- Kategori
- Şiir
bircan
bircan
bu şehrin yağmurunu bilirsin
yürekten göğüs geçirir gibi çiseler
suyun ağlamasını
gözlerinin yaşarmasını
hıçkırması sesinin
yıldızların kaçtığı acımsı geceler
maviliğe değdiğini görsen
kardeşinin
delik deşik gövdesiyle
ölüsünü görsen
kahraman ölüsünü
bilmeğin bir sokakta
yağmur altında gezersin
iş dünyayı sevmekte
ekmeğin içinden namuslu
merminin çekirdeğinden sert
yaşamakta
güzel sev demek ayıptır efendim
sular gibi dalgalı
ömrümüzün rüzgarlı bu gecesinde
kıvılcımlar saçar zaten
sefalet akan gürül gürül sokakların
hep böyleydi
koynunda yaşadık
safran gibi kirli yüzümüz
gözlerimiz hasta ellerimiz kırılmış
yeniden eskisinden gayrı
türküler söylemeliyim
sen ne dersin İstanbul
usandık bıktık eski kahırlardan
yollar tutulmuş
kabil değil yenilemek içimizi
saatlerin ormanında tek başımıza
denizin ardında son umutlayız
eskiden gayrı türküler söylemeliyiz
hu dedi
tel tel kavrulmuş kirpikleriyle
ateş yedi alev yuttu
yinede durgun sular gibi gülümsedi
durgun sularda bircan/dı
yıldızların dökülmesiydi
bircan ki haza kandil
ruhun tenden çıkması
insanın insanlıktan çıkmasıydı
ölen öldü diyordu gözleri
ölen öldü ve dirildi
içinde biten arzu
hay hay dedi
yalnız desen yalnız değildi
çocuk desen çocuk değil
ağaç desen ağaç
insan desen insan değildi
yalnız bir gülümseyiş
iliklerine kadar geçmiş efkara inat
şehre ağlıyordu uzun uzun sigara içip
ölen genç çocuklara
hazirandı gözleri nemli karanlık
kana girmesin dedi bu karanlık
kalbimi söker aydınlatırım
saçları hep böylemiydi
kanatlarıyla açılmış
bir siyah turna
kızıldı akşam kafam dumanlı
bir yağmur bulut muydu
yangın yerinde
öksüz bir kedi yavrusu kaybolurken avuçlarında
kahve bir kehribar gözlü bir kızdı
rüzgarda savrulan saçları kuşlara
inat kanat çırpıp uçacaktı
kınından sıyrılmış bütün mısralar
15-16 haziran 2013 mehmet özgür ersan babel /konur/ ankara