Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Haziran '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Biz başarıyı hak etmedik mi?

Biz başarıyı hak etmedik mi?
 

Posta gazetesinin manşeti


Son günlerde “Mucize” sözcüğü hayatımıza fazla girmeye başladı. Hırvatistan maçının sonuçlarını veren cumartesi günkü gazetelerin manşetlerinde, hep bu kelimeden bahsediliyordu.

Bu arada işi daha da ileriye götürüp, Allah’ın yardımından söz edenler, eliyle yukarıyı gösterip galibiyetimizi oraya bağlayanlar da çoğaldı.

O hale geldik ki, sanki oyuncularımızın sahaya çıkıp oynamalarına hiç gerek yok… Sonunda bizim yerimize bilinmeyen bir güç, topu alıp rakip filelere gönderecek ve bizim galibiyetimizi sağlayacak…

Ne olur bir kere de abartmadan her şeyi yerli yerine oturtabilsek, dini, hayatı, Tanrı’yı, futbolu, oyunu, motivasyonu, başarıyı, şansı kendi ekseninde değerlendirebilsek…

*****

Mucize, “Peygamber olduğunu ileri süren kimsenin elinde doğruluğunu kanıtlamak için Allah tarafından yaratılan hârikulâde olay” diye tarif ediliyor TDV İslâm Ansiklopedisi’nde…

Buradan anlaşılıyor ki, mucize sıradan insanların yapabildikleri bir şey değil… Evet, biliyorum, zaten Türkçemizde sıradan olmayan olayları anlatabilmek için mecazi anlamda kullanılıyor mucize kelimesi ama, sonuçta İsviçre’yi, Çekler’i, Hırvatistan’ı yenen Türk milli takımındaki 11 futbolcu…

Maçın sonucunu goller tayin ettiğine göre, onları atanlar da belli… Her şey gözümüzün önünde cereyan etmedi mi? İsviçre maçında beraberliği sağlayan Semih, galibiyeti getiren Arda değil miydi?

Çek maçında 2-0 yenik durumdayken mücadeleyi bırakmayan milli takımımız 75. dakikada Arda’nın golüyle ümitlenmedi mi? Pozisyonu iyi takip eden Nihat kalecinin, bir anlık hatasından faydalanıp beraberlik golünü filelere göndermedi mi?

Bu sonuçla aramızda puan ve averaj eşitliği meydana geldiği için, çeyrek finale kalan takımı tayin etmek üzere penaltı atışlarına razı olduğumuz bir ortamda, Nihat galibiyet golünü Çek kalesine atan oyuncumuz değil miydi?

Çeyrek finalde, eşitlik bozulmadan normal sürenin bitmesi üzerine, uzatmalara gidildi. Her iki takımın da birbirine bariz üstünlük sağlayamadığı müsabakanın bitmesine bir dakika kala yediğimiz golle umutlarımız tükenmedi mi?

Biz televizyon başında umutsuzca yenilgiyi kabullenirken, oyuncularımız kalan kısıtlı süreyi değerlendirerek Semih’in güzel bir vuruşuyla yeniden eşitliği sağlamadılar mı?

Penaltılarda 3 Hırvat oyuncusundan ikisi topu dışarı atarken, Arda, Semih ve Hamit topu doksandan filelere takmadılar mı? Ve dördüncü Hırvat penaltısını Rüştü kurtarmadı mı?

Evet, bütün dünyanın canlı yayında izlediği maçlarda, daha önceden tanıdığımız sizin bizim gibi normal insanlar olan futbolcularımızı ve onları şampiyonaya hazırlayan teknik ekibimizi hiç yokmuş gibi kabul etmek, onlara hem haksızlık, hem saygısızlık.

Başarıyı olağanüstü güçlere bağlamak da, din anlayışına, Tanrı anlayışına aykırı…

Başarımızı, dualarımızın kabul olduğu şeklinde bir yaklaşımla izah etmeye çalışanlar, niye Portekiz’e yenildiğimizi bize açıklayabilirler mi?

Her şeyden önce maçlarımızı mucize yardımıyla kazandığımızı söylememiz, galibiyeti hak etmediğimizi itiraf anlamına gelir. Hak etmediğimiz bir galibiyeti ikram ederek Tanrı’nın bize ilâhî bir yardımda bulunmuş olması doğal bir şey mi?

Her şeyden önce Tanrı<ı> varsa, O, canlı ve cansız bütün varlıkları ve kâinatı yaratan Allah’tır. Dolayısıyla O bizim olduğu kadar, İsviçreliler’in de, Çekler’in de, Hırvatlar’ın da Tanrı’sıdır.

*****

Din, kişilerin hayatlarındaki davranışları düzenleyen bir kurallar bütünüdür. Yapılan ve yapılmayan davranışların sorumlusu bireydir. Cezayı da mükâfatı da alacak olan odur.

Kur’an’da, “İnsan için yalnızca çalışmasının karşılığı vardır” buyurulmaktadır. Çalışan, her şeyden önce kendine güvenir. Kendine güvenen rakibine daha kolay ve daha rahat üstünlük sağlar. Sonunda da gayretinin karşılığını mutlaka görür.

Ben Türk milli takımının başarısını, gayretine, azmine, hırsına, inancına bağlıyorum. Buradaki inancın “din”le bir alakası yoktur, olmamalıdır ve olamaz da… Böyle düşünmek bizi çok yanlış sonuçlara götürür.

Şimdi 3 kere Avrupa, 3 kere dünya şampiyonu olmuş Almanya ile yarı final karşılaşması yapacağız. Moral yapımız Almanya ile başa baş bir mücadeleye hazır. Ancak eksiklerimiz var. Cezalı, sakat futbolcularımız yüzünden 11 kişiyi sahaya çıkarmakta bile zorlanıyoruz.

Bugün Briegel’in de söylediği gibi, sahaya çıkan her futbolcumuzun yüreğini ortaya koyarak oynayacağından şüphem yok. Kaldı ki bu oyunları, onların Avrupa’da tanınmasına ve fiyatlarının yükselmesine de sebep oluyor. Niye oynamasınlar ki?

Ancak futbolun güzelliği, oyundan önce sonucun tahmin edilememesindedir. Galibiyete yakın olmamıza rağmen, mağlubiyet de hiç sürpriz olmaz. O zaman mucizeleri nereye bağlayacağız? Tanrı bizi korumaktan vazgeçti mi diyeceğiz?

Çocuklar ve gençler üzerinde çok etkili olan futbolu yorumlarken, böyle yanlış tespitlerde bulunursak, onları inanç konusunda yanlış mecralara sürüklemiş oluruz. Buna hakkımız yok.

Çarşamba günü sahaya çıkıp yine aslanlar gibi mücadele edersek, finali oynamaya hak kazanacağız. Kimse başarımızı gölgelemeye çalışmasın.

Eğer rakibimizden korkar, çekinir, biz bunu yenemeyiz psikolojisine kapılırsak, “buraya kadarmış” demek zorunda kalacağız. Kimse de bu işe Tanrı’yı bulaştırmaya kalkmasın..

Bugüne kadar yapılan şampiyonalarda kupayı alan takımlar nasıl kazandılarsa, biz de öyle kazanacağız. Başka bir yol bilen var mı?

 
Toplam blog
: 859
: 979
Kayıt tarihi
: 21.06.06
 
 

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu, ekonomik..