Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Şubat '09

 
Kategori
Felsefe
 

Birkaç Beden Büyük Takım Elbise

Birkaç Beden Büyük Takım Elbise
 

—Birkaç Beden Büyük Takım Elbisenin Dolu Dizgin Faytonla Gezintisinin Hikâyesi


Psikoloji; aklın verileriyle insan davranışlarını açıklamaya yarayan bilim dalıdır. Acaba akıl hastanelerinde yatan insanlar hakikaten deli mi yoksa bizim anlayamadığımız durumlara değişik yorumlar katan daha üst seviye insanlar mı? Sorusunu doğurmuştur. Biz dışarıdakiler mi normal acaba onlar mı? Acaba normal insanın tanımı nedir? Freud gibi insanlar bazı modellemeler geliştirmiş ama hala tartışmalı, hatta geçerliliğini yetiren modellemelerle doludur insanlık tarihi. Dünya tarihi üzerinde psikolojik bilim tam anlamıyla genel geçerli olmayan bazı tezlerle işlenmiştir. Biraz şüpheyle yaklaşılmıştır ve halen de böyledir.

Psikoloji bilimi böyle iken daha genel geçerli olan ve daha büyük bir küme olan psikoloji ve sosyolojiyi de içine kısmen alan Felsefe bilimi konusunda dünya tarihinde daha çok bilim adamı yetişmiş daha tutarlı bilimsel sonuçlar vermiştir. Felsefenin ilk büyük adları olan Sokrates'de, Platon'da ve Aristoteles’te değerli çalışmalar yapmış ve halen genel geçerliliğini yitirmemiş sonuçlar vermişlerdir insanlık tarihine. Bu insanlar biraz daha zamanımız fizikçileri-matematikçileri kadar olmasa da pozitif fen bilimlerine girmişler ama asıl felsefe denilen dalda büyük düşünce ürünleri vermişlerdir.

Felsefe nedir dersek;

1-varlık ve varlığın sebebi

2-İnsanın kendini tanıma ve bilme sanatı

3-Yaratıcı

İlişkilerini aklın verileri ile çözümlemeye çalışan bir bilimdir.

1400–1700 lü yıllar biraz daha temel fizik ve matematik alanında büyük atılımların olduğu yıllardır. Mesela Leibniz denen matematikçi halen mühendisliğimizde temel oluşturan yasaları hayata geçirmiş ve dünya üniversitelerinde matematik derslerinde okutulan ünlü Leibniz teoremini geliştirmiştir. Tabii öyle saatlerce çalışan insanlar sadece matematiksel düşünmeyip matematiğin felsefi boyutuna girmişlerdir. Çok erken gelişmiş bir dahi örneği sergileyerek bilimsel ve ruhsal olanla cisimsel olanın varlığını ayrı ayrı belirleyerek bu iki şey arasına bir geçiş yeri koyuyordu. Görüldüğü gibi büyük buluşların arkasında varlık ve yaratıcıya dair ruhsal bir durumu değerlendirme ve bunu değerlendirici olarak insanın yapmasıdır.

Tabii burada bilgelik durumu söz konusudur. Bilgelik nedir dersek; bilgi+sezgi+farkındalık tır. Büyük buluşlar sezgisel içten gelen duyuşların bilgi ile ispatlanması şeklinde olmuş, etrafımızda olup-bitenleri fark edebilme üstünlüğüdür diyebiliriz.

Isaac Newton klasik fizik teoremini geliştirip son noktayı koyarken felsefeye girmeden edememiştir. Ancak asıl elektro-manyetizma konusunda yine hala kullanılan ve üniversitelerde okutulan ünlü Maxwell teoremini ortaya koyarken bu felsefe girmiştir. Özellikle felsefeye girmiştir ki her şey Newton teoremiyle açıklanamıyordu. Çünkü daima denklemde açıklanamayan boyutlar kalmıştır. Denklem doğrudur ama kısmen eksiktir. Bilinmezlik içerir. Maxwell ünlü denkleminde son noktayı koyarken ‘’ İnsanoğlunun çözemeyeceği sır yoktur, ama iç dünyasına dönüp orada olup bitenleri anlayabildiği ölçüdedir’’ demiştir. Aristo nun ortaya koyduğu varlık-yaratıcı-insan denklemine vurgu yapmıştır. Yine Newton ve Maxwell le devam eden fizik-matematik olaylarını son noktaya götürme Einstein’ a kalmıştır. Einstein Maxwell yorumlarını alıp ileri seviyeye taşımış ve hala teorisi yıkılamamıştır ve tüm teorileri kapsayan genel geçerli bir teoridir. Einstein’ ın ünlü bir sözü vardır ve bu sözü teorisini açıkladıktan yıllar sonra atom içersindeki parçaların hareketini anlamaya çalışırken söylemiştir. ‘’Tanrı asla zar atmaz!’’ hiçbir şey rasgele değildir- rasgelelik bizim anlayamayışımızın ifadesidir. Anladığımızda ve ispatladığımızda rasgelelik kalkar. Özellik le Einstein küvette banyoda köpüklerle saatlerce oynarmış ve eşine ben banyoya girdiğimde bana kim gelirse gelsin rahatsız etme, konsantrasyonumu bozma dermiş. Hatta bir gün bir profesör arkadaşı gelir ve eşine Einstein nerde, çok önemli konuşmam lazım der, eşi az önce banyoya girdi isterseniz bekleyin ama kaç saatte çıkar bilemem der! Banyoda köpüklerle oynarken sezgisel gücüne erişip keşifler yapıyormuş der profesör arkadaşına.

Son olarak da Madam Curie den bir örnek verelim. Her zaman uyumadan önce başucuna kitap ve boş kâğıtlar koyarak yatarmış ve uykuda kalkıp bazı formüller yazarmış. Uyanınca da niye yazdığını düşünürmüş. Çok önemli buluşlarını bu şekilde sonuçlandırmış.

Pozitif bilimcilerin ortak yönü FELSEFE yapmaları olmuş. Yani; kendilerini tanıyıp iç dünyalarına dönmeleri, sezgisel güçlerine dayanarak varlık hakkındaki bulgularını bilimi-aklı kullanarak ispatlamaları şeklinde olmuştur. Burada sözünü ettiğim bilim adamlarının hepsi Tanrı ya inanmış ve acaba Tanrı bunu yaratırken neyin altına nasıl bir pozitif bilim gizledi diye başlamış. Yani ‘’Tanrı asla zar atmaz!’’

Bir taraftan batıda pozitif bilimciler felsefeyi böyle yaşarken Şarkta da farklı bir boyutta felsefe yaşanmıştır. Aynı şekilde Yaradan-varlık-insan bilmecesi çözülmeye çalışılmıştır. En bilineni ve kulağa hoş geleni Mevlana ve öğretisi bakış açısı ile olayları yorumlamak. Yalnız Mevlana değil buna daha genel anlamda sufizm denebilir. Yine tasavvufla uğraşıp aynı zamanda pozitif bilimlerde ilerlemiş İbni Sina(tıp)-Mimar Sinan(mimar) gibi pek çok sufi pozitif bilimcide yetişmiştir.

Bakarsak felsefe 3 ana taş üzerinde oturmuş doğu ve batıda ve Tanrı yı düşünerek varlığı açıklama ve insanın iç dünyasına dönmedir ortak nokta. Yine benzer Şekilde Budizm vardır. Ancak burada felsefe biraz dağılmaya başlamış ve Tanrı biraz silik işlenmiştir. Tanrı nın olmadığı şeklinde Budizm de ifadeler vardır. Budizm incelerken Tanrı yı çıkarırsak İnsan ın iç dünyasına dönmek ve varlığı açıklamak düşüncesi çok kuvvetlidir.

Klasik şark tasavvuf kültüründeki Felsefe nin 3 ana kaleminden biri olan İNSAN konusunu açmak isterim. Konunun önemine binaen. Yani insan çok boyutlu bir varlıktır. Tanrı yı ve varlığı anlamak insanı anlamaktan geçer. Bir muammadır. Belki şirketlerdeki personel müdürlüklerinin yerine son 20 yılda insan tabanlı İnsan Kaynakları müdürlüklerinin kurulmasının açıklaması olabilir. Budizm mistisizminde de benzer tiplemeler olmasına rağmen İslam mistisizminden yani tasavvuftan bir modelleme vermek istiyorum. Tasavvuf ta İNSAN=FAYTON dur. Yani At, sürücü, araba, arabanın içindeki diğer insan. Çok daha detaylı açıklaması olmasına rağmen kısa kesmeyi tercih ederim. Zira arabanın üzerindeki cıvata-somunun bile ayrı bir açıklaması mevcuttur. Burada araba insanın bedeni iskeleti kas yapısını temsil eder. Yani bir insan baktığında dıştan ne görüyorsan Fayton odur. Şimdi faytonun yani insanın iç dünyasına girmeye başlayalım. Burada arabanın içinde oturan kişi insanın iç dünyasını-sonsuz bilgeliği-içsel zenginliği ifade eder. Bir bakıma spritüel yani ruhsal bir varlıktır faytonun taşıdığı içerdeki kişi. Ya da içerde oturana Padişah ta diyebiliriz. Sürücü ise vezirdir. Yani Vezir=Akıldır. Yani felsefedeki akılla olayları çözüm getirmenin karşılığıdır vezir. Osmanlı imparatorluğunun yönetim şekline baktığında da hakikaten tüm ipler vezirlerin elinde olmuştur. Modelleme genişletilebilinir. Çok güzel içsel zenginlik var, akıl var ama beden denen faytonu hareket ettirecek bir uçaktaki gibi jet motoruna ihtiyaç vardır. İşte bu da AT tır. AT = EGO dur. Ego su olmayan bir insan düşünülemez. Ancak Egoyu Vezir(akıl) in elindeki iplerle iyi dizginlemesi lazım gelir. İçsel sezgilerine-aydınlanmasına dönerek akıl süzgecini kullanarak Ego yu gerektiği kadar serbest bırakmalıdır. Akıl-yani beynin iç dünyasına dönerek üretiminin dışa yansıması- 100 birimlik aktivite yapar diyelim. Bu 100 birim toplamda hiç değişmez. Sürücü-vezir- sürekli(100 birim) içerdeki padişahla meşgul olursa Atı sürekli dizginler(0 birim) ve beden denen varlık hareket etmez. Vezir padişahla 50 birimlik ilgilenirse EGO ya da 50 birimlik istediğini yapma hakkını verir. İslam mistisizm i der ki; dış dünya ile ilişkilerini sürdürecek kadar dizgini serbest bırak 100 birimin büyük bir çoğunluğunu içsel dünyana ayır. Eğer 100 birimi tamamen EGO ya ayırırsan Akıl işe yaramaz ve yanlış bir şekilde bedeni kullanmış olursun. Yaratılmış insanlar da bu oran her zaman değişiktir. Mesela yönetici isen biraz EGO ile meşgul olman gerekir altındakileri çalıştırmak ve gözlemlemek için atı koşturmalısın. Hep koşturmaya kalkarsan içindeki bilgeliğe başvurmayı unutur ve sürücü(akıl) yanlış kararlar verir. Yani denge felsefesi. Duruma göre bedenin dengeli kullanılması. Herkes farklı bir yaşamsal kültürü benimsemiştir onun peşinden koşar. Atını fazla koşturan insanlar bu toplumsal düzende beğenilmezler, muvaffak olamazlar genelde.

Bugün faytonla başladık daha modern çok uzun bir treyler-tır la kapatalım isterseniz. Çok sayıda tekerlekli bir tır düşünelim. 20–25 kadar tekerleği var. Bir tekerin havası inik olsa ve teker gücünü tam asfalta iletemeyip patinaj yapsa da tır yine yoluna devam eder. Biraz güç kaybeder ama gider. Ama o teker açısından durum tam bir verimsiz aşınma durumudur. Tır herhangibir şirket olsun, verimsiz teker bir şantiye olsun. Sıra tek tekere gelirse onun açısından tam verimsiz denilebilecek bir durum söz konusudur. Ömür denen tek tekerleğimde 1–2 yıl patinaj yapma durumları.

Faytonunuzu yolunda tutmanız dileğiyle…

"Birkaç Beden Büyük Takım Elbisenin Dolu Dizgin Faytonla Gezintisinin Hikâyesini" çok değerli bir mühendis arkadışımın kaleminden size iletiyorum. Bence harikulade bir analiz, örnekleme ve sonuca varış olmuş, ellerine sağlık.

 
Toplam blog
: 93
: 1475
Kayıt tarihi
: 02.02.07
 
 

Elektrik mühendisiyim. Eğitimci bir ailenin kızıyım. Kelimeler ve rakamlarla geçen serüven dolu b..