Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Kasım '08

 
Kategori
Felsefe
 

Birzamanlar Yaşamışım...

Birzamanlar Yaşamışım...
 

Bir yanım çocukluğumun doğallığında yemyeşil, bir yanım DNA sorunuyla başbaşa..


Birzamanlar Yaşamışım

Pencereme dallarını vuran sarı çınar..
Çınar sarı olur mu? Olur. Bu mevsimde olur.
Tüm yaprakları sapsarı sararmış…
Henüz soğuk vuramadığı için ağaçların yapraklarına, doğal bir sonbahar yaşanıyor Ankara’da.

Çınarın altında bir kedi.
Önce şöyle bir gerindi.
Sonra ağacın gövdesine birkaç kere süründü.
Umursamaz görünüyordu dallardaki kuşlardan ayıramadan gözünü.

Rüzgar üşütmeye başladı, eserken dallar arasında bir iki sarı yaprak da götürmenin zevkini çıkartarak.
Bu gün daha seyrekleşmiş gördüm yaprakları penceremden.
Her halde her düşenle biraz daha dolacak ömür denen kadeh… ve son yaprağı kabul etmeyecek, yer kalmadığını bahane ederek buraya kadar diyecek.

Baharın "ilkini" anımsıyorum.
Aynı yapraklar nasılda bürümcük bürümcük açılmaya çalışıyordu hem de renklerin en yeşilimsisiyle.
Ne oldu da baharın “son” olanında ömür bitti…
Gerçekte biten yaprağın ömrü…
Ağaç ise dimdik ayakta, yaşayacağı yeni “ilk” baharlara ve yeşerteceği yeni yapraklara hazırlık yaparak.

Zamanı geldiğinde yaprakların dökülmesi doğal olduğu kadar, yaprak dökmeyi de bilmek gerek..
Çocuklar yuvarlanacakları gazel bulsun ağaçlar altında koşarken...
Mantarlar öbeklenecek gölge, çimenler soğuktan korunacakları sığınak diye..

Uzanmak istiyorum diz boyu gelen gazel yığınının üzerine, çocukluğumdaki gibi…
Ve bakarken semaya dallar arasından, dilimde bir sızı “… ahhh kavaklar ahhh… acı oldu içime….”
Ve başlıyor hayallerim… “insan bu alemde hayal ettiği müddetçe yaşarmış” ya…

Yürüyorum gazelleşmiş yaprakları hışırdatarak…
Ayva ağacının altında duruyorum bir an yeni düşen bir ayvanın tadını damağımda hissederek… ne de sulu.. Coşuyorum, oltamı da almalıyım. Kızıl kanatların tam zamanı…
Ama önce şu kabarmış gazel öbeğini karıştırayım biliyorum ki kavak mantarlarının da zamanı…
Acaba hangisi daha lezzetli olur diye düşünüyorum.
Balıklar mı, mantarlar mı?
Aman canım balıklar bekleyebilir, mantarları ise bekletmeye gelmez…

Haklıymışım hem de bir öbek…
Maydanoz da topluyorum bahçeden.
Ağaçlar altında bir ateş…
Sacayağını üzerinde bir kara tava, alevler sarmış her yanını. .
Zeytinyağı kokusu hafiften sarıyor ortalığı pembeleşen soğanla işbirliği yaparak.
Mantarlar bu şenliğe katılmakta gecikmiyor.. bir cızırtı, bir şenlik ki değme gitsin.
Tutamıyor maydanoz tavaya atmakta kendini… ve tadını alıyorum yarattığım eserin her lokmasının…
Balıklar da varsın paçayı kurtarsınlar bu gün diyerek…

Dönerken eve, önce elmayı ziyaret edeceğim bir iki tane götürme niyetiyle.
Sonra tatlı olarak hurma ağacının altındayım.
Hiç yaprakları da kalmadı ama dallardaki o muhteşem koyu kavuniçi manzara..
Yumuşağını bulmalıyım diye düşünüyorum.
ama... olmazsa olmasın ben de muşmulayı ziyaret ederim onun mutlaka vardır…
Daha olmadı kocaman narlar dalları sarkıtmış, alayım diye yakınlaşmak için bana...
Doymasına doydum da hepsinden tatmak istiyorum…

Böylesi muhteşem doğallığa bir gün hasret kalacağımı aklımın ucuna bile getirmeden…
Cevizin altından geçerken ayaklarımla gazelleri süpürüyorum…
Nasıl olsa uçlarda kalan birkaç başağı rüzgar gecikmemiştir benim için yere düşürmede….
İşte haklıymışım.
İçimden gelen şeytani şehvetle tekrar ateşin yanına dönüyorum, cevizleri közün içine atmak için…
Haklıymışım böyle çok daha lezzetli oluyorlar...
Bana da sadece yalana yalana götürmek kalıyor.
Acaba bir de ayva gömsem mi külün içine…
Doymak bilmiyorum, zevkin doruğundayım…
Tüm tatlar sanki benim için yaratılmış…
Zengin olduğunda sadece “soğanın cücüğünü” götüreceğini hayallenen çoban gibi dünyanın tüm güzelliklerini buluyorum küçücük dünyamda…
Gerçekte ise “ne üstte vardı ne de başta”…

Bilmezdik organikmiş, ekolojikmiş, hormonluymuş, yok birileri DNA’sına “turp suyu sıkmış”, yok bilmem kimler genetiğiyle oynayıp doğanın “ocağına incir ağacı dikmiş”…
Yoktu ki böyle şeyler..
Ayva ayvaydı, elma da elma… insan da insan…

Şimdi düşünüyorum da gerçekten farkında mıydım yaşarken bu güzelliklerin.
Her şey öylesine doğalmış ki hep böyle gidecek sanmışım…

Bir gün baktım ki domatesin içinde çekirdek yok…
korkuyla gördüm ayvanın samanlaştığını, elmanın kepekleştiğini…
Artık ne maydonoz tat veriyor ne de nane “her şeye nane” oluyor…
Acı su teresinin
kökü çoktan kazınmış… balık yaşamıyor deremde…

Çok mu abarttım acaba diye düşünüyorum tadını çıkarmakta her şeyin.
Gerçekten de mi hissetmişim “yaşadığımın son fasıl olduğunu”.
Onun için mi her şeyi doyasıya yaşamak istemiştim "son Mohikan" gibi.…
Şimdi ise doyasıya yaşadığımı ama doymadığımı fark ediyorum..

Yetmemişti…
Daha yaşayacağım çok şey vardı.
Aslında hep aklımda olduğu halde “yer elması” kızartmasını denememe bile sıra gelmemişti…

Şimdi doğa benden öç mü alıyor, vaktiyle yaşadın sen tüm güzelliklerimi diyerek…
Bilmeseydim yaşadıklarımı, bilmeseydim elmanın, ayvanın tadını, yaşamasaydım çocukluğumu…
Şimdikileri elma, ayva zanneder mutlu olurdum.

Belki Shakespeare ustanın dediği gibi “…bilmezliğin masuniyetine sığınırdım işe alkış tutana dek”…yediklerini domates… yaşadıklarının arkadaşlık olduğunu zannedenlere…
Bırak öyle bilsinler diye sessiz kalarak…

 
Toplam blog
: 193
: 1045
Kayıt tarihi
: 01.08.07
 
 

Bilecik doğumluyum. Emekli Eğitimciyim. Ankara'da ve yazları Kuşadası'nda yaşıyorum Günlük uğraşl..