Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Şubat '10

 
Kategori
Siyaset
 

Bırak Obama!

Bırak Obama!
 

21.yy. Amerikan yüzyılı olacak. Büyüyüp bütün dünyayı saracaklar. Ve birgün, herkes Amerikalı olacak


(Yakın gelecek için ...)

Ülkemizde garip bir davranış vardır. Ben bu durumu her gördüğümde karşımdaki kişinin yaşına, mevkisine, rütbesine bakmadan sözlerini ağzına tıkmaktan bıktım. Ama her gün karşıma çıkmaktan, dönüp dolaşıp aynı lafı söylemekten bıkmadılar. Beni fitil eden, abuk ve altında çok önemli mesajlar içeren tehlikeli bir laf! Her duyduğumda cinlerim tepeme çıkıyor. Bahsettiğim şey: “Sayın başkan ...”

Bu sözün kullanılabileceği Türkiye’deki tek siyasi makam, belediyeler. Yani o belediyede yaşayan birisi, belediyenin başkanı ile ilgili; ‘başkan, şöyle yaptı..’ diyebilir. Ama TV sunucuları ve yorumcular da dahil, Amerikan başkanı için bu lafı kullandıkları zaman iş çığırından çıkıyor. Bunu alan koduna benzetebilirsiniz. Yani başında ülkesinin adını vermediğinizde o başkan sizin başkanınız olur!

Zaten o da, (yani Amerikan başkanı) bunu ima eden bir vizyonun (demokrat yada cumhuriyetçi olsun) politikasının güdücüleri tarafından terbiye edilerek o koltuğa oturuyor. Washington yönetimi, son 60 yıldır, ABD merkezli küresel kamu otoriteleri oluşturarak dünyayı yönetme hevesinde. Bunu IMF (Uluslar Arası Para Fonu), WB (Dünya Bankası), UN (Birleşmiş Milletler) gibi kurumları kendi siyasal erkinin himayesinde tutarak, söz konusu eğilimi fiili bir hale de getirme çabasında. Bunun en somut örneği de NATO! (Kuzey Atlantik Antlaşması Teşkilatı) Bu örgütler, küreselleşme sayesinde sınırları kalkacak olan dünyayı tek bir devlet gibi düşünen muhtemel bir imparatorluğun idari birimleri olmaya çok uygun. İşte bu tek devletli dünyanın muhalifleri ortadan kalktıkça, büyük hayale de yaklaşılıyor. İşte bu büyük devletin merkezi ve yöneteni bugünkü Amerika. Daha önemlisi ise himayesine alarak demokrasi götürdüğü ülkeleri birer eyalet yada bölgesel yönetim olarak görüyor. Bu bölgesel yönetimler için planlar yapıyor. Güney Pasifik Projesi, Kuzey Kutup Projesi ve hepimizin adını duyduğu Büyük Ortadoğu Projesi.

* Güney Pasifik Projesinin amacı; tarımsal kullanıma uygun verimli ve bakir topraklara sahip Okyanusya ve Pasifik insanına demokrasi getirmek. Mesela Borneo Adasına Singapur’a ve Endonezya’ya... Buradaki stratejik ortağı Fransa ve İngiltere! Çünkü bölgede çok sayıda Fransız ve İngiliz bayraklı ülkecik var.

* Kuzey Kutup Projesinin iki amacı var: Birincisi petrol. Kutup buzulları yada kuzey buz denizi altındaki petrol yataklarına hakim olmak. Günümüz şartlarında, bu bölgeden petrol çıkarmak çok pahalı. Ama dünyanın paçası tutuştuğunda sarılabileceği en öneli petrol havzası burada. Zaten bu amaçla 2009 yılı içerisinde Grönland, Danimarka ile siyasi bağların gevşetip özerkleşti. Böylece bağımsızlık(!) yolunda büyük bir adım attı. İkincisi ise ortaya çıkan kirlilik ve muhtemel kuraklıklar yaşandığında dünyanın (kendi dünyası için) tatlı su sorununu çözmek. Aynı bölgede bulunan çok sayıda ada ve Alaska üzerinden suyu ve petrolü ana karaya (Bu ‘ana kara’ yada ‘ev’ lafına bayılıyorum. Adamların amacını gösteren bilinç altı laflardan biri de bu.)

* Üçüncü projesini ise az-çok herkes biliyor. Yada tahmin ediyordur.

Türkiye, Amasya Genelgesi ile şekillenen duruşunu, Sivas Kongresinde aldığı tarihi kararlar ile hem ABD hem de Avrupa (O günkü işgal güçleri bugünkü Avrupa!) için noktaladı. “Manda ve himaye kabul edilemez!” Ama ABD’ye karşı, 1945 sonrası Türk siyasetçilerinin politikalarında başlayan yanaşma psikolojisi siyasilerin kanında bir virüs gibi çoğaldı. Bu demokrat(!) kesim, ‘demokrasinin’ ancak ABD’nin elinin öpülmesi ile geleceğine inanıyor. Bayram şekeri bekleyen çocuklar gibi ABD’nin paçasına yapışmamızın altında işte bu biat kültürünü küflü politikaları yatar.

Birkaç gün önce siyasete pek meraklı bir arkadaşım, ABD dış politikası ile ilgili bir yazımı yorumlarken; ‘Başkan şöyle, başkan böyle...’ diye salvolar atmaya başlayınca dayanamayıp yine o lafları çıktığı yere doldurmak zorunda kaldım. Eee, napayım. Daha önce onu bu konuda uyarmıştım. Aynen; ‘fitil oluyorum’ demiştim. Arkadaşımı 25 yıldır tanırım. Ama onun gibiler çok fazla. İçlerinde, bilinç altlarında ‘başkanları’ olarak gördükleri kişinin emirlerine amade olmanın bir yansımadır o söz. Bu biat kültürünün manda kafalıları (ABD mandası!), ‘başkanım’ demeyi onursuzluk görmüyorlar. Altın-üstün, hiyerarşinin, muhataplık protokolünün ne olduğunu, yapılan ince hataların nereye çekilebileceğini düşünmeden atılan adımlar çok tehlikeli. Sıradan insanlara bile bu denli kabul ettirilen bir kanıksamanın ‘sonu nedir?’ diye düşünülmesi gerekir.

Osmanlı dönemi ile ilgili hiç hoş şeyler düşünmem. Ama Osmanlı bile (döneminin Amerika’sı oydu) baştaki sultana; ‘padişah’ diyerek diğer devletlere bir üstünlük iddia etmiştir. Nasıl mı? Nedir padişah?: Şahların şahı demektir. Kim şah? Hangi şahın şahısın?: “İran’dan Fas’a, Kırım’dan Habeşistan’a kadar ne kadar ülke varsa hepsinin şahıyım!” Geçti canım o günler. Gelelim 21nci yüzyıla. İçinde bulunduğumuz dönemde dünya biraz büyüdü. Ve yeni imparatorluk, dünya egemenliği iddiasındaki büyük güç: Amerika. Yer misin, yemez misin? İstersen de istemesen de padişahlık artık onda.

İşte Amerikan başkanına ‘başkanım’ demenin padişah demekten ne farkı var?

ABD öyle bir ülke ki, büyük bir hayalin askerliğini yapmak zorunda. Gelen hükümetlerin sözleri ve söylemleri kolayca göz ardı edilebilir. Temeli ‘Amerikan idealleri’ ile dolu bu emirler kitabını göreve gelenin eline tutuşturulur. Ve tek yol verilen görevi kendisinden öncekiler gibi yapmaktır. Tartışma çok önce bitmiş, icraat zamanı gelmiştir.

Her yeni ve bilinmeyen, ‘değişim’ diyerek gelir ve halkı bu değişimi başkanından bekler. Aynısı Amerika’da yapılan son ‘başkanlık seçimi’ ile yine yaşandı. Seçilen seçilir. Ama işler kaldığı yerden devam eder. Sadece yeni gelenin yerine adapte olması süresince biraz durma, yavaşlama olabilir. Ama durmak yoktur. Tren kaldığı yerden devam eder. A, B, C planları yoktur. Kissinger bu durumu anlatmak için: “Hükümetler, trende direksiyon olmadığını lokomotife binince anlar.” Diyor. Trenin nereye gideceğine makinist değil rayları döşeyen karar verir. İşte Obama da selefi olan G.W.Bush gibi yayılmacı politikalarla uğraşıyor. Ama ABD hükümeti iktidardaki ilk günlerde verdiği ‘umudun cesareti’ ayaklarını şu aralar geri sürümeye başladı. 60 yıldır yapılan, klişeleşmiş savaş propagandası tekrar körükleniyor. Yanı başındaki(!) İran, Amerikan vatandaşları için ‘umudun felaketi’ olmaya başladı..

Eğer böyle giderse bir yıla kalmaz, Amerikan vatandaşlarının yeni sloganı: “Bırak Obama!” olacak. Oğlum sana söylüyorum, kızın sen anla.

Hep sevgi ile kalın.

Murat SEVGİ

 
Toplam blog
: 370
: 1092
Kayıt tarihi
: 10.07.08
 
 

1969 doğumlu. Tasarımcı, endüstriyel otomasyon sistemleri için yazılım geliştiriyor. Yüksek öğren..