Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Mart '07

 
Kategori
İnsan Kaynakları
 

Bitmek bilmeyen bir deja vu

Bitmek bilmeyen bir deja vu
 

Çok değil, birkaç yıl öncesine kadar çalışma saatlerini benim ayarladığım bir işim vardı. Bir dergide çalışıyordum. Ofise istediğim saatte gidebilir, akşam istediğim saatte çıkabilirdim; hatta istersem bazı günler hiç uğramazdım. Kimse bana neredesin, ne yapıyorsun, niye ofiste oturmuyorsun demiyordu. Her cuma günü gerçekleştirdiğimiz toplantılarda bir takvim belirleniyor, iş paylaşımı yapılıyordu. Herkes üzerine düşeni yaptıktan sonra, tüm malzeme toplanıyor, sayfa tasarımı ve tashihe geçiliyordu. Uzun saatler alan bu işleri genellikle birkaç gün boyunca sabaha kadar ofiste çalışarak yapıyorduk. Ama kimse durumdan şikayet etmiyordu. Çünkü bu süreç bittiğinde yeniden dışarı çıkabilir, istediğimiz saatte istediğimiz yerde olabilirdik.

Ben bu dergide çalışırken, üniversiteyi bitirdim, üstüne bir de yüksek lisans yaptım. Üstelik film festivallerini, konserleri, tiyatroları hiç kaçırmadan... Çünkü zaman çizelgemi kendim hazırlayabiliyordum. Saatleri belirlenmiş bir işte çalışsam, bunların çoğunu yapamayacağımı biliyorum.

Son günlerde sabık işyerimi sık sık düşünür oldum. Çünkü editörü olduğum İnsankaynaklari.com’a gelen mesajların, yorumların birçoğunda ofisin insanın dünyayla ilişkisini nasıl kestiği, yoğun ve uzun çalışma saatlerinin insanın yaşam enerjisini nasıl aldığı, haftasonlarının göz açıp kapayıncaya kadar geçtiği anlatılıyor. Bu düşüncelere katılmadığımı söyleyemeyeceğim.

Özellikle bir plazada çalışıyorsanız hayat, tekrarlar silsilesinden ibaret olabiliyor. Bitmek bilmeyen bir deja vu gibi. Bir süre sonra her gün birbirinin aynıymış gibi geliyor insana. Binaya gir, asansör bekle, asansöre bin, gideceğin katın düğmesine bas, iş arkadaşlarına günaydın de, bilgisayarını aç, çayını al ve güne başla... Her gün aynı saatte tekrarlanan, bir süre sonra insanın düşünmeden yapmaya başladığı aynı sıkıcı hareketler yığını...

Ya başka türlü olsaydı? Mesela haftaya hızlı başlayan biriyseniz, pazartesi sabahı 7’de işyerinde olmak; öğleden sonrayı da sinemada geçirmek isteyebilirsiniz. Belki de tam tersi siz, haftasonunu bitirmek istemeyenlerdensiniz. Öyleyse pazartesi sabahı 9 gibi kalkıp, mükellef bir kahvaltıyla güne başladıktan sonra, öğlen 1 gibi ofiste olmaya ne dersiniz? Ne de olsa gece geç saate kadar kalıp işlerinizi tamamlayabilirsiniz.

Hiçbirimiz aynı geçmişlerden gelmiyoruz, aynı hayatları yaşamıyoruz ve aynı geleceği hayal etmiyoruz. Hepimiz tek, biricik, eşi benzeri bulunmayan canlılarız. Öyleyse nasıl aynı saatlerde toplu halde, aynı şeyi yapmamız bekleniyor bizden? Üstelik de teknoloji bu kadar ilerlemiş, insanlar gezegenin neredeyse her yerinde ulaşılabilir hale gelmişken.

Burada feci bir yanlış var bence. Ve bu yanlış insanların yaşam enerjilerini, dolayısıyla da motivasyonlarını, performanslarını ve verimliliklerini fena halde etkiliyor. Özgür bırakılan bir ruhun çok daha başarılı ve yaratıcı işler yapacağına inananlardanım. İnsanın hayat damarlarının koparılmaması gerektiğini, yaşamla iç içe oldukça, yaşadığını hissettikçe, kendi yaşam planını kendisi yaptıkça performansının ve verimliliğinin artacağını düşünüyorum. Çünkü zihni çocuğunun veli toplantısında, festivalde yalnızca 15:00 seansında gösterilecek filmde ya da Boğaz’da yürüyüş yapmakta olan bir insanın, bedenin ofiste olması hiçbir anlam ifade etmiyor bence.

Kendini bir masa ve sandalyeye bağımlı hisseden insanın ne yaratıcılıkla, ne işini sevmekle alakası kalıyor. Oysa bizim yaratıcı, verimli, çalışkan beyinlere ihtiyacımız var. Sabah 9’dan akşam 6’ya bir masanın başında oturup yalnızca kendine verilen görevi mesai saatlerinde bitirmeye çalışan bin kişidense, şehrin dört bir yanında farklı şeylerle uğraşan, mesai saatlerini kendisi ayarlayan ama yaratan, üreten yüz kişinin çok daha verimli ve faydalı olacağına inanıyorum.

Evet, son zamanlarda çalışma saatleri konusunu sık sık düşünüyorum. Düşünürken de hâlâ görüştüğüm ve çok sevdiğim eski mesai arkadaşlarım aklıma geliyor. Uzun yıllar birlikte çalıştığım bu insanların hiçbiri, bir gün dahi olsun sabah 9’dan akşam 6’ya ofiste oturmadı. Ama aynı zamanda ne uzun çalışma saatlerinden, zor çalışma koşullarından şikayet ettiler ne de işlerini geciktirdiler. Çünkü orada çalışmak için, sıkı çalışma saatlerinden çok daha bağlayıcı bir nedenleri vardı; kendilerini gerçekleştirmek ve hayatta bir fark yaratmak.

Zorunlu mesai saatleri yerine insanlara, kendilerini gerçekleştirdikleri ve hayatta fark yarattıkları hissi veren kurumların, çok daha başarılı olacağına inanıyorum. Çünkü başarı mecburiyetle kazanılmaz.

 
Toplam blog
: 18
: 958
Kayıt tarihi
: 02.03.07
 
 

Hayatta herkesin güçlü bir duyguyla doğduğuna inanırım. Benimki merak. Küçüklüğümden bu yana dünyada..