Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Aralık '08

 
Kategori
Sağlık
 

Biraz canınız yanabilir!

Biraz canınız yanabilir!
 

Hasta 2007 ABD yapımı bir belgesel filmdir. Özgün adı Sicko 'dur. Michael Moore'un yazıp yönettiği, aynı zamanda oynayıp yapımcılığını da üstlendiği bu bağımsız film ABD'deki sağlık sistemini eleştirmektedir. (İngilizcede sick (hasta) sözcüğünden türetilmiş argo bir sözcük olan "Sicko", "tehlikeli akıl hastası", "sapık" anlamında kullanılmaktadır.)
ABD'deki sağlık sigorta şirketlerinin acımasızca sigortalıları istismar etmeleri, sadece kar peşinde koşan ilaç şirketleri, şirketlerden para alan siyasetçilerin şirketlerin çıkarları doğrultusunda kararlar almaları gibi konulara değinen ve bunu yaparken sıklıkla belgeleri ve rakamları ortaya döken Moore ayrıca ABD'deki sağlık sistemini İngiltere, Kanada, Fransa ve Küba'da uygulanan kar amacına dayanmayan sosyal sağlık sistemleri ile kıyaslar. Dünyada sağlığa en fazla bütçeyi ayırmış bir ülke olan ABD'de ortalama yaşam süresinin bile bu ülkelerden çok daha düşük olduğunu da belgeler. Sigortalı oldukları halde aldıkları (veya alamadıkları) sağlık hizmetlerinden dolayı yüksek ve ödenemez faturalarla yüz yüze gelen ABD vatandaşlarından bazılarını Küba'ya götürerek bedava sağlık hizmeti almalarını sağlar. Sağlık sistemlerini kıyaslarken yine her zamanki hınzırlıklarını yaparak seyirciyi güldürmeyi de ihmal etmez.
Zaten filmin tanıtım sloganı da doktorların hastalarına ara sıra sarfettikleri bir sözden alınmıştır; "Biraz canınız yanabilir!"
Yukarıdaki bilgileri “ http://tr.wikipedia.org/wiki/Hasta_(film) ” adresinden aldım.

Birkaç saat önce NTV’de yayınlanan belgeselin son yarım saatini izleme şansım oldu. Maalesef başını kaçırdığım bu belgeselin son 5 dakikası bile beni sarsmaya yetti. İlk fırsatta tamamını izleyeceğim. Ama şimdi izlemiş olduğum kısmını paylaşmak istiyorum.

11 Eylül saldırıları sonrası enkaz kaldırma çalışmalarına gönüllü olarak katılan, zehirli maddeler nedeniyle hastalanan 10 kişiyi tedavi olmaları için Küba’ya götüren Moore, iki ülkenin sağlık sistemlerini karşılaştırarak, halkına hem ücretsiz hem de kaliteli hizmet sağlayan Küba’nın sağlık sisteminin ABD’den çok daha üstün olduğunu tıbbi haksızlıklara dikkat çekmeye çalışıyor.

Hastalar Küba’daki ilaç fiyatları ile ücretsiz muayene karşısında ağlıyorlar. Bu sahne, sonunu yakalamış olmama rağmen benim de içimi burkuyor. Esas çarpıcı olan kısmı ise hastalardan birinin kullanması gereken ilaç sayısının 9’dan 5’e düşmesi. Özenle yapılan bir sağlık taramasından sonra 9 farklı ilaç değil, hastalığı için 5 farklı ilaç kullanmasının yeteceği öğreniliyor. Burada “tanı” aşamasının “tedavi” aşamasından, ne kadar da önemli olduğu çok ince bir şekilde vurgulanıyor bence. Gereken özenle, detaylı bir şekilde muayene edilmediğimiz için kullandığımız gereksiz ve hatta belki de zararlı ilaçları düşünmek bile istemiyorum.
Belgeselde Kübalı biri diyor ki, "Küba Karayipler'de kaynakları çok kısıtlı bir ada. Neden biz yapabiliyoruz da, siz yapamıyorsunuz?".
Geliri Amerika’ya göre çok az olan, küçük bir ada ülkesi Küba bunu nasıl başarabiliyor? Ben de internetten, Türkiye ile Küba’nın gayri safi milli hasılalarını araştırdım;
Küba’da kişi başına düşen GSMH yaklaşık 3,500 $,
Türkiye’de kişi başına düşen GSMH yaklaşık 400.000 $.
Bu rakamlara ne kadar güvenilir, o da ayrı bir tartışma konusu... Türkiye’nin GSMH’sını DİE kaynaklarından, Küba’nınkini wikipedia’den aldım.
Veriler benden, yorumlaması sizden…

Türkiye’deki sağlık sistemi malum. Sağlık sistemiyle uzaktan yakından ilginiz yoksa bile, gazetelerden okuduklarınız ve haberlerden izlediklerinizle ya da (Allah korusun!) hasta olduğunuzda bizzat yaşadıklarınızla haberdar oluyorsunuz. Parası olmayan, devlet güvencesi(!) olan kişilerin gittikleri Ssk, devlet ve üniversite hastanelerinde doktor başına düşen hasta sayısı ve doktorların çalışma saatleri diğer ülkelere kıyasla ortalamanın çok çok üzerinde. Doktorlar zor ve ağır şartlar altında çalışıyorlar.
Hasta tarafından baktığımızda ise hastanelerin ticarethanelere dönüşmüş, hastaneye gelenlerin hasta değil de müşteri gözüyle görüldüklerine, ölüm döşeğinde acil servisten bile geri döndürüldüğüne sayısız kez şahit olduk. Doktor hataları sonucu ölenler, eksik ya da yanlış müdahele sonucu sakat kalanlar, sebepsiz bebek ölümleri ilk aklıma gelen hepimiz için sıradanlanmış sorunlar değil mi?
Küçük bir kesimi oluşturan, daha iyi koşullarda tedavi olmak isteyen cebinde parası olan hastaların özel hastanelerde yaşadıkları ise çok da farklı değil aslında. Sadece oran olarak daha düşük olduğu için dikkat çekmiyor. Ayrıca son zamanlarda bunları da basından izleyebiliyoruz.

1 Ekim’de yürürlülüğe giren Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası (SSGSS) yasasından ise hiç bahsetmek istemiyorum. Ama incelemenizi tavsiye ediyorum. Pek çok hakkımızı kaybettiğimizin farkında bile değiliz.

Belgeselden sonra Küba’nın sağlık sistemi ile ilgili yaptığım küçücük bir araştırma sonucu yazının başlığını ve ana konusunu “Sağlıkta sosyalizme geçiş” mi yapsam diye düşünmedim değil! Ama vaktiniz ve ilginiz varsa aşağıdaki linke tıklayıp, okuduktan sonra buna siz kara verin;
http://www.tumgazeteler.com/?a=2326881

Michael Moore “Bizim sorunumuz nedir?” diye soruyor ve "Sicko" belgeseli için "Dünyanın en zengin ülkesinde yaşayıpta sağlık sistemine dahil olmayan 45 milyon kişi hakkında bir komedi filmi" tanımlamasını yapıyor. Acaba Türkiyedeki 70 milyon insanın kaçı sağlık sisteminden faydalanıyor diye bir soru takılıyor aklıma. Meteorolojiye göre bayramın en soğuk günü olan ve Ankara’ya ilk kar tanelerinin düştüğü bugünün gecesinde, bu sorudan sonra, hava daha da soğuyor benim için.

Bayram şekeri tadında bir yazı olmadı değil mi? Ben değil Michael Moore utansın! Ama belki de tam kurban bayramlık bir yazıdır. Kurban bayramında kesilen kurbanlar mı, yoksa bu şartlar altında yaşama savaşı veren bizler mi “Kurban” sıfatını lâyıkıyla taşıyoruz acaba?

Belgeselin son cümleleriyle bitiriyorum yazımı, aklımda kaldığı kadarını paylaşıyorum. Eksik ve fazlaları olabilir, affola;

“…Hepimiz aynı gemideyiz. Birbirimizden ne farkımız olursa olsun, ya hep birlikte batarız ya da birlikte yol alırız. Başka ülkelerin parlak fikirlerini benimseriz aslında. Arabalarını alır, şaraplarını içeriz. Tedavi ve eğitim için daha iyi bir yol biliyorlarsa biz de aynısını niye kullanmıyoruz? Derdimiz nedir? Onlar "biz" olarak, bizse "ben" olarak yaşıyoruz. Hayatımızı zorlaştıran, bize nefes aldırmayan şeyler, üniversite harçları, yuva ücretleri, tedavi masrafları ortadan kalkarsa, o zaman doğacak gün, en güzel gün olur... ”

Kurban bayramınızı kutlar, yaşayan kurbanlar olmamamızı temenni ederim.

 
Toplam blog
: 73
: 5913
Kayıt tarihi
: 06.09.06
 
 

Yılın en uzun gecesinde doğmuşum. Bu yüzden midir bilinmez ruhlarımızın özgür kaldığı geceleri se..