Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Mayıs '09

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Biraz Bursa kebabından… Biraz aklımdan geçenler…

Biraz Bursa kebabından… Biraz aklımdan geçenler…
 

Netten...


Yaşadığım her olay, her kelime, dinlediğim her müzik, okuduğum her kitap, izlediğim her şey; önünde duramadığım ve istesem de karşı koyamadığım, yazma arzusu ile karşı karşıya bırakıyor beni. Anlatmak istediğim o kadar çok şey var ki… Ama yavaş, yavaş, zaman buldukça nehir gibi akan düşüncelerimden yakabildiklerimi bu sayfalarda paylaşmaktan çok büyük keyif alıyorum.

Birkaç gün önce, bir arkadaşım, Türkiye’de bulunan en lezzetli lokantaları bildiren bir internet sitesini işaret etti. Hafta sonu siteye girme fırsatı buldum ve bir Bursalı olarak, ilk önce Bursa’daki lezzet duraklarına göz attım.

Türkiye’ye geldiğim ve ülkemi tanımaya çalıştığım ilk yıllarına götürdü beni okuduklarım…

Yıl 1989…

O zamanlar, her şeyi idrak edebilecek yaştaydım, hayatımın baharında, ilk o kadar çok ilk yaşadım ki Türkiye’de... Başka gezegenden gelmiş gibiydim… Her şey oğlanüstü ve sihirli görünüyordu… Bazen kendimi çok şanslı hissediyorum, çükü ben yenilikleri seviyorum bana sunacakları sürprizlere rağmen…

İlk defa İskender Kebabı yemek nasıl bir duygu olduğunu kaç kişi tarif edebilir ki… Benim çocuklarım tarif edemez mesela, çünkü bu onlar için çok doğal ve olanca bir şey. Oysa ben o lezzeti ilk tattığım anı çok net hatırlıyorum. Bir cumartesi günüydü, çarşıda o rengarenk dünyadaki gezintimizden sonra yorgun ve acıkmış bir hâlde, soluğu meşhur Bursa İskender Kebap salonunda almıştık. Kalabalık bir yerdi. Siparişlerimizi verdik. Çok bekletilmeden, ki beklemeyi hiç sevmem, İskender kebaplarımız geldi. Annem ve ablamla birlikteydim… Tabaklar önümüze geldi, hiç birimiz yemeye başlayamadık, bakışlarımız birbirini buldu… Üçümüzün gözünde aynı soru vardı. Ekmek nerede? Önümdeki tabak harikulade görünüyordu ve mis gibi tereyağı kokusu yayıyordu… Şu an bu satırları yazarken o koku geldi burnuma. Garsonu çağırdım ve ekmek isteme gafletinde bulundum… Garson şaşkın ben şaşkın… Pot kırmayı alışmıştım… Ekmeğin tabağın içinde küçük küçük dilimlenmiş pide şekilde sunulduğunu öğrenmiş olduk. İtiraf etmeliyim ki o İskender kebabı çok lezzetli olmasına rağmen bana biraz ağır gelmişti. Yine de yediğim en değişik ve en ilginç sunumuyla bir yemek çeşidiydi. Etler incecik kesilmişti o zamana kadar hiç görmediğim şekil ve tatmadığım bir lezzetti.

Yıllar sonra…

Çalıştığım firmadaki ürünlerle ve yaptığımız kalıplarla ilgilenen iki genç Rus iş adamı görüşmek için firmamıza ziyarete gelmişlerdi. Yıl 1998 olmalı… Firmanın hem müdürü hem de Rusça bildiğim için tercümanlık görevini de üstlenmiştim. Görüşmeler sonrasında, öğle yemeği için patronum misafirlerimizi firma dışında yemeğe götürmemi rica etti. Yabancı misafirlerimize meşhur yöresel yemeklerimizden yedirmeyi karar verdim. İskender Kebaplarımızı ve üzüm şırasını sipariş ettim… Biraz sonra nefis kebaplarımız geldi. Ben buyur ettim misafirlerimizi… Yemeye başlayamıyor… Şaşkın ifadeyle sordular… Ekmek nerede? İçimden kocaman gülümsemiştim… O kadar alışmıştım ki misafirlerimize bu soruyu sorma fırsatı vermeden, yemek hakkında bilgi vermemiştim.

Aslında yazımda çok farklı bir noktaya değinmek istemiştim: Bir kebapçı çırağının, ülke çapında, konusunda en iyi olabilme öyküsünün iç yüzü. Hangi sebepler insanı iş kurmaya iter, vefa borcunu unutturur… Hırs mı? İsyan mı? Daha insanca yaşayabilmek arzusu mu? Ben de varım demek mi? Cemal Usta’nın, meşhur Uludağ kebapçısının, kısaca yaşam öyküsünü yine bu http://www.agzimintadi.com/ siteden öğrendim. Çok küçük bir hayat kesiti okudum fakat çok etkilendim… Bir insan hayat şartlarından memnun ise, hor görülmüyor ise, istismar edilmiyor ise, hakkını, alın terinin emeğinin karşılığını alabiliyor ise, neden rakip bir işletme açsın ki? Öğretmenine neden ihanet etsin ki? Bu Ülkemizde her sektör için geçerli… Ve gelişmemizin en büyük engellerden bir tanesi bana göre. Küçüldükçe işletmeler, gelişmeleri de küçülüyor ve doğal olarak ülke ekonomisi de gelişemiyor ve sonuçta güçlüler tarafından yutulmak kolaylaşıyor.

Cemal Usta ve yaşadıklarını bilmiyorum, empati kurmaya çalıştım sadece. Fakat patronlar, patron gibi davranmaya bilmedikleri sürece ve insan üstü tavırları sergilemeye sürdükçe, böyle hikâyeler hep var olacaktır. Bu bir kültür, bir eğitim süreci aslında.

Arkadaşım, http://www.agzimintadi.com/ sitesini, işaret ederken, bir noktayı, daha değinmek istedi galiba . Millet olarak yemeye, içmeye, yedirmeyi çok seviyoruz… Yemeye düşkün olduğumuz kadar olmasa da, kitaplara ve eğitime de biraz düşkünlüğümüz olsaydı keşke, der gibiydi…

 
Toplam blog
: 144
: 1854
Kayıt tarihi
: 13.03.08
 
 

Doğduğum ve büyüdüğüm şehir Kırcali, Bulgaristan. Yıl 1964. Makina Mühendisiyim. Evli ve iki çocu..