Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Mart '20

 
Kategori
Mesleki Eğitim
 

Birey ve Mesleki Eğitim..

Üretim Toplumundan Tüketim Toplumuna

Bir önceki yazımızda sanayi devrimi ve işçi sınıfının doğuşuna değinmiştik. Bu yazımızda kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Fabrikalar hızla artıyor çalışma koşullarıysa giderek kötüleşiyordu. Fabrikada ortaya konan mesai kavramı son derece ritmik kendine has ritüelleri olan bir biçimde koşturmaca içerisinde şekilleniyordu. Fabrika işçileri bu son derece mekanik ritme sadakat ile itibar etmek zorundaydı. Kanun koyucular yöneticiler yeni düzen olan fabrika sistemini insanoğlunun değişmez nizamı gibi görüyorlar ve bu düzeni destekliyorlardı. Bu düzene göre ham madde doğadaydı, doğa tüm unsurlarıyla insana hizmet etmek için vardı ve doğadan faydalanmanın bir sınırı yoktu. Bu tüm insanlığın birleşik çabasıydı. Zamanın aydın fikirleri tüm diğer konularda birbirlerinden ayrılabilirken bu noktada hiçbir anlaşmazlık yaşamıyorlardı. Blackvvood's Magazine "işverenin işçi üzerindeki nüfuzu ahlaki gelişim doğrultusunda atılmış bir adımdır" diyerek işvereni kutsuyordu. Yoksulu ve gönüllü aylağı çalıştırmak sadece iktisadi değil aynı zamanda ahlaki bir görevdi.

            Bu dönem için tüm aydınların ortak görüşü mevcut işçilerin ya da işçi adaylarının hayatlarını kendi başlarına sürdüremeyecekleriydi. Kendilerini afacan ya da aptal çocuklardan daha iyi idare edemiyorlardı, uzun vadede neyin kendilerinin çıkarlarına daha uygun düşeceğini görmek bir yana, onlara neyin doğru neyin yanlış, neyin yararlı neyin zararlı olduğunu da anlatmak gerekiyordu. Onlar elden geçirilecek ve doğru şekil verilecek ham insani maddeden başka bir şey değildiler; en azından uzun bir süre sosyal değişimden zarar görecekler, insan topluluğunun devam etmekte olan rasyonel değişimin özneleri değil nesneleri olarak kalacaklardı.

            Uygun, edepli ve övülmeye değer davranışlar için sunulan tüm diğer ahlaki prensipler gibi çalışma etiği kavramı da, hem yapıcı bir görüş hem de yok olan hizmetlere yönelik bir reçeteydi.

             İşçiler ve sonradan işçi olacaklar kendi başlarına denetimsiz, başıboş bırakılamazlardı. Zaman geçiyor devam ediyor ve sürekli çalışıyordu üretimin aksamaması için tabiri caizse bu dişlilerin, tutkuları, hevesleri, arzuları kontrol altında tutulmalıydı.  Onların eğilimlerine güvenilemezdi. İstedikleri gibi davranmakta serbest kaldıklarında, kendi arzu ve hevesleriyle baş başa bırakıldıkların da çaba sarf etmektense açlıktan ölürler, kendilerini geliştirmekle uğraşmaktansa pislik içinde yaşarlar, bir anlık, geçici bir eğlenceyi daha uzak fakat kalıcı bir mutluluğa yeğ tutarlar, sonuçta iş yapmak yerine hiçbir şey yapmamayı tercih ederlerdi. Tüm bu iğrenç, denetimsiz dürtüler, doğmakta olan yeni sistemin karşı çıktığı, savaştığı ve sonunda yok etmek zorunda olduğu geleneksel yapının bir parçasıydı. Bu dönemde gerçek yoksullar ve sahte yoksullar şeklinde iki kavram ortaya çıktı. Gerçek yoksullar; gerçekten sistemin gerektirdiği özelliklere sahip olamayacak kadar güçsüz, engelli, hastalıklı ve yaşlı olanlardı. Bunlar yardım almadan hayatlarını devam ettiremeyecek olanlardı. Sahte yoksullar ise hepimizin bildiği ve günümüzde de var olduğu gibi çalışabilecek kapasite de olduğu halde bilinçli olarak çalışmamayı tercih edenlerdi. Bunun için tedbir alınmalıydı. Bu düşüncedeki tiplemeler ahlaken yeriliyor ve toplumun yüce menfaatine ihanet ettikleri söyleniyordu. İşçilerin aylakların ve işçi adaylarının işçi sınıfına dahil edilmesine yeni bir güvence de bulunmalıydı. Bedensel ceza, ücretleri ya da gıda desteğini dayanma sınırının altına düşürmek ve hepsinden önemlisi, her yerde, her zaman var olan gözetim ve önemsiz de olsa her hangi bir kuralın ihlalinde hemen verilen ceza yoksulları "seçeneksizlik" durumuyla karşı karşıya getirmek için yeterliydi. Bu durum da başlangıçta ahlaki olduğunu iddia eden çalışma etiğinin başlangıçta pek te ahlaki olmadığını göstermektedir. Uzun vadede toplumun idealleşme eğitimine hizmet edeceği için bu yaptırımların gayri ahlaki olması durumu çok dikkate alınmadı.

             Bu dönemde herkese iş vermek ve herkesi işçi yapmak toplumun eksiklikleri ve gelişememişliği yüzünden maruz kaldığı tüm hastalık ve sıkıntılar için bir reçete gibi görülüyordu. Bir sanayi toplumunda yaşamanın bu başlangıç süreci, sanayi işçilerine dönüştürülen insan sayısının durdurulamaz biçimde artmaya mecbur olduğuna ve sanayi toplumunun almak zorunda olduğu son şeklin, toplumun her sağlam erkek üyesinin üretimde kullanıldığı devasa bir fabrika olacağına dair inanç ve güvenle birlikte gidiyordu. İşyerinde işçilerin kendilerini idare etmelerine müsamaha gösterilmiyordu. Çalışma etiği insanları çalışmaya adanmış bir hayatı tercih etmeye çağırdı, çalışmaya adanmış bir hayat, seçeneksizlik, tercihin erişilemezliği ve tercihin yasaklanması anlamına gelmekteydi. İnsanların özgürlükleri, tutkuları hevesleri ellerinden alınıyordu.

            Tüketim toplumu ve Tüketici Kimliği

            Avrupa’da gelişim çalışma etiği çerçevesinde devam ediyordu. Amerikan toplum tarihçileri ise Amerikan endüstrisinin çarklarını çalışma etiğinden çok girişimcilik ruhunun ve yükselme arzusunun döndürdüğünü kabul ediyor. Çalışma, kendini adamış çalışma, ebediyen kendini adamış çalışma hem göçmenler hem de yerli Amerikalılar tarafından neredeyse en baştan beri kendi içinde bir değer, bir yaşam tarzı olmaktan daha çok bir vasıta gibi görülüyordu. Daha zengin olmak ve böylece daha bağımsız olmak için bir araç; başkaları için çalışmanın iğrenç zorunluluğundan kurtulmanın aracıydı. Kötü fabrikalardaki kölelik benzeri çalışma bile tünelin sonunda ışık varsa katlanılabilir bir karanlık olarak görülüyordu. Çalışmanın insanı soylulaştırdığı şeklindeki herhangi bir aldatmacaya kapılmaksızın, gelecekteki özgürlük için sakince kabulleniliyor ve katlanılıyordu. Çalışmanın sevilmesine ya da ahlaki faziletin bir belirtisi olduğuna inanılmasına gerek duyulmuyordu. En iğrenç koşullara bile katlanmak, asla uzak olmayan özgürlüğün mutluluğu için ödenen geçici bir bedel olarak görüldüğü sürece, disiplinin yıkılması riskini taşımadan fabrika sistemi ve çalışma etiği ulu orta yerilebiliyordu. Amerikan rüyası tüm dünyada dalga dalga yayılıyordu.

            Amerika'da ve başka yerlerde çalışmayı maddi olarak teşvik edici başka araçlar bulundu: Fabrika, disiplinine sessiz itaate ve böylece işçinin özgürlüğünden vazgeçmesine ödüller verildi. Sopa tehdidiyle, ahlaki üstünlük sorgusuz sualsiz çalışmaktır, düşüncesinin yerine artık bunun daha fazla para kazanmak için bir vasıta olduğu şeklinde reklam yapılıyordu. Çalışmanın ahlaki açıdan yüceltici kapasitesine başvurma, süreç içinde, değerini yitirdi. Üreticilerin toplumsal statü ve prestijlerini belirleyen şey artık çalışmaya duyulan istekli sadakat gibi gerçek ya da sözde erdemler veya kayıtsız tutum gibi günahlar değil, ücret farklılıklarıydı.

            İnsanın özgürlüğe olan şiddetli isteği ve güdüsü sağlam ve kalıcı biçimde tüketim alanına yöneltildi. Bu sonuçlar üretim toplumundan tüketim toplumuna doğru giden modern toplumun sonraki tarihini geniş ölçüde belirledi. Batı'daki yaşam tarzını tamamıyla değiştiren tüketiciliğin yükselişi komünist rejimleri dehşete düşürdü, tamamen hazırlıksız, geride kalmış ve hatta yenilmiş olduğunu kabul edip havlu atmış bir durumda kaldı.

            Teknolojik gelişme, makineleşme insan gücü ihtiyacının, istihdamın giderek azalmasıyla birlikte verimliliğin arttığı bir noktaya ulaşıyordu. Fabrikada çalışanlar topluluğu zayıflıyor ve küçülüyordu. 1970 ile 1994 arasında Avrupa Birliği'nde sanayi sektöründe çalışan insanların oranı %30'dan %20'ye, ABD'de %28'den %16'ya düşüyordu.  

            Üretim toplumunda insanlar üretim odaklıydı, üretim şekilleri ve üretilen ürünler o kadar arttı ki, kazanç odaklı işçi sınıfı kanaatkar yaşamı vadeden fikirler artık yerini daha fazlaya bırakmıştı. Birey daha fazla keyif daha fazla özgürlük daha fazla haz peşine düşmüştü.

            İdeal tüketim toplumunun devamı için ideal tüketici profilinde insanlar yetiştirilmeli, kitle tüketime hazır hale getirilmeliydi. İdeal olan şey, hiçbir şeyin tüketici tarafından kesin bir şekilde benimsenmemesi, her an değişebilmesi, hiçbir gereksinimin tam olarak karşılanmış görülmemesi, hiçbir arzunun nihai kabul edilmemiş olmasıydı. Normalde, tüketicinin tatmini anlık olmalıydı. Tatmin, malların tüketilmesi için gereken zamanın bitiminde sona ermeli ve bu zaman en aza indirilmeli. Tüketiciler dikkatlerini ve arzularını herhangi bir nesneye uzun süre yöneltemedikleri zaman tatmin süresi en aza indirilmiş olur. Sabırsız, tez canlı, huzursuz olduklarında ve hepsinden önemlisi kolay heyecana kapılıp yine aynı kolaylıkla ilgileri dağıldığında tüketiciler tüketime daha kolay yöneltilmektedir. Tüketim kapasitelerini yükseltmek için tüketicilere asla rahat verilmemelidir. Sürekli heyecan ve asla sönmeyen coşkunluk halinde kalmaları için devamlı olarak cezbedici yeni isteklere maruz bırakılmaları, aslında bir memnuniyetsizlik ve güvensizlik halinde kalmaları gerekir. Dikkatlerini vermelerini buyuran çekici tuzaklar onlara memnuniyetsizlikten kurtulma yolunu gösterirken bu güvensizliği desteklemek zorundadır.

           

            Pazar onları zaten seçmiş, tüketici biçiminde eğitmiş ve böylece onları pazarın çekiciliğini inkâr etme özgürlüğünden yoksun bırakmış olmalıdır. Ama alışveriş merkezine yapılan her ziyarette, tüketiciler kendilerini buyuruyormuş gibi hissetmek için her nedene sahip olmalıdırlar. Yargılayan, eleştiren ve seçen onlardır. Onlar, nihayetinde, sunulan sonsuz seçeneklerden herhangi birine olan bağlılıklarını reddedebilirler neticede onun yerine başka birini tercih edeceklerdir. Kendini tanıma, toplumda bir yer edinme, anlamlı denilebilecek bir yaşam; tüm bunlar alışveriş merkezine rutin ziyaretleri gerektirmektedir.

           

            Böylelikle üretim toplumundaki  en yüce mekan fabrikaların yerini, tüketimin zirveye ulaştığı AVM’ler almaktaydı.

 

            2. yazımızın da sonuna geldik. Bundan sonraki yazımızda Günümüz Türkiye’si Tüketim Toplumu ve Mesleki Eğitim olacaktır. Okuduğunuz için teşekkürler. Esen kalın.

 

 

 

 Tüketici ve Yeni Yoksullar- Zygmunt BAUMAN

https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/815181

https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/261417

https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/411256

 

 

 

 

 
Toplam blog
: 24
: 222
Kayıt tarihi
: 06.09.13
 
 

Gazi Üniversitesi Teknik Eğitim Fakültesi Elektrik Eğitimi Bölümü Mezunu, Sakarya Ünv'de Eğitim A..