Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Ekim '06

 
Kategori
Mizah
 

Biz çılgın Türkler 2

Biz çılgın Türkler 2
 

Ahmet Altan’ın dediği gibi, altmış milyon hep beraber hayatı bir bungee-jumping tadında yaşıyoruz biz!

İçten ve dıştan gelen bütün saldırılara, dış mihraklara, enflasyona, trafik canavarına, hayat pahalılığına, komşularına, ölüm törpüsü siyasetçilerine, ezberci eğitim sistemine, Avrupa'ya ve bütün dünyaya rağmen asırlardır ayakta kalarak doğal seleksiyonun yarattığı en güçlü milletiz biz.

Bütün dünyanın kaos olarak tanımladığı durumlarda kendimizi evimizde hisseden, huzur içinde bir milletiz biz.

Dünyanın en güzel plajlarında, dünyanın en güzel manzaralarına karşı denize girer, bununla da kalmaz denizde, kuyuda soğutulmuş karpuz yeriz biz.

Üsküdar'dan Salacak'a dünyanın en güzel manzarası karşısında yaz akşamları saatlerce oturur, ince belli bardaktan çay içer, çekirdek çitleriz biz.

Yeryüzünde yemeklere şiir yazacak derecede yemeğe bayılan tek milletiz biz.

Yüzlerce çeşit yemeğimiz, kebabımız, böreğimiz, çorbamız, tatlımızla dünyanın en zengin mutfağına sahip olan milletiz biz.

Pazarları çizgili pijamalarımızla futbol oynayıp mangal yapınca kendimize geliriz biz.

Balkona masa atar, mis gibi çayımızı demler, böreğimizi çöreğimizi alır, sohbet eşliğinde ikindi zevk u sefası yaparız biz.

Ekmeği kutsal biliriz, makarnayı pilavı dahi ekmekle yer, ekmek yemeden asla doymayız.

Bir koyunu bir oturuşta götüren, 240 kiloluk top mermisini tek başına namluya süren babayiğit ecdadımızın şanlı Osmanlının torunlarıyız biz!

Hiç bir şeyden korkmaz, hiçbir şeyi kafaya takmayız biz.

Radyasyonlu çay, mikroplu su içeriz; "bize bir şey olmaz" deriz.

Çatlayan kadar yer, sonra da “atın ölümü arpadan olsun” deriz.

Kolesterollü yağları, kanserojen maddeleri "her şey kanser yapıyor kardeşim" der yeriz.

Paket paket sigara içer, çocuğumuza "bırakamadım şu zıkkımı, bari şu meredi sen içme" deriz.

Yer yer birbirimize kızar bağırır çağırır, ama yine de kolay affederiz biz.

Üstümüze vazife olmayan konularda fikir beyan etmeyi çok severiz biz.

Birbirimizin işine burnumuzu sokmaya ve akıl vermeye bayılırız biz.

Çünkü yardımseveriz biz.

Lokantada hesabı öderken “Allah aşkına, burada senin paran geçmez” diye kavga ederiz.

Çünkü vermeye bayılırız biz.

Misafir gelince hemen çay suyu koyarız biz.

Misafirliğe gelenlere kaç çeşit yemeğimiz varsa hepsinden "ölümü gör, n'olur; bak Allah’ın adını andım” diyerek zorla bol bol yedirir, üzerine “hatırım için bi daha iç" diyerek 15 bardak çay içiririz.

Çünkü paylaşmayı severiz biz.

Yemeyip yediririr giymeyip giydiririz biz.

Ama bunu abartarak yaparız:

Yemek istemeyen çocuklarımızı burnunu kapatıp onlara zorla yediririz.

Hasta olacaklar diye çocuklarımızı sakal-ı şerif gibi üst üste on kat giydiririz.

Çünkü fedakarız biz.

Lokantada masaları birleştiririz, lavaboya beraber gideriz, koloni halinde yaşamayı severiz.

Görümce, kayınço, enişte, bacanak, elti, baldız, amcaoğlu, dayıoğlu gibi dudak uçuklatan akrabalık terimleri icat ederiz.

Elimizde tesbih sallayarak gezmeyi severiz ama büyüklerin yanında sigara içmez bacak bacak üstüne atmayız.

Tanıdık birini görünce şakadan arabayı üzerine süreriz.

Nasreddin Hoca gibi şakayı ve gülmeyi severiz biz.

Mitinglerde protestolarda dahi halay çekeriz.

Sıcakkanlıyız, canayakınız biz.

Birbirimize sarılınca sağa sola sallanırız.

Sevdik mi tam severiz, sildik mi bir kalemde sileriz biz.

Bir mehter marşıyla coşar, bir İstaklal Marşı ile kendimize geliriz.

Düğünlerde takı töreni yapar, sevincimizden havaya ateş açarız.

Düğünlerde "Dom Dom Kurşunu" ile; "Bir avcı vurdu beni, bin avci beni yedi" sözleri eşliğinde göbek atan ve kendinden geçen yeryüzündeki tek milletiz.

Çabuk gaza geliriz, çabuk söneriz.

Çabuk parlarız, çabuk unuturuz.

Çabuk sinirlenir çabuk affederiz.

Trafikte beş dakika önce bağırdığımız çağırdığımız küfrettiğimiz adam araba bozulunca bize yardım eder ve bizim için birden dünyanın en şeker insanı oluverir.

Radyo dinlerken duyduğumuz bir parçayla kaderimize küser ağlamaklı oluruz.

Ondan sonraki parçayı duyunca da kalkar fıkır fıkır oynarız.

Sinema seyrederken sesli olarak "Tüü Allah belanı versin", "Dur gitme öldürecekler seni", "Vah yavrum, yazık" gibi sözlerle oyuncularla birebir iletişime geçeriz.

Cen Yılmaz'la güler; Müslüm'le, Ferdi ile, Orhan baba ile ağlarız.

Hababam Sınıfını 100 defa izlesek bıkmayız ve her seferinde zevkle izler, güler ve aynı zamanda hüzünleniriz.

Çünkü orada kendimizi, çocukluğumuzu, okul yıllarımızı, deldiğimiz yasakları, çektiğimiz kopyaları, yaptığımız gırgırları, bitmeyen dostluklarımızı, öğretmenlerimize saygıyı, vefayı, kardeşliği, arkadaşlığı buluruz biz.

"Bizim askerdeyken bir çavuş vardı..." diye başlayıp bitmeyen askerlik anıları anlatırız.

Centilmeniz biz. Kendimizi tanıtırken yarışmacı arkadaşlarımıza başarılar dileriz. Arkadaşımızın kalbi kadar temiz anı defterine yazarız.

İletişimi severiz biz.

Yolculuk esnasinda yanımızdakine "Yolculuk nere hemşerim?" diye sorar, "Nerelisin?" sorusuna cevap aldıktan sonra "içinden mi?" diye sorarız.
"Geldiniz mi?" veya "Siz mi geldiniz?" gibi gereksiz sorular sorar, "Kim O?" sorusuna "Ben!" diye cevap veririz.
Telefonu açan kişiye kendimizi tanıtmadan "orası neresi?" veya "sen kimsin?" gibi sorular sorarız.

Uğura, nazara, kısmete, büyüye inanır, türbe ziyaretleri yapar, çaput bağlarız. Paralarımızda Atatürkleri aynı tarafa getiririz.
Hepimiz birer şairizdir ve dünyanın en güzel aşk şiirlerini bizler yazarız.

Bir deprem olsa çoluk çocuk, zengin fakir el birliğiyle yardıma koşup, evdeki iki battaniyeden birini depremzede kardeşlerimize bağışlarız.

Gaza geldik miydi kimse bizi tutamaz.

"Avrupa Avrupa duy sesimizi" diye bağırır sokaklara dökülürüz.

Avrupa'yı hem severiz hem de ondan nefret ederiz.

Yıllarca, Avrupa Birliğine girmemizi sağlayacak yasalardan hiçbirini çıkartmayız.

Sonra bir gecede başkalarının on yılda geçirebileceğinden daha fazla yasa geçiririz!

Kırk sekiz yıl boyunca dünya futbol şampiyonasının kapısından bile geçemeyiz.

Sonra ilk katıldığımız şampiyonada dünya üçüncüsü olmayı başarırız!

Maçlarda küfürlü tezahürat yapar ve birbirimizle kavga ederiz.

Nobel alan romancımızı aynı anda hem göklere çıkarırız; hem yerin dibine geçiririz.

Hem başarıya susamışızdır, hem de başarılı olanı çekemeyiz.

Fizibiliteye değil “komşubilite”ye inanırız, komşu yapmışsa biz de yaparız.

Her birimiz kahvede masa başında iş kurarız, paranın hep gıda işinde olduğuna inanırız.

Kebap, döner ve kokoreçimizi Avrupa’ya ihraç etme hayalleri kurarız.
Her konuda oturduğumuz yerden fikir beyan etmeye bayılırız.

İki üç kişi bir araya geldiğimiz zaman memleketi kurtarmaya bayılırız.

Siyaset ile yatar kalkarız, en çok da siyasetçilerden şikayet ederiz.

Sürekli Demirel’den yakınırız, ama onu yedi kez başımıza geçiririz.

"Güvercinleri koruma derneği" benzeri isimli kahvehanelerimizde saatlerce kağıt oynar, geyik yaparız.

Hepimiz bıkmadan siyaset ve futbolla ilgilenir ve sürekli yorum yaparız.

Her birimiz birer başbakan kadar memleket meselelerine hakimizdir.

Her birimiz zaten doğuştan liderdir, kimse emir almayı sevmez.

Her birimiz sağa sola emirler yağdırır, her kafadan bir ses çıkar.

Her birimiz bir teknik direktör kadar futboldan anlar ve maç yorumu yaparız.

Hiçbir filozofumuz yoktur ama kamyoncularımızın ve dolmuşçularımızın dahi aşkın bir edebiyatı ve hayat felsefesi vardır. Örnek mi?

“Gönlünde yer yoksa bana güzelim; farketmez ben ayakta da giderim”, “Bir sana, bir de sabah uykusuna hastayım.”, “Karayollarında değil, senin kollarında öleyim.”, “Babam sağolsun”, “Vur kalbime hançeri, yüreğim parçalansın; fazla derine inme, çünkü orda sen varsın.”, “Rampaların ustasıyım, gözlerinin hastasıyım.”, “Aşıksan vur saza, şöförsen bas gaza.”, “Sen gökyüzünde doğan güneş, ben yollarda çilekeş.”, “Yollar gidişime, kızlar duruşuma hasta.”

DEVAM EDECEK

Fahri Karakaş – McGill Üniversitesi Öğretim Görevlisi - Ekim 2006, Montreal

 
Toplam blog
: 279
: 2488
Kayıt tarihi
: 09.09.06
 
 

Dr. Fahri Karakaş, Londra’da University of East Anglia’da görev yapmaktadır (Norwich Business Sch..