Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Haziran '09

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Birleşik Arap Emirlikleri ( Sharjah - Dubai ) gezi notları

Birleşik Arap Emirlikleri ( Sharjah - Dubai ) gezi notları
 

burj al arab oteli/ dubai


22.01.2009 ( İSTANBUL - SHARJAH HAVAALANI )


İçimdeki virüs iyiden iyiye hakim olmaya başlamıştı yine. Ama, sömestr tatilini beklemek durumundaydım. Zira; eşim, torunumuza bakıyordu, ancak, sömestr tatilinde, öğretmen olan kızımıza torunumuzu teslim edince , hem eşimi dinlendirecek bir tatil programlıyor, hem de; kurtlarımı dökeceğime inanıyordum. Bir ara, Maldiv Adalarını düşündüm, ancak kısa sürdü. Yürüyerek dolaşılabilecek bu adacıklarda 20 gün, güneşlenmek için yatmanın bende telafisi zor tahribatlar açacağını hissediyordum. Herhalde, önce her tarafım sıkıntıdan isilik olacaktı. Başbakanımızın ülkemizi teğet geçecek dediği global kriz, bütün hoyratlığı ile ülkemize, kapımıza dayanmıştı. Bu da; daha küçük bir bütçe ile gezmeyi, ya da, ertelemeyi getirecekti. Geziler için oluşturduğum kumbaramda idareli gezersek, 20 günü geçirebileceğimiz kadar dolar biriktirebilmiştim.

Sonunda, hem tropik atmosferde, Hindistan’ın Goa ve Kerala eyaletlerinin tropik plajlarında hanıma verdiğim sözümü yerine getirecek, hem de, Karnataka’dan başlayarak Bangalore ve Hampi gibi, Hindistan ve tarih kokan yerleri gezip görme imkanım olacaktı. Tabii; güney batı Hindistan’ın Cochin, Allapey gibi, backwater denilen, gölleri, aralardaki su kanalları, tekneleri fotoğraflama imkanım da olacaktı.

Air Arabia’nın , İstanbul- Bangalore gidiş, Thrivanandhapuram ( Trivandrum ) – İstanbul dönüş biletlerini Trek Turizmden altı taksitte ödemek üzere aldım. İki kişi gidiş 411 €, dönüş 385 € tuttu. Ancak, taksitle almanın bana 200 TL’ye yakın bir fazla ödeme getirdiğini sonradan fark ettim. Air Arabia, internet üzerinden dolar ve euro cinsinden paraları, kendi tayin ettiği kur üzerinden AED ( Birleşik Arap Emirlikleri Dirhemi ) ne çeviriyor. Trek Turizm görevlileri Air Arabia’dan çok on line işlem yapmıyor olsalar gerek, acemi idiler, son ana kadar tüm işlemler AED üzerinden yapılıyor, son tıklamada, toplam AED , kendi tayin ettikleri kur üzerinden Euroya çevrilince de tren kaçmış oluyor. Piyasanın oldukça üzerindeki AED-€ kuru yüzünden, biraz fazla ödeme yapıyorsunuz. Kafama takıldığı için, Harbiye Halaskargazi caddesindeki ( daha önceki Air Arabia ile uçtuğum Nepal ve Hindistan biletlerimi buradan almıştım ) Fly Express‘teki iyi niyetli kızcağıza gittiğimde, internetten yapılan rezervasyonlarda bu durumun olduğunu , ancak kendilerinin AED’yi normal kurlar üzerinden çevirdiklerinden, fark çıkmadığını söyledi. Ne yapalım, peşin peşin kesilmeyelim derken, Arap şeyhlerine 200 TL fazladan kaptırmış olduk.

Derken, hazırlıklar baladı. Kılık kıyafet hazırlıkları değil elbette. Oralarda ne giyeceğim, üç aşağı, beş yukarı belli. Yılar önce, Bangkok’un meşhur bit pazarı Chatuchak’tan aldığım tiril tiril , pastel renklerdeki pamuklu gömlek ve geniş pamuklu kumaştan şalvar, sanırım, İran, Ortadoğu , Çinhindi ve kuzey Hindistan gezilerimde olduğu gibi bu kez de, üzerimden çıkmayacaktır. Gezilerde, en büyük yardımcım Lonely Planet’in 1 kg’a yakın İndia kitabını taşımanın sıkıntısını bile bile, South İndia’yı almamıştım. Zira, kafamda, ( kısmet olursa ) en az iki Hindistan gezisi , (doğu ve West Bengal ile Sikkim) daha var. Lonely Planet’in karınca duasına taş çıkartan minicik harflerinin arasına, bilmediğim yabancı kelimelerin Türkçe karşılıklarını sıkıştırmak, internette muhtelif sitelerde karşılaştığım yer, restoran ve ilgi çeken notları sayfa kenarlarına sıkıştırmak çabaları ile aslında gezi başlamış oldu benim için. Yine de, LP yazarları öyle canlı ve sıcak bir dil kullanıyorlar ki; Red House yetersiz kalıyor pek çok kelimede.

Zaman yaşlılar için daha çabuk geçer yolunda, yeni hipotezler atılıyor ortaya. Doğru anlaşılan. İşte , hareket günü geldi. 21.00’de Taksim’den Sabiha Gökçen Havaalanına götürecek Havaş otobüsüne bineceğiz. Geçtiğimiz bahar Ortadoğu gezimiz İsrail ayağında, sol kolumda başlayan ağrılar, İsrail gezisini Kudüs ve Tel Aviv ile sınırlandırıp, dönmek zorunda bırakmıştı beni. Tendonlar zarar gördüğü için sırt çantam büyük acı veriyordu bana. O günden bu yana, sırt çantası taşımadım ama, geçmesi için de bir çaba göstermedim. Ancak, dönüşte fizik tedaviye başlayacağım. İster istemez bu geziyi olmazsa olmazlarımdan, sırt çantam olmadan yapacağım.Samsonite valiz değilse de; saplı bir çanta ile gezeceğiz.

İki yıl önce, yine Air Arabia ile Sharjah aktarmalı Nepal Kathmandu’ya giderken, Levent’te fabrikalar durağında Havaş servisini beklemem söylenmişti. Epey beklediğim halde gelmemiş, sonunda yanımda bekleyen oğlumun otomobili ile Sabiha Gökçen Havaalanına gitmiştik. Geçen süre zarfında, uçuşların arttığını, Taksim’den her saat başı muntazam otobüs seferlerinin başladığını duyuyordum. ( 10 TL/ kişi ). Bir saat içinde havaalanına geliyoruz. Geçen uçuştan tanıdığım Oğuzhan, yine koca gövdesi ile koşturuyor. Fly Express’in Air Arabia uçuşlarında yolcularla ilgileniyor. Gençleşmişsin diyorum, teşekkür ediyor. Check in işlemleri , güvenlik kontrolları derken, bekleme salonuna giriyoruz.

Kocaman sırt çantalı, kısa saçlı bir kızla sohbete dalıyoruz. Bulgar’mış, biyoteknoloji okumuş, Mısır’dan İstanbul’a gelmiş, Hindistan’a geçecekmiş. Ne güzel diyorum, biz de üniversite yıllarında, o bohem ruh halleri içinde gezebilme imkanı bulabilseydik. Ne var ki; boynumuza, ayaklarımıza, en önemlisi; ruhumuza takılan bukağılar, yaşama sevincimizi törpüleyip durdu, en mutlu olmamız gereken çağlarımızda. Ölmeden, yaralanmadan işkencelere atılmadan, evimize dönebildiğimiz her güne şükrederek yaşadık. Bizim yaşama sevincimiz törpülendi, o kıyamet günlerinin mimarları ; evleri, duvarları dolduran posterlerinin ardından, ressamlığa heves edip, sanata da gölge düşürdüler. İdam edebilmek için, mahkeme kararı ile yaşı büyütülen gençler hatırlarına geldi mi acaba, Marmaris teraslarında tuval tutarken ?

Bir saate yakın, rekor bir rotarla hareket ediyor A320 tipi uçağımız. Sayısız uyuyup uyanmalarla, sabahı ediyor , bir ara, aşağıda saçılmış pamuk yığınlarını andıran bulutları görünce, uyumaktan vazgeçip, onları seyrediyorum. Yerel saatle 08.00’de Sharjah Havaalanındayız. Bu akşam 22.55’ de kalkacak, bizi Hindistan’ın Bangalore kentine götürecek uçak. Biz de, aradaki zamanda Dubai ve Sharjah’ı gezmek niyetindeyiz.


23.01.2009 ( SHARJAH - DUBAİ )


Mimarlık eğitimi görmüş olan Sharjah şeyhinin çizimi olduğunu duymuştum havaalanının. İki yıl önce, kefiyeli, burnunu karıştıran, hantal, kayırmalı görevliler yok artık, bankoların ardında. Havaalanı işletmesi profesyonel bir şirkete verilmiş anlaşılan. 96 saat vize bankosuna geliyorum. Görevli kız, vize almam gerektiğini söylüyor. Yeşil pasaport sorunu yine başlıyor anlaşılan. Bu pasaporta vize yok diyorum. Bir yerlere gidip soruyor ve immigration’a gitmemizi söylüyor. Pasaport kontrolu yaptırıp çıkıyoruz. Daha önce, pasaportları üst üste yığmışlar, iki saate yakın beklemeden sonra, 96 saat geçerli bir kağıt üzerinde çıkışa müsaade etmişlerdi. Sabiha Gökçen Havaalanında konuştuğum genç kadın, yanındaki oğlu ile, Dubai’de çalışan kocasının yanına gittiğini söylüyordu. Havaalanından çıkınca Sharjah’ın en önemli meydanı Rolla’ya gidecek otobüsü görüyorum. Ama, telaştan, henüz AED ( Birleşik Arap Emirlikleri Dinarı ) almadım. Şöför, fark edip, sırıtıyor. 5 AED/ kişi . Tekrar içeri girerek, 50 $ bozdurup ( 1 $ = 3.6 AED ) , çıkıyorum, bu sefer de, otobüs gitmiş. Bu arada, kadınla karşılaşıyoruz. Biz, vize ( daha doğru vizesizlik ) derdinde koşarken, o, havaalanı binasının dışında , kocasınla buluşmak için telefonlaşıp duruyormuş. Netice de buluşuyorlar, , bizi de alıyorlar otomobile. Dubai metro çalışmaları nedeniyle arap saçı, hatırladığım kadarıyla, iki sene önce de, pek çok hafriyat yığınının arasından atlayarak dolaşmıştım Dubai’de. Ben, sizler hasret gidereceksiniz, biz maydanoz olmayalım diyorum ve Deira’da , Gold Souk yakınlarında inerek, devasa binalar arasından, deniz kenarına Deira Kordona geliyoruz.

Dubai Creek olarak isimlendirilen , bizim Haliç benzeri koyda, karşıdan karşıya yolcu taşıyan abra denilen geleneksel tekneler, Boğaziçinde restorana tebdil edilmiş tekne-restoranlar, daha ekabiranlar için lüks gezi tekneleri ile kıpır kıpır Dubai Creek. Rahatsız edici bir gürültü, görüntü yok.

Sahil boyunca fotoğraf çekerek Gold Souk ( Altın Çarşısı ) ‘a doğru ilerliyoruz. Sağımızda devasa binalar, bankalar, karşı sahil Bur Arab’da büyük dönme dolap, Emirates Towers , halen inşaatı devam eden, dünyanın iddialı en yüksek kulelerinden Burj Dubai, henüz dağılmamış sabah sisleri içinde hayal meyal görünüyorlar.

Yolun karşısında, klasik Şark çarşıları ve sokakları beliriyor. Altın satış merkezi burası. Vitrinler, ışıkların altından parlayan altınların , şehvetli patlayışlarına hakim olamayıp, sokaklara dökülüp saçılacaklar neredeyse. Yola çıkmadan, Sharjah ve Dubai’de ulaşım konusunda epey çalışmıştım. Sorarak, Gold Souk’un hemen arkasındaki otobüs durağını buluyoruz. Dubai’nin en güzel rotalarından geçen 8 A nolu Gardens’a giden otobüse biniyoruz. ( 2 AED / kişi ). Deira sahilleri ile Bur Dubai sahilini birleştiren , 1975 yılında açılan Al Shindagha tüneli denizin altından geçiyoruz. Dubai’de nereye girerseniz girin, insanı ürpertecek kadar fazla çalışan klima soğuğu ile karşılaşılıyor. Otobüste soğuktan tüylerimiz diken diken ortalığı seyrederek , Dubai’nin göz bebeği Jumeirah sahillerine doğru ilerliyoruz. Jumeirah plajı sahilde boydan boya uzanıyor. Karşımızda 7 yıldızlı Burj Al Arab veya bizim Dubai hayranlarının ifadesiyle Yelken Otelin dev gövdesini görünce, ilk otobüs durağında iniyoruz.

60 katlı, 321 m. yüksekliğindeki Burj Al Arab , 650 milyon dolara mal olmuş, oda fiyatlarını da söyleyebilirim, günün birinde yolunuz düşer , mücahitlikten müteahhitliğe terfi eder , her şeye müsait hale gelirseniz , gece başına 1000-15000 $ ödeyerek dinlenebilirsiniz. Allahtan, fotoğraf çekimi için para alınmıyor, ama, yine de; ben ihtiyatı elden bırakmayıp, yandaki yoldan , sahile iniyor ve kumların üzerinden fotoğraflıyorum bu devasa yapıyı. İncecik kumlar üzerinde turistler uzanmış, güneşleniyorlar.Halka açık, kapısı olmayan plajlar uzanıp gidiyor. Tabii , her yer böylesi sebil değil. Su oyunları, paralı plajlar , hayvanat bahçeleri, Dubai’nin yaşam felsefesinin temelini oluşturan zenginlerin paralarını bekliyor.

Otobüs durakları kapalı, çok şık ve klimalı , kapıları otomatik kapanıyor, içerideki ısıyı , paneller üzerindeki düğmeler vasıtası ile kendi konfor anlayışınıza göre ayarlayabiliyorsunuz. Tabii, bu keyif , beklediğiniz otobüs gelene kadar sürüyor. Büyük haritalarla, Dubai’nin otobüs güzergahları, alışveriş merkezleri ( mall ) , işaretlenmiş. Dubai’nin yaşam felsefesi lüks ve tüketim üzerine kurulmuş. 30dan fazla, devasa alışveriş merkezinin ötesinde , birçok mall inşaatı da devam ediyor. Burj Al Arab’ın hemen önündeki Jumeirah Hotel de insanın görme sınırlarını zafiyete uğratacak kadar gösterişli.

İndiğimiz durağa geliyor, klimalı ortamında, ortalığı inceliyorum. Bu kez , Dubai’nin en yoğun inşaat kesimi olan Al Mina Al Siyahi’ye giden 8 numaralı otobüse biniyoruz. Bu bölge, akıllara zarar bir inşaat furyası ve göğü delme yarışı içinde. Gökdelenler, üst ve alt geçit inşaatları , marina ve etrafına nefes aldırmayacak yoğunlukta sıralanmış 30-40 katlı , ama her biri bir farklılık sergileyen, hatta insanda statik mühendisliği konusunda endişeler uyandıracak, garip mimari perspektiflere sahip binaları biraz şaşkınlık, giderek anlamsızlıkla izliyorum. Dubai şeyhi Al Maktum’un; İstanbul’da İETT arazisi üzerinde de burgulu gökdelen yapma arzusunu gerçekleştirecek olan şirketi EMAAR’ın amblemlerini görüyorum, çoğu şantiyenin duvarlarında.

Sanırım, global krizin kokusunu almış olmalı ki; EMAAR mali prosedürü yerine getirmeyerek tornistan etti bu projeden.Bizim saf demokrat ve entelektüellerimiz de, verdikleri kararlı mücadele sonrası vazgeçildiği yolunda basın açıklamaları yaptılar. Alt yapı çalışmaları , iş makineleri yüzünden Al Mina Al Siyahi semtinde trafik kilitleniyor. Bu arada, yüksek binaların silüetleri karşısında, ezilmiş, gurursuz, lüks teknelerle dolu marinayı izliyorum. Marina; rüzgar demek, mavi deniz demek, yosun kokusu demek. Ama, bu inşaatlar bitecek, bu marinada, Paris kokuları, Brodway cakaları hüküm sürecek yakında. İster istemez, Arabistan yarımadasında, Arap Körfezine doğru atılmış, çok büyük bir zarın akibetini sorgulamaya başlıyorum, garip kafamda. Şu anda; 3000 adet , sahipleri tarafından terk edilmiş, borçlu araç var. Sabah, bizi hava alanından Deira’ya bırakan mimarın ifadesine göre, villa fiyatları % 50- 60 oranlarında düşmüş. Şantiyeler kapanıyor, işçiler ülkelerine dönüyormuş. Kredi tahsilatlarının durması karşısında, Dubai’nin büyük cezaevlerine de ihtiyaç duyduğu ortada. Kim bilir, gökdelenlerin bir kısmını, hapishane olarak kullanırlar. Binaların niteliği değişmese de, müdavimlerinin sosyal statülerinde farklılıklar olur. Otobüs son durakta duruyor, herkes iniyor, ben bu binaların heybeti karşısında ezilmekten korktuğumdan olacak, Filipinli şöföre, geri döneceğimizi söylüyorum. Önündeki makineye basarak, 2 AED’lik iki bilet uzatıyor. Etrafı tarassut eyleyerek Jumeirah sahillerine geliyoruz. Ancak, giderek trafik sıkışmaya başlıyor ve sonunda adım adım ilerliyor.

Burj Al Arab ve Jumeirah Hotelin bulunduğu bölgeden geçen yollar, rengarenk çiçeklerle süslenmiş. Yanlış hatırlamıyorsam, Birleşik Arap Emirliklerinde kullanım suyunun % 80 lik kısmı denizden elde ediliyor ve bir litre su temini, yaklaşık 4 litre benzin bedeline mal oluyor.

Duraktan ilk indiğimizde , hemen arkasında bulunan caminin tuvaletine , ihtiyatla yaklaşmış, ancak; gördüğüm temizlik karşısında şaşırmıştım. Üstelik, görevli lojmanı olduğunu tahmin ettiğim evden de kimse dışarı fırlayıp, tuvalet parası talep etmemişti.

Saat 14.30, Al Mina Al Siyahi’den yola çıkan otobüsten, Bur Arab tarafında Al Gubaiba otobüs durağında iniyoruz. Filipinli şöföre, Sharjah otobüslerini soruyorum , az ileride bekleyen otobüsleri gösteriyor, zaten, otobüsten inenlerin neredeyse tamamı da, Sharjah otobüslerine doğru yürüyor. Sharjah, Dubai’deki inşaatlarda çalışanların mekanı. Hayat, kısmen Dubai’ye göre ucuz olduğu için, çalışanlar Sharjah’ta ikamet ediyor. 1971 yılında İngilizlerin terk etmesi ile oluşturulan 7 emirlikten biri olan Sharjah , Dubai’ye göre daha tutucudur. 10 km. mesafe bulunan Dubai’de kadın giyimi sorun olmazken, Sharjah’da rahat dolaşabilmek mümkün değildir.

Sharjah otobüsüne biniyoruz. 5 AED/ kişi. İçerisi buzdolabından farksız. Üstelik tam da klima menfezinin altında oturuyorum. Şöföre bir- iki sesleniyorum, oralı olmuyor. Önümdeki genç kadın resmen titriyor. Klimayı kıs dedikçe, fanın devrini düşürüp, daha da soğuk hava gönderiyor üzerimize. Ben, sauna saatlerimde , buram buram terlediğim 60-70 derece sıcaklığı düşünerek, motive ediyorum kendimi. Arka sıralardan leş gibi ter kokuları geliyor. Belki de , bu olumsuzluğun önüne geçmek için bu denli soğutuluyor otobüsler. Burada, Cuma ve cumartesi günleri tatil, ancak, bugün Perşembe, öğleden sonra birden hareketleniverdi ortalık. Tatil günleri, yönetimin gazete ilanları ile duyuruluyor diye okumuştum. Bugün yarım gün tatil olabilir mi? Al Shindagha tünelinden geçiyoruz yine, Deira’ya gelirken. Böyle bir tünel Yunanistan’da Preveze’de de şaşırtmış ve hüzünlendirerek, çok eskilere götürmüştü beni. Yılların huzur ve barışı , İngilizlerin ince ayarları ile düşmanlık ve hainliklere dönüşmüş, sonunda, kayıp gitmişti tarihimizden. Dubai’deki marjınal mimari, yoğunluk kısmen devam etse de, daha dengeli bir inşaat yoğunluğuna bırakıyor Sharjah’ta yerini. Son durak Sharjah’ın liman tesislerinin , balık pazarlarının bulunduğu Al Jubail’de. Yiyecek bir şeyler bulmak umudu ile, hemen yan taraftaki kapalı çarşıya giriyoruz. Yoğun balık kokusunun hakim olduğu çarşıda, sebze, meyve satılıyor, ancak, açlığımızı bastıracak bir şeyler yok. Benim bildiğim, Sharjah Havaalanına otobüs Rolla meydanından geçerek gidiyor. Burada sorduğum herkes farklı şeyler söylüyor. Kimisi; birazdan gelecek, kimisi gelmez, kimisi de Rolla’dan kalkar diyor. Daha fazla beklememek için, 1.5 AED/ kişi vererek bindiğimiz minibüsle Sharjah’ın en geniş meydanlarından Rolla’ya gidiyoruz. Hayret, Rolla Meydanını tamamen tahta perdelerle kapamışlar , tanımak mümkün değil. Dükkanların, hatta lokantaların tamamı kapalı. Açık olanlar da, hijyen anlamında güven vermiyor. 14 nolu otobüse binerek havaalanına hareket ediyoruz. Bitirim şöför, bir yandan Yasin Suresini dinlerken, bir yandan, etrafındaki araçları sıkıştırıp akrobasi yapıyor, bir yandan da aynadan bana bakarak tepkimi ölçüyor, en önde oturduğumuz için. Sharjah’ın pek çok mahallesine girip çıktıktan sonra, 18 kilometrenin çok üzerinde bir yol kat ederek, havaalanının 500 m. yanındaki garaja park ediyor. Sharjah Havaalanı sabah saatlerine göre daha yoğun.

Gezilerde en korktuğum, kötü bir şeyler yiyerek ishal olmaktır. Enerji tükenişi, bir gün için bile olsa, telafisi zor bir konudur. Daha gezinin başında çarpılmamak için, hiç de sempati duymadığım Mc Donalds’dan tavuklu big-mac ve pepsi cola alıyoruz. 18 AED/kişi. Burj Al Arab’ın teras katında, Arap Körfezinin yeşil sularına bakarak, viski yudumlamadık, ama; bir gezginin yapacağı en güzel şeyi yaparak, Dubai’yi hakkını vererek gezip, dolaştık bugün.

Check in masasında acemi bir kız sinir ediyor beni. Stajyer anlaşılan. Pasaportumu ezberlercesine sayfa sayfa okuyor. İstanbul’da teslim edip, Bangalore’da teslim alacağımız çantamızın ağırlığını soruyor bana, ben de gülüyorum. 45 dakika sonra, biletlerimizi almış ve pasaportlarımızı, en önemlisi yakamızı kurtarmış olarak ayrılıyoruz yanından. Bu kez de, pasaport kontroldaki genç kıza takılıyoruz. Yeşil pasaportu tanımadığından, sabahleyin havaalanından, vizesiz nasıl çıktığımızı anlamaya çalışıyor. Elinde pasaportlarımız, sağa sola gidip, sorular soruyor. Sonunda, birisi, yeşil pasaportun faziletlerini anlatmış olmalı ki, işlemi bitirip, pasaportlarımızı uzatıyor.

Akşamın uykusuzluğu üzerine, bugünün Dubai maratonu, kolumuzu, kanadımızı kırmış. Üstelik bu akşam yerel saatle 22.55’te Hindistan’a Bangalore’e uçup, sabah 03.00’de ineceğiz.

Hareket saatini beklerken, yanımdaki billboardda yer alan; çılgın mimari çizgili, burgulu, merkezkaçlı, ağırlık merkezini bina ekseninin dışına taşıracak kadar sapık gökdelenleri pazarlayan firmanın reklam panolarına bakıyorum. Bir noktadan, doyumdan sonra, lüks ve konforda direnmek, böyle eğri büğrü binalar yaparak, doğaya, doğa yasalarına meydan okumak ne kazandırır, ne kaybettirir acaba ?

 
Toplam blog
: 80
: 6572
Kayıt tarihi
: 04.03.07
 
 

Hayatın anlamı; anlamlı yaşamaktır. ..