetesini de içine alarak yokuşlu olarak Cağaloğlu’na uzanır gider. Bu caddenin  arka tarafında ki Bab-ı-Ali yokuşu Türkiye’de Basın dünyasının kalbinin attığı yerdi. Babıali demek gazete demekti, Babıali matbaa, Bab-ı-Ali yazar, çizer, Bab-ı-Ali  ekmek kapısı demekti.

1960 lı yıllar bizim çocukluğumuz ile gençliğe adım attığımız yıllardı. Bizim Bab-ı-Ali anılarımız  da senelere ve yaşımıza göreydi. O yıllarda yaz tatillerinde eğer biraz matbaa işinden anlıyorsanız bir öğrenci bile olsanız rahatça iş bulabilirdiniz. Gelişen bir sektör vardı ama çalışan bulma konusu sıkıntılıydı. O nedenle o yıllarda matbaa ustası bulmak da çok zordu ve çok para alır, sık sık da daha cazip teklif gelirse tereddütsüz giderlerdi. 

Bab-ı Ali’ye adım attığınızda başlardı mürekkep kokusu ve matbaa makinalarının sesi. Genelde bakımsız, çok eski binalar arasında. Nakliye sırtlıkları olan hamallarla yapılırdı. Kağıt ve kurşun döküm sayfaların, basılan kitapların başka türlü nakliyesi de mümkün değildi ve o yüzden de Bab-ı-Ali’nin en ağır işçileri matbaacılar değil, bu emektar hamallardı.

Bab-ı-Ali caddesinin hemen sağ yanındaki Cemal Nadir Sokak önemliydi. Herşey buradaydı sanki. Ya da biz orada olduğumuzdan bize öyle gelirdi.

Akşam Gazetesi vardı mesela. Önemli bir gazeteydi o zamanlar. Sahibi Malik Yolaç tanınmış biriydi ve zamanla onu görürdük. Çetin Altan da orada yazardı.

Matbaa harf ve çizgileri tek yerde dökülür ve satılırdı orada. Marka tekti. İbrahim Horoz. Fotoğrafların ve matbaa harfleri ve çizgileri yapamayacağını kitapta olması gereken fotoğraf ve şekiller klişe ile yapılırdı. Altı tahta üstü çinko idi klişelerin. Çok önemliydi ve bunun en önemli ismi Klişeci Necmi idi. O işi en iyi o yapardı zaten başkasını da tanımızdık ki.

Öğlen acıktın mı Sava vardı mezeci. Herkes oraya saldırır Sava 3 kişi ile birlikte matbaacıların ekmek arasını yetiştirmekte zorlanır, Rumca’ya kaçan şivesi ile hem konuşur, hem işini yapardı.

O zamanlar kağıt sıkıntısı vardı Bab-ı-Ali’de. Seka’nın belli bir tahsisatı vardı. İhtiyaç fazlası ise piyasadan tedarik edilirdi tabi normalin üstünde bir fiyatla.. Hiçbir iş yapmadan bütün gün  sokakta çay ocağı önünde oturan kişinin kağıt ticaretcisi olduğunu öğrenmiştim anlam verememiştim o zamanlar. Tombalacılar da  iyi iş yapardı. 3 kart tek taş, ya da 3 taş 1 lira. Bulana Kent. Pall Mall.

Matbaacılığın devreleri vardır. Branşları vardır. Kitap basan büyük matbaalar böyledir. Biz işe ‘’forma kırmak’’la başladık. Bir kitabın her sayfası 16 sayfa olarak basılır. Bunlar ıstaka denile bir yatsı kemikle katlanır. Zamanlar bu işi çok süratli yapar hale gelirsiniz. Tabi ki 70 li yılların başında bunun da makinasını getirdiler. BU işe devam edenler ‘’mücellit’’ olurdu. Kitabın cilt haline gelmesinden, giyotin denilen bıçak makinasını kullanmaya kadar her şeyi ustalıkla yaparlardı.

Bir de baskı makinaları ustası vardı. Bizde Bakırköy’lü Osman usta bu işi yapardı. Çok önemliydi. Çok dikkat gerektiren bir işti. 3 makinaya birden bakardı.

Biz mürettipltik. Yazı diziyor, İTü kitapları bastımızdan bu kitapta yazarın yazdığı formülleri  yapıyorduk. Bu formülleri yapmayı öğrendiğinizde ancak usta mürettip oluyordunuz.   Şimdilerde adı ‘’tuzak ‘’ niyetine kullanılan ‘’kumpas’’denilen el aletinde yapılıyordu bu yazılar ve formüller. Kumpastaki hurufatları yaptığımız şekilde dökmeden, tekne denilen sayfanın bağlandığı metal kaba sırayla yerleştiriyor, 1 sayfa boyutuna gelince, sağlamca iple çevresinin bağlıyorduk, bu bağlama işi de çok önemliydi çünkü gevşek bağlanması halinde makine silindirinin buradan harf çekebilme durumu ortaya çıkıyor ve makineye de büyük zarar verebiliyordu.

Tatar Ali dedi mi, değil Bab-ı-Ali’de Cağaoğlu dahil o bölgede tanımayan yoktu. Çok ünlüydü. Çok tecrübeliydi. Çok çalışkandı. Sanırım son durağı biz olmuştuk. Kasımpaşalı idi. Yalnız matbaadan değil adamdan da çok iyi anlardı.. Genelde bizlerin yapamadığı zor sayfaları yapardı. Kiminle nasıl gerekiyorsa, o şekilde konuşmasını bilirdi. ’Çift ‘’ diye tarif ettiğimiz cımbızın büyüğü bir aletlerimiz bardı. Kumpastan veya sayfadan hurufat çıkarmaya, yarardı ama o aleti elinin 6 .parmağı gibi kullanırdı ve sık sık o çift ile boynunu, yüzünü kaşımaktan yara yapardı. Evine gitmediği olurdu. Öyle bir hayatı vardı matbaa ile iç içe. Müthiş bir usta, müthiş bir adamdı.

Şimdiki gençlere bunu anlatamazsın belki ama o devrin en lüks  makinası harf dizgi makinasıydı. Sarı metalden yukarı haznesinde harflaer olan, altta eriyik metal haznesi bulunan, bir operatör tarafından klavye ile yazılan satırlar metal  satır olarak düşerdi.   Sonra bunlar mürettiphaneye gelir, sayfa olarak hazırlanırdı. Biz mürettipler düz yazı yazmazdık kumpasa genellikle formül bölümünü yapar, bu metal satırların arasına monte ederdik.  Devekuşundan esinlenerek yapıldığı söylenirdi. Zaman gelecek sesle dökecek satırları derlerdi!.

Önceleri bunları yapan çok az  vardı. Bab-ı-Ali’de hiç yoktu. Bu nedenle Divanyolu’na  Fevzi’nin Sevgili matbaasında dizdirilir ama başı ve işi çok kalabalık olduğundan, zaman alırdı.

Metal sayfaların basılmadan önce  elle çalışan mürekkep sürülen bir merdanesi olan PROVA tezgahında baskısı yapılır. Bu berbat iş de genellikle biz küçüklere yaptırılırdı.

Çeşitli matbaa terimlerini hep ustalarımızdan öğrenmiştik. Biraz yerlerinden kıpırdanaya üşendiklerinden, biraz bizim daha çabuk öğrenmemiz için, ‘’ver  evladım ordan birkaç antelin’’  ‘’oradan bir 24 kadrad bir de 48 lik’’ ‘’analı kuzulu 16 kadrad bir çizgi’’ ya da ‘’bir alfa’’ diye hurufat  istekleri yanında bizi şaşırtmak için ya da telaşımızı görmek için aslında olmayan şeyler de söylerlerdi şaka olarak. Genelde hepsi gün görmüş, bitirim tiplerdi. Birbirlerinden çok şey öğrenirlerdi. Metallerin salgıladığı bir gazdan dolayı da hepsinin dişleri bakımsız ve çürüktü. İçkiyi severlerdi.

Şimdi matbaalarda şüphesiz ki çok marifetli ve çok seri makinalar vardır. Muhtemelen kalifiye eleman sıkıntısı da yoktur. Mücellitlik, mürettiplik de sanırım tıpkı Bab-ı-Ali gibi tarihe karışmış olmalı.

Sordum bir dosta.. Bab-ı-Ali tamamen teksilci oldu artık demişti. 

Ne o matbaalar, ne Tatar Ali’ler, ne Keşanlı Ramazan ustalar, ne torik Necmi’ler, ne Sava’lar, ne hamal Osman ve Klişeci Necmi kaldı. Ne kasa, ne hurufat.

Makine sesleri daha yokuşun başında duyulan, mürekkep kokusu derinden hissedilen bu yokuştan adeta bir medeniyet ile birlikte kimbilir, kimler geldi geçti, Şenlik bitti. Sokak sanki yetim kaldı.

Bize de anıları yazmak..

Bir zamanlar Bir Bab-ı-Ali vardı..  O yıllar, yazarın da, kitabın da, matbaanın da, matbaacının  değerli olduğu yıllardı..

   

 
Toplam blog
: 465
: 918
Kayıt tarihi
: 15.01.09
 
 

İstanbul doğumluyum.. İstanbul'un  tramvaylı döneminden bu şehirde yaşıyorum. Gençlik yıllarında ..