Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Ağustos '17

 
Kategori
Çalışma Yaşamı
 

Bırakın Adalet Yerini Bulsun İsterse Kıyamet Kopsun

Bırakın Adalet Yerini Bulsun İsterse Kıyamet Kopsun
 

Hükümet haksızken haklı olmanız tehlikelidir.-Voltaire


Ergenekon davasının 2013 yılındaki karar duruşmasında eski Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ, darbeye teşebbüsten müebbet hapis cezası aldığı anda karar okunduktan sonra tepki göstererek salonu terk ederken twitter üzerinden bir mesaj yayınlayarak yaşadığı büyük düş kırıklığını şu sözlerle dile getiriyordu . "Herkese destek mesajlarından dolayı teşekkür ederiz, unutulmasın ki ilahi adalet vardır. Hak hiç bir zaman yerde kalmaz"  Bir mahkum için umutların tükendiği bir yer varsa bu ilahi adaletin olduğu bir yer olmalıdır ve suçsuz olduğuna inanan bir insanın sığındığı tek yer ne zaman gerçekleşeceği belli olmayan bir ilahi adalet kavramı ile dile getiriliyorsa ; adaletin küçüldüğü bir yerde büyük olan belki de suçlulardır diye söylenir. Oysa  William Watson`un dediği gibi “ Bırakın adalet yerini bulsun isterse kıyamet kopsun”
Kişisel olarak haksızlığa uğradığını düşünen sıradan insanların kendilerini çok çaresiz hissettiği anlarda söylediği sözler de buna benzer. "Seni Tanrı`ya havale ediyorum veya elbet ilahi adalet bir gün gerçekleşir " gibi sözleri duyduğunuzda birisine ciddi bir haksızlık yapıldığını varsayarsınız, en azından o kişiye karşı bir empati geliştirme eğiliminiz vardır. Çünkü suçlamak bu dünyada yapılabilecek en kolay iştir ama öte yandan kendinizi savunmak durumunda kalmak ise dünyanın en zor işidir. Üstelik suçsuz olduğunuza inanırken kendinizi savunma durumunda kalmak yeryüzünde masum bir insanın başına gelebilecek en büyük belalardan biri olmalıdır.

Mevlüt Özbakar işten eve yeni dönmüştü; karısı Kerime ona kapıyı açtığında torunları da ona doğru koştular ama o kirli ellerini göstererek “Bana yaklaşmayın” diye uyardı. Mevlüt Muğla’nın Güllük beldesinde atık su istasyonunda kuyu temizliyordu ve yaptığı iş bazı bakımlardan tehlike içeriyordu. Çalıştığı yerde ızgaralara takılan katı atıklar için kullanılan ‘halatlı ızgara’ denilen ‘elevatör’ adlı mekanizma bozuk olduğu için bu işi kendisi yapmak zorunda kalmış ve günlerden bir gün kuyu içinde bayılmıştı. Onunla birlikte onu kurtarmak için kuyuya inen müdür ve 7 kişi daha o kuyuda zehirlenerek yaşamını kaybetmişti. Davaya son olarak gönderilen bilirkişi raporunda işçilerin tali kusurlu olduğu iddia edildi. Bilirkişi meseleyi biliyorsa başka bir şey söylemeye gerek olmayabilir diye düşünebiliriz ama daha sonra öğrenildiğine göre şirket yetkilileri bilirkişiden daha başka şeyler biliyorlardı. Çünkü dava sürecinde şirket, ailelere para vererek, şikâyeti geri çektirme yoluna gitmiş, 150 bin TL’den başlayan miktar, 1 milyon TL’ye kadar tırmanmış, teklifi kabul eden ailelerle ‘Kan Parası Feragat Metni ve Protokolü’ imzalanmıştı. Basında çıkan haberlere göre Milas 1. Noterliği‘nce imzalanan dokümanda, maddi ve manevi tazminat ve haklara ilişkin aileyle uzlaşılan miktar belirtiliyor. Bir ailenin 750 bin, diğerinin ise 850 bin TL aldığı görülüyor. Parayı kabul edenlerin şikâyetini geri çekeceği ve kararı temyiz etmeyecekleri taahhüt ediliyor. Ama işe bakın ki ölen işçilerden biri olan Mevlüt Özbakar’ın eşinin adalete güveneceği tuttu. ”Dürüstlük işte böyle bir şeydir . İnsani hem düşüncesiz hem de inatçı yapar.” demişti Goethe ancak Kerime’nin dürüst ve inatçı bir insan olduğu çok açık, bununla birlikte idealist bir kadın izlenimi verdiğini söylemek sanırım abartılı olmaz. O kadar idealist ki kendi ifadesi ile şirket kendisine davadan vazgeçme karşılığında “kan parası” adı altında 1 milyon TL teklif etmesine rağmen bunu reddettiğini ve adalete inandığını ve bilirkişi raporunun acımasız ve zalimce olduğunu belirterek başını bu yola koyduğunu belirterek şöyle devam ediyordu.” İlkel çağlarda bile böyle bir şey yok. 1 milyon TL’yi almadım diye bana çok baskı yaptılar. Hem şirket, hem çevrem. “Sen delisin, neden almıyorsun?” dediler. ‘Hak hukuk neyse o’ dedim” Olayın kahramanlarından olan Kerime hukuk mücadelesi yaparken şunları da ekliyordu. ”Eşim bunları hak etmediği için o parayı kabul etmedim. Pişman değilim. Hakkımı helal etmiyorum. Adalete güvenmişsem kötü mü ettim? Adalet ona göre karşılığını göstersin. Ben devlete güvenmeyeceğim de kime güveneceğim? Güvendiğim için parayı kabul etmedim. Sadece kendim için değil, bütün işçiler adına kabul etmedim. Yazık değil miydi eşimin çektiği eziyete. Herkesin eşi kendine güzeldir ama o annem, babam, kardeşimdi. Bu kaza değil, olamaz. Kaza dediğin; tedbirleri alınmıştır, o zaman iş kazası olur. Bile bile ölüm çukuruna koymuşlar eşimi. Vicdanen de olmaz, insanen de.

Hayatını kaybeden diğer işçiler in aileleri dışında ”Parayı almayan tek kişi olan Kerime Özbakar, , “Dört çocuğum, dört torunum var. Torunum Gökçe özürlüydü. Ona eşim bakıyordu. Eşimden bir sene sonra torunum öldü. Onun acısını da çektim. O parayı alsam torunuma bakardım. Kendim rahatsızım, tedavi olurdum. Kızlarımı daha güzel okuturdum. Ama almadığım için pişman değilim. Parayla olmaz her şey. Eşim geri gelmez.”

Tüm bunlar olup biterken bu kez yapılan daha kapsamlı değerlendirme sonucunda “Muğla  2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde Akfen Holding, İller Bankası ve Güllük Belediyesi başkan ve yöneticilerinin de aralarında olduğu 25 sanık hakkında ‘taksirle ölüme sebebiyet vermekten dava açılıyordu.

Fakirlik nedir bilir misiniz ? Hint Kralı Südraka onu şu sözlerle tanımlıyor: ”Bu dünyada kanadı kopmuş kuş, kurumuş ağaç, suyu çekilmiş havuz, dişleri dökülmüş yılan ne ise, fakir insan da odur. Ama fakirlik bununla bitmiyor, onlar için bu dünyada adaletten çok kanunlar var gibi gözüküyor. Üstelik işler tersine gittiğinde sessiz kalmak zorunda oldukları kanunlar bunlar… Çünkü bazen boyun eğmek çok zor gelir insana ve kanunlar bir insanın iyi veya kötü olduğuna göre yazılmamıştır ama diğerlerine ya da topluma verdiği zarara göre ele alınmışlardır ve işte bu noktada Aristo’nun dediği gibi iyi bir vatandaş olmakla iyi bir insan olmak aynı şey değildir sözü anlamını bulur. Peki bir hayatın bedeli ne kadardır ? Teklif edilen en yüksek rakam 1 milyon TL olduğuna göre firmaya göre o işçinin hayatı etse etse 1 milyon edebilir gibi anlaşılabilir. Hiç kuşkusuz burada teklif edilen rakam ölen kişinin kaybından dolayı yakınlarına teselli adına ödenecek olan bir paradır ancak buradaki sorun bu paranın ölen kişinin ailesinin davadan ve temyiz hakkından vazgeçilme koşulu karşılığında verilecek olmasıdır. Sonuç olarak bir benzetme yaparsak bir ölünün fiyatı karşı tarafı ne kadarlık bir yükten kurtaracağına  paralel olarak sanki bir araç veya evin fiyatı gibi saptanabiliyor ama burada teklif edilen rakama bakılırsa böyle bir para o kişi ya da ailenin değil 25 yıl 250 yıl çalışsa bile elde edemeyeceği bir miktardır ve hatta öyle ki çoğu insanın zaten pek de sevmedikleri bazı insanlar için biraz da tuhaf bir şekilde hayal kurarak “keşke böyle olsa” diyecekleri türden büyük bir para, ancak benim üzerinde durmak istediğim nokta para miktarından çok gerektiğinde bir ölümün para ile tazmin edilebilmesinin “ Para her kapıyı açar” sözünü doğruluyor olması. Terminator 2 serisinin 1991 yapımı Judgement Day - bölümünde şöyle bir replik vardır. “ Bir makine bile insan hayatının değerini anladığına göre, belki bir gün biz de anlayabiliriz."Yani insan hayatının fiyatını değil ama değerini anlayabilme noktasına gelebilmek az şey değildir.

Hayat bazen gerçeklerde değil kağıt üzerinde akar. Büyük bir para karşılığında mağdur olan kişi şikayetçi olmazsa böylece suç da ortadan kalkar gözüküyor ama sadece kağıt üzerinde. İsterseniz buna “Kağıt üzerindeki hayatlarımızın komedisi “ diyelim. Zaten komedi sanatçısı Charlie Chaplin hayata ilişkin olarak şunu söylemişti. “Nihayetinde tüm yaşadıklarımız bir komediden ibaret.” Öte yanda bildiğimiz kadarı ile herhangi bir kaza bile olsa suç teşkil edebilmesi için şikayet edilmesi gerekiyor ve bazı durumlarda da kimse kendisine verilen bir zarardan dolayı şikayetçi olmasa bile kamu adına yine de dava açılabiliyor. Bu saptamalardan sonra hukuk sistemi içinde buna benzer şekilde ilginç bulduğum şeylerden söz etmek istiyorum. Mesela trafik kazalarında olduğu gibi bir kişiyi arabanızla çarpıp öldürürseniz bu bir kaza sonucu ölüm sayılabiliyor ama silahla öldürürseniz bu bir cinayet haline dönüşüyor ve kaza sonucu ölen kişi nedeniyle sorumlu olan kişiye birkaç yıl ceza verilirken cinayetin cezası çok daha fazla oluyor. Öyle ise birisini aracınızla bilerek öldürmüş olsanız bile kanunlar bunu bir cinayet değil bir kaza olarak değerlendirecekler anlamına gelebilir ki bu çok kaygı verici gelir bana. Sonuç olarak bizler yanlışlıkla yok ettiğimiz bir hayata bir fiyat verebiliyorsak burada konuyu şöyle bir mizahi yaklaşım gösterebiliriz.: Hepimizin ölüsünün belli başlı kazalar sonucunda bir başkası ya da bir kurum için bir değer tablosu olsaydı sadece yakınlarımız para alsın diye ölmek bile mantıklı olabilirdi, hatta yaşarken bir para etmeyen insanların ölüleri para eder ve hiç olmazsa yakınlarının maddi problemleri çözülebilirdi. Ama öyle olmuyor, doğal olarak olamaz da ama bu tarz öyküleri dinlediğinizde aklınızdan bu tip şeyler de geçmiyor da değil. Şimdi bir tarafta sevdiği bir kişi için ne pahasına olursa olsun adalet arayan bir kadın varken diğer yanda parayı alan öteki aileler de doğru olanı yaptıklarını hatta doğru olanı yapmanın bazen hayallerinizden bile vazgeçmek anlamına geldiğini söyleyebilirler. Öyle midir gerçekten ? Kişisel görüşüm doğru veya yanlış diye bir şeyin olmadığı yönündedir ve  sadece bizim algıladığınız bir dünya içinde değer atfettiğiniz şeyler olduğunu düşünüyorum, üstelik kararlarınızın bir bölümünün ne kadar çaresiz olduğunuza bağlı olması yanında doğruların veya yanlışların her zaman bir referans noktası vardır, dolayısı ile herkesin yaşam koşulları, olayları algılama ve değerlendirmesi farklıdır ve belki de bu yüzden  tek doğru olan şey kendinizi nasıl hissettiğinizdir. Kerime bu parayı almayarak kendisini fakir bir hayatın içinde onurlu ve gururlu bir şekilde hissediyor olabilir ama diğerleri geriye kalanları kurtarmak adına iyi bir seçim yaptıklarını düşünüyor olabilirler ve işte bu yüzden biz sıradan insanların hayatı çoğu zaman prestijimizi korumaya yönelik olarak şekilleniyor. Prestijimizi kurtarmak için bazen hayallerimizden bazen gururumuzdan bazen de büyük bir paradan bile vazgeçebiliyoruz ve öyle görünüyor ki sonunda bize kaybettiklerimizin yanında “kağıt üzerinde aklanmış bir hayat” kalıyor.

Tüm bunlara tanık olan ama onları tanımayan diğer insanlar ise “Aman tanrım onlar için ne korkunç, ne acı, ne keder ” diyecekler ve gündelik işlerine devam edecekler. Şimdi bana Hint kralı Südraka fakirliği tanımlarken çok önemli bir şeyi unutmuş gibi geliyor  O da   “Unutulmak”.  Fakirler için sessiz kalmak ne kadar onur kırıcı ise başlarına gelen her şeyin unutulup gitmesi de o kadar hüzünlüdür. Öyle ise Kerime haklı değil mi ? Bırakın adalet yerini bulsun isterse kıyamet kopsun.

 
Toplam blog
: 27
: 292
Kayıt tarihi
: 11.04.13
 
 

İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi İkitisadi ve İdari Bilimler Fakültesinden 1986 yılında mezun oldum..