Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Aralık '11

 
Kategori
Psikoloji
 

Biz kimseye benzemeyiz, kimse de bize

Biz gerçekten çok ilginç bir milletiz. Ne sosyolojik, ne psikolojik ve de her ne lojik olursa olsun hiçbir kalıba sığmayız, hiçbir formüle uymayız.


Anketlere hiç gelemeyiz. Anket yapar rahmetli Turgut Özal’ı “Yılın en yakışıklı adamı”, iki büklüm yürüyebilen Ahmet Mete Işıkara’yı (Deprem Dede) “Yılın en seksi erkeği” seçeriz. Daha da ileri gidip bir dizide anne rolünü oynayan bir hanım kızımızı bekârlık zamanında “Yılın annesi” seçiveririz.


Korkularımız veya cesaretimiz de bile bize özgüdür.


Bilenler bilir, bilmeyenler için anlatayım. Trabzon’da Uzungöl adlı bir yayla gölü vardır. İlk gittiğimizde, özel araçla gitmemiz tavsiye edilmeyince midibüs denilen minibüs-otobüs arası bir araçla gitmiştik.


Karadeniz dağları dik ve sarptır. Uzungöl’e çıkan yol da haliyle dar ve zor bir yoldu. Midibüsün camından yan tarafa baktığımızda çoğu zaman yeri göremiyorduk. Yolun kenarı o kadar dik bir uçurum ki, sanki havada gidiyor gibiyiz. Penceren yer görünmüyor.


Yoluna sonuna doğru karşımıza bir karayolları kepçesi çıkıvermesiyle işin tadı kaçıverdi.


Koskoca kepçenin bize yol vermesi mümkün değil, çünkü yol ancak bir araç genişliğinde. Mecburen bizim araç yol verecek ama onun da sığınacağı bir “ÇEP” yok. Biz, midibüs doğru yolunda giderken zaten “kızılcık süzüyorduk”. Sürücümüz gayet sakin bir şekilde geri vitese taktı. Arkasına bile bakmadan, aynalara baka baka çıktığımız o kadar yolu geri geri inmeye başlamasın mı, bizi aldı bir telaş. İtiraf ederim ki, teravih namazında o kadar dua okumamışızdır. Bir müddet sonra uçuruma düşmediğimizi anlayınca etrafa bir baktım ki, laziko kardeşlerin hiç birinin, midibüsün geri geri gitmesinden haberi bile yok, aralarında çene çalıyorlar. Ya biz çok tabansızdık, ya da lazikolarımız çok babayiğit.


Aynı babayiğitliği toplu ulaşım araçlarında, özellikle minibüslerde her gün görebiliriz. On kişilik minibüse kırk kişiyi istifleyen bıçkın sürücümüz, Allah ne verdiyse basar, yollarda makas atar, ralli yaparken içerideki yolcular, özellikle ayakta kalanlar, çamaşır makinesinde savrulan çamaşırlar gibi oradan oraya savrulurken hiç birinin aklına buna itiraz etmek gelmez. Sürücüye o kadar güvenirler ki, bizim bıçkın sürücü o artistlikle gidip başka bir araca çarpacak olsa, hemen diğer aracın sürücüsünü linç etmeye bile kalkışırlar.


Minibüs sürücüsü kaza yapana kadar bunları şanzımanlı çamaşır makinesi gibi bir sağa bir sola yatırdıkça, bu duruma itiraz etmeyi akıl edemeyen onlarca babayiğidimizin tepki vermesi cılız sesli bir hanım kalmıştır artık. Yeter ki bir hanım yolcu “Şoför bey, biraz yavaş gider misin” diyiversin. Bizim babayiğit sürücü anında hanım yolcuya diklenir. “Hanım, hanım…beğenmiyorsan taksiye bineydin”. İşte kıyametin koptuğu an o andır. Saatlerdir kurban kesim yerine götürülen kuzular gibi sessiz ve çaresiz oturan babayiğitlerimiz (?) bir anda aslan kesilirler. Bir kaçı sürücünün üstüne yürürken bir kaçı telefonlarına sarılıp polisi bir aramayı aklı edebilir.


İnancımız da bir gariptir bizim. Yakın tarihte Adana’da çok ilginç bir dolandırıcılık olmuştu.


http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1051318&Date=06.12.2011&CategoryID=77adresindeki haber aynen şöyle.


”Hâlâ kontör çetesinin tuzağına düşen mi var” diyorsunuz. İşte bir eczacı. 4.500 lira gönderirken kendisini polis bile durduramadı.”

Adana’da bir eczacı, cep telefonundan arayıp polis olduğunu söyleyen dolandırıcıya inanarak PTT’den hesaplarına 4 bin 500 lira gönderirken, kimlik gösterip kendisini uyaran gerçek polise inanmadı.


38 yaşındaki M.M.B.’yi cep telefonundan arayan kimliği belirsiz bir kişi, “Ben Ankara Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi’nden arıyorum. Sizin banka hesabınız terör örgütü tarafından ele geçirilmiş. Hareketlerde örgüte para aktarıldığı tespit edildi. Adınıza da çok sayıda sim kart alınıp, örgüt üyeleriyle görüşme yapıldığı belirlendi. Hakkınızda soruşturma açıldı” dedi.


PTT’deki polis fark etti.


Telefonla konuşurken arka plandan telsiz sesi duyan B.’yi ikna ettiğine inanan dolandırıcı, eczacının “Ben eczacıyım, benim böyle şeylerle alakam olmaz. Yanlışlık olmasın” demesi üzerine de “Sizin adınızı kullanmışlar, yanlışlığı düzeltmek masraflı olacak. PTT Bank’tan vereceğim isme havale çıkartın. Sakın polise filan da gitmeyin, bu soruşturma gizli olduğu için bilgileri olmamalı” diyen dolandırıcı, paranın yatırılmasını istedi. Eczaneden çıkıp PTT şubesine gelen kadın, sıra beklerken bir yandan da cep telefonuyla dolandırıcının verdiği talimatları yerine getirmeye başladı..


Bu sırada bu tip dolandırıcılık olaylarına karşı PTT şubesinde bulunan Yankesicilik ve Dolandırıcılık Bürosu’na bağlı Güven Timi’nde görevli polis memuru, M.M.B.’nin hareketlerinden şüphelenerek yanına yaklaştı. Eczacıya kimliğini göstererek polis olduğunu söyledikten sonra “Hanımefendi, dolandırıcılar sizi tuzağa düşürüyor. Sakın para yatırmayın” uyarısında bulundu.

Polisi “O kimliğin sahtesini her yerde yapıyorlar. Senin polis olduğuna inanmıyorum” diye tersleyen B…. telefonla görüşmeyi sürdürüp, dolandırıcının talimatını yerine getirdi. Uyarıya rağmen 4 bin 500 lirayı dolandırıcının hesabına havale eden B…. bir süre sonra dolandırıldığını anladı. Hemen Emniyet Müdürlüğü’ne giden M.M.B…. şikâyetçi oldu. Dolandırıcının polis olduğunu düşünen M.M.B…. “Bana o polisi bulun, beni kandırıp 4 bin 500 liramı aldı” dedi.”


Habere dikkat ederseniz, ablamız telefondaki sahte polise inanıyor ama kimliğini gösteren gerçek polise “O kimliğin sahtesini her yerde yapıyorlar. Senin polis olduğuna inanmıyorum” diye tersleyip inanmıyor.


Başka bir örnek; bizzat annemle yaşadığımız. İhtiyarları bilirsiniz, devamlı kendilerine bir hastalık bulurlar. Ben de, annemi kırmamak için komşudan şurdan buradan tavsiye edilen ilaçları kurumdaki pratisyen hekim arkadaşa yazdırırdım. Sevgili valide, o ilaçları içince bir müddet sonra iyileşirdi veya şikayetleri geçerdi.


Derken bir gün gerçekten bayağı hasta olduğu, ya da iyi hasta rolü yaptığı bir gün alıp büyük bir devlet hastanesine götürdük. Hastane müdürü arkadaşımız ya, valideyi kapıda karşıladılar. Bütün servislerden birer uzman geldi, valideyi müdürün odasında muayene ettiler. Birkaç test yapıldı ve hiçbir sıkıntı bulunamadı. Her şey yaşından çok çok iyi değerlerde. En son muayene eden uzman doktor “Anneciğim, hiç bir şeyin yok, hatta benden daha sağlıklısın. Sana ilaç bile yazmıyoruz sadece biraz daha su iç” diyince valide bana dönerek “Oğlum bu kadar doktor bir şey anlayamadı, sanırım bunlar acemi, sen en iyisi mi şu elimdeki ilacı yazdırıver, senin doktor arkadaşının ilaçları bana çok iyi geliyordu.” demez mi… Bütün hekim arkadaşlar güle güle bir hal olmuşlardı o gün…


Aynı tutumu diğer alanlarda da görmek mümkündür. Erkek milleti olarak kahvehanelerde toplaşıp ahkam kesmede üstümüze yoktur. Merkez bankası başkanı televizyonlara çıkıp ekonomi, doviz gibi konularda bilgiler verir, “Sakın döviz almayın” der, ciddiye almayız ama mahalle bakkalımız “Abi, benim merkez bankasında bir müdürün odacısının amcasının oğlundan duydum, döviz fırlayacakmış” dediği an ona hemen inanarak evi arabayı satıp dövize yatırmaktan çekinmeyiz. Döviz fırlamayıp, aksine düşünce de “Namussuz İsrail’in yüzünden oldu, ya da Fransa parlamentosundan Ermeni yasası çıkınca yüz bulan Ermeni sermayesi bize taktı abi, bizi batırmak için dövizle oynuyorlar” diye kendimizi kandırmaya çalışırız.


Başka bir örnek olarak; kaçımız, derdimizi mahkemede yargıca değil de mübaşire anlatmaya çalışmışızdır. “Müvekkilin şaşkını derdini hakime değil mübaşire anlatırmış” mealindeki avukat tekerlemesi uzaydan gelmedi.


Aracımız bozulunca servisteki mühendise değil, servisin çaycısına daha çok güveniriz. Hayvanımız hasta olunca veteriner hekiminin tavsiyesini kulak ardı eder ama komşumuz Halil efendinin tavsiye ettiği yöntemi denemekte hiçbir sakınca görmeyiz.


Ekonomi profesörlerinin tavsiyelerine güler geçeriz ama kahvede “Abi, bunlardan üç-beşini taksimde sallandıracaksın bak bakalım ekonomi nasıl canlanır” diye ahkam kesen bıçkın ali’ye canı gönülden katılırız.


Bize göre, sahada futbolcunun yanı başında duran satılmış (?) hakem bizim takımın elemanına faul yapan karşı takımın oyuncusunun hareketini görmemiş ve penaltımızı yemiştir ama akşam televizyon kanalındaki tartışmaya Amerika’dan telefonla katılan kabzımal abimiz penaltıyı gerektiren hareketi çok net görmüştür.


Bir Fransız petrol şirketi “Fiyatlarda %2 indirim yaptık” desin, “Fransız mallarını boykot edelim diyenlerin alayını” benzincide, Fransız malı otomobiline benzin almak için kuyruk beklerken bulabilirsiniz.


Türkiye’nin ilk nükleer güç santrali olarak Akkuyu’da inşa edilecek santral hakkında Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı uzmanları gerekli açıklamayı yapar, Bu santrali denetleyecek olan Türkiye Atom Enerjisi Kurumu Başkanı nükleer yüksek mühendisi bir şeyler söyler ama dinleyen kim. “Benim kızın arkadaşı serviste duymuş, atom santrali çok tehlikeliymiş, haydin protestoya gidelim.” dediniz mi yüzlerce kişi size daha kolay inanıverir.

Örnekleri uzatmaya fazla gerek yok sanırım çünkü hepsini yazmaya kalkarsak yirmi ciltlik seri olabilir.


Sözün özü, biz kimseye benzemeyiz, kimse de bize…..

 
Toplam blog
: 65
: 1039
Kayıt tarihi
: 26.11.11
 
 

Yüksek nükleer fizikçi ( İ.T.Ü.) En son Ankarada bir devlet üniversitesinde BİLGİSAYAR dersin..