Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Ağustos '15

 
Kategori
Deneme
 

Biz mi seçmiştik kader miydi?

Biz mi seçmiştik kader miydi?
 

Karşımıza çıkanlara denk gelmeyelim diye girmememiz gereken yol ayrımlarını kestiremeyince, yerli yersiz hayata yükleniyoruz işte..


Nasıl olsa geçer, diyerek ötelediklerim varmış meğer... Zamana yaydığım, oluruna bıraktığım.. Balon misali ipini çözüp göklere saldığım düşünceler varmış.. Hepsinin yazma vakti gelmiş.. Çünkü hiçbirini gerçekten salmamışım..

Ben samimiyetsiz sohbetleri sevmem.. Özellikle kendim olamadığım, üstünkörü olduğum meclisleri hiç sevmem.. Hal böyle olunca, yalnızlığa sığınırım.. Yani eğreti duruşum aslında içimdekileri anlatamadığımdandır.. Çünkü bazen benim dert dediğim başkasına düğün bayramdır.. O da dert mi! dedirtir çoğuna. Sıkmayacağım kimseyi.. Dertlerimi değil deneyimlerimi paylaşacağım... Bir iki ayrılık, biraz gönül kırgınlığı, biraz sürgün.. Biraz da kaçış, acı gerçeklerden.. Ben yalnızlığıma sığınıp kaçtıkça üstüme gelenlerin sonucunda vardığım bir noktadır bugünki yazacaklarım.

Yaşadıklarımız zaman zaman kendi hayatımıza damga vuran koca bir devrimdir. Son sözdür bazı olaylar.. Beni tercihlerimizle varolduğumuza inandırmaya çalışıyorlar... Güya seçimlerimizle yaşıyormuşuz.. Bu paylaşımımda tam da bu tutuma değinmek istedim.. Bence sadece tercihlerimizin sonucuyla yaşamayı öğreniyoruz.. Bazen, bu senin tercihindi sonuna da katlanmalısın, diyenler oldu.. Kimi anladı.. Kimi anlamadı.. Kimi yargıladı.. Kimisi ise yaklaşmadı bile.. Çünkü herkes kendi tercihini yaşamakta zorlanırken, bir de başkasının seçimlerini dinleyemezdi heralde.. Tercih deyip duruyoruz, çünkü yaşadıklarımızı kader diye yaşamıyoruz.. Herkes kendini doğru biliyor sanıyor ve kimse artık kadere meyletmiyor. Kaderci olmak için fazla moderniz galiba..? Fazla bilgiliyiz sanki?Artık kaderci olmak günah gibi.. Hadi kaderi yok sayalım.. Kader olmasa bile insanlar var.. İnsanları da hayatımıza kendimiz dahil ediyoruz.. İşte belki aslında tam da bu yüzden tercihlerimizi yaşıyoruz.. Ama kimilerine göre de belli insanları hayatımıza katıp kendi kaderimizi kendimiz yazıyoruz... Oysa kimse sormuyor; neden tam da o insanlar diye? Neden onlarla yollarımız kesişiyor? Daha iyileri ile neden karşılaşmıyoruz mesela? Sanki bizim hayatımıza girenleri kötünün iyisi diye hayatımıza mecburiyetten alıyoruz.. Kendi ellerimizle onlara oy veriyor sonra memleketimiz diye bildiğimiz hayatımızı onların yönetmesine izin veriyoruz.. Kimisi ise olumsuz enerjiyle kendin çağırdın diyor. Sebebi ne olursa olsun başımıza gelenleri yaşamamız gerek.. Çünkü bilinç ne kadar, verdiğin oyun sonucuna katlanmalısın, diyor olsa da bilinçaltı karşımıza çıkanlar için kadere küsüyor.. Ey Allahım! diyoruz hep beraber... Kime ne ettik de bizi böyle bir hayatla sınadın? diye isyan ederken bizi sınayanın asıl hayat olmadığını unutuyoruz.. Çünkü bizi asıl sınayan insanlardır.. Karşımıza çıkanlara denk gelmeyelim diye girmememiz gereken yol ayrımlarını kestiremeyince, yerli yersiz hayata yükleniyoruz işte.. Şahsen ben, kaderimi en az şu yazıyı yazdığım kadar bile güzel yazamıyorum, diye düşünüyorum.. Çünkü olmayacak duaları, olmayacak insanları hayatıma dahil ettiğim oldu.. Güzel insanlar da var elbet.. Allahtan hayatıma kötüden fazla iyi insan dahil ettim.. Bir iki de kendini bilmeze denk geldim elbet.. Kötüleri meyve tabağındaki bir iki çürük elma gibi düşünürsek; diğerlerinden zamanında ayırmadığım için meyve tabağındaki sağlam meyveleri de çürüttüler bazen..

İlk göz ağrım bir kız çocuğunun altın sarısı saçlarındaki kurdele kadar masumdu aslında.. Kaderden, enerjiden ve kendi tercihlerimin bedelinden bihaberken ansızın saçlarımdan kayıp giden bir tokaydı o.. Yıllar sonra başka bir kız çocuğunun saçında karşıma çıkıp masumiyetimi hatırlattı bana.. O zamanlar hayat ne kadar toz pembeymiş oysa..
Yıllar geçti.. Büyüdüm sandım.. Hayata hazırım sandım.. Oysa toydum, haberim yoktu.. Boyumdan büyük hayallere kapıldım.. Olur dedim, dualar ettim.. Ata bindim ya nasip! dedim.. Kime neye izin verdim bilmedim bile.. İnsanların sema gibi yedi katı olduğunu öğrendim.. Derine derine inen bir gök düşünün.. İçine daldıkça kaybolduğunuz yedi kat bir insan ruhu varmış meğer.. Bazı insanlar, beni yutmaktayken uyandığım, bir rüyaydı.. Ağır darbeler aldım haksız yere.. Dudak kenarında kanayan yara oldum.. Bazen de duvarda kırılan bir cam bardak.. Kendi tercihimin altında taşın altında ezilir gibi ezildim.. Benliğimi yok etmek ile benden yepyeni bir ben yaratmak arasında tercih yapmak zorunda kaldım.. Bakın tercih diyorum... Ben beni seçtim.. Bildiğim bütün doğrulardan vazgeçtim.. Bu yüzdendir bugün bütün geleneklerden nefret edişim.. Hayatımı öğretildiğim bütün doğrulara göre yaşayıp yine o doğrular altında ezilişimdendir artık kendi doğrularımı yazışım.. Çünkü bildiğim hiçbir doğru saçlarımdan kayıp giden kurdele kadar saf ve temiz olan masumiyetimi kurtaramadı.. Tercihimi geride bıraktım.. Hayatımın devrimini yaptım.. Kaderi silemedim ama hayatımı sildim baştan yazdım.. Kader kavramını yok etmek istedim... Kader değil ben vardım.. Devrimimle öncelikle kendime sonra çevreme bağımsızlığımı ilan ettim.. Bir bileğin ve şiddetin beni ezmesine izin vermedim... Ben bir daha asla saçlarında kurdele olan o kız gibi masumca sevemedim.. Sürgün ettim kendimi.. Tercihimin sonuçlarına katlanmak pahasına acı gerçeklerden, hayal kırıklarından kaçtım.. Hayal kırıkları arasında ruhumu daha fazla kanatmak istemedim.. Hayallerimi de kırıklarını da soğuk ülkelerde bıraktım.. Kendimi kökümden söktüm, kırlangıç misali sıcak ülkelere göç ettim... Sonunda bu tercihimi sevdim ben.. Sevdiğim bir diyarda, seveceğimi düşündüğüm insanlar tanıdım.. Öyle bir yerdeydimki kelimelerle anlatılmaz; sanki gerdanı pırlantalarla süslü bir kentteydim.. Yeşil, sarı, kırmızı, mavi, beyaz.. Umudun bütün renkleri sanki o körfezde gizliydi.. O şehrin içinde ışık olan bütün yuvaları sıcak ve mutlu sandım.. Oysa yanılmışım.. Herkesin evinde bir şeyler eksikti.. Kimi sevgisiz.. Kimi parasız.. Kimi aşksız.. Kimi ilgisiz.. Kimi çocuksuz.. Kimi sadakatsiz... Kimi anasız, kimi babasız.. Kimi evlerse umutsuzdu.. Umutsuz olmak en kötüsüydü.. Ben öyle birilerine denk geldim ki ne mutlu oldular, ne de mutlu olmamıza izin verdiler.. Meğer insanlar kendi boşluklarını doldurmak için başkalarının boşluklarını kullanıyormuş.. Bunu da bilmezdim, sürgünde öğrendim.. Kendi hayatından vazgeçmeden başkasını hayatına dahil edenlere denk geldim.. Ne yaptığını bilmeden, hastalıklı bir bağımlılık yaşayan kör nefisler varmış meğer.. Başkasıyla yol almak istememe rağmen izin vermeyen yalancılar.. İhanet varmış.. Hırs varmış.. İsim heceleri ile fallarda çıkacak kadar hayatımıza nüfuz etmiş sülükler.. Ne zaman kurtulacağım? diye sorduğumda, falcının onların hayatında yeni bir yol ayrımı olunca, diye cevapladığı çaresizlikler.. Sanki benim yolum, kaderim yine başkalarının kaderine, yol ayrımına veya tercihine bağlıydı. Yine ben yoluma yön veremiyordum ve öyle de oldu! Ama ben, bunun öyle olacağından bihaber, eski benden yeni bir ben yaratmaya çalışıyor ve başka bağımlılıklara zayıf düşmemek için ısrarla yol almak istiyordum.. Ama ne oldum değil de ne olacağım demeliymiş.. Ayrıca burda da anladım ki ahmak boşuna çabalar, her şey olacağına varırmış...

Ben kaderin sunduklarından kaçmaya çalışırken, her şey mum ışığında yaşayan bir umut gibi yeniden doğdu.. Sanki kader bana sevginin başkentinden gelen bir elçiyi göndermişti. Dağlar taşlar aşmıştı.. Yollar kat etmişti.. Yaz kış demedi dört mevsim hep umut getirdi.. Virane hayatıma hayat kattı.. Sessizdi, içine atardı ama yaşardı.. Elimden düşürmeden yürüyeyim derken, ayağıma takılan ruh hastaları yüzünden takılıp düştüğüm, düşürüp kırdığım bir kristal vazoydu o.. Korktukça başıma getirdiğim bir ayrılıktı bazı gidişler.. Yine benim tercihim değildi.. Ya da ben mi istemiştim gitmelerini? Gidenleri gitmeye ben mi itmiştim? Ama yine bu benim tercihim değildi.. Çünkü o son yol ayrımımdı... Havada karada hep yanımda olacağına inandığım, aklıma ve gönlüme aynı anda yatan tek ve son umudumdu.... Ama başkalarını emeğe ve sadakate kendimizi inandırdığımız kadar inandıramıyoruz.. Sadakat ağır bir yüktür.. Herkes taşıyamaz.. Zordur hakkını vermek.. Özellikle babasından gördüğünü işleyenler için daha da zordur sadık olmak.. Neticede üzüm üzüme baka baka kararır.. Bu da onların kaderidir sanki..? Hayatınızı sıcak bir yatak olarak düşünün.. Yatağın içi soğumadan, acınız geçmeden o yatağa başkasını alırsanız, hiç sevmemişsiniz demektir.. Hayatımızdan direkt başka yataklara gidenler hiçbir hayatta huzur bulamazlar... Aslında huzurumuzu kaçıranlar, feleğimizi şaşıranlar huzuru kaçmış, feleği şaşmış insanlardır.. Annemin tek duasıdır; kızımı kendini bilmezlere eş etme demek..  Bu insanlara eş olmayı belki biz seçiyoruz ama seçerken her zaman sonunu bilmiyoruz..

Ben hayatı düzüne yaşayıp tersten anladığımıza inananlardanım... Çünkü her şey bittiğinde, artık çok geç olduğunda anlıyoruz... Herkes dalımızda meyve veriyor ve sonra dalımızdan düşüyor.. Ama biz onlara meyve versin diye su verirken çürüyüp dalımızdan düşsün diye beklemiyoruzki.. Onlar dalımızdan düştükten sonra anlıyoruz çürük olduklarını.. Sonrasında bırak sevdanın başkentine gitmeyi, ondan sonra Ankara bile bana haram oldu.. Çünkü sonra gidenler gitmek istemediğim memleketler oldu.. Kendi sürgünümde bile onlardan diyar diyar kaçar oldum.. Ne havada ne karada karşıma çıkmasın dedim.. Beni mutsuz edenler mutlu olmasın dedim.. Kaderi beraber yazıyoruz diye inandığım için kendime kızdım.. Yas tuttum.. Ölüme bir adım daha yaklaştım.. Dokunmaya kıyamadığı saçlarıma kendi ellerimle kıydım.. Ey depresyon! Sen nelere kadirsin! Yaşattıklarının hakkını nasıl verecekler bilmiyorum.. O çukura düşmek benim mi tercihimdi yoksa başkasının benim adıma yaptığı bir tercih miydi hala anlamadım? Tek anladığım; ben kendi yaşadıklarıma katlanamazken bir baktım ki aslında ben başkasının tercihinin sonucuna katlanıyordum.. Onlar giderken beni anlamamış mıydı? Acaba kendimi iyi ifade edemedimde mi gittiler diye, tiyatrolarda diksiyon kursuna bile gittim.. Hobi olsun diye şöyle bi geçerken uğradığım sahneye çıktığımda anladım; meğer kendim hariç herkes ne kadar iyi oyuncuymuş.. Tiyatro sahnesi bir an hayatımın sembolü oldu.. Hayat o sahnede olmak kadar gerçekçi ve bir o kadar da sahteydi.. Yine birileri kendi yazıyor kendi oynuyordu. Bir zamanlar biz başka bir kadının terk ettiğinden nasiplenirken, şimdi bir başka kadın da bizi terk edenden nasipleniyordu.. Ve burda düşündüm de; biz aslında bizden önce yazılmış hikayelerin baş kahramanı oluyorduk. Başkalarının mahvettiği insanların travmalarına misafir oluyorduk.. Asıl tiyatro buydu! Bunu da kadın kendince marifet sandı...! Oysa bilmedi onun sadece iyi tarafını tanıdığını.. Bense onun bilmediği karanlıklarından nasibimi almıştım..

Sonrasındaki geçen zamanda nice umutlar doğuyormuş, bunu da öğrendim.. Nice hevesler kelebek ömrü kadar kısa sürüyormuş, onu da öğrendim.. Bir sonraki acıyla karşılaşana kadar durakladığımız duraklar vardırya? Bu duraklar kocaman boşluklar oluyor.. Çok şükür kimsenin boşluğuyla boşluklarımı doldurmadım, kimsenin bu konuda hakkını yemedim.. Çünkü ben hiçbir zaman kendimi kandıracak kadar salak ve gittiği yere kadar deyip, başkasının zamanını çalacak kadar bencil olmadım... Nasip kısmet midir nedir olmuyor bir türlü.. Nasip kısmet de heralde kendini doyurmakla meşkuldü.. Sazı sözüne sözü sazına yetmeyen, sığ buluşmalarla yol aldım.. Ne çok çay kahve içtim 40 saat bile hatrı kalmayan.. Boğulmadan su yüzüne çıktım.. Uzun süre gidenlerle barışamadım.. Çünkü onlar onlardan sonra çektiğim cefalardan bihaber başka hayatlarda sefa sürdü.. Beni mutsuz edip mutlu olabildikleri için hak adaletten nefret ettiğim oldu.. Kolumuzu kanadımızı kıranlar, kol kanat takıp uçtuğu için kollarına kanatlarına beddualar ettim.. Çünkü ben yalnız sürgünümde, henüz kimseler mutluluğuma kastetmemişken, daha da huzurluydum.. Varlıklarından haberim olmayan insanların hayatımı ağlarıyla sarıp, seviştikten sonra zehirleyip öldüren dişi örümcekten ne farkı vardı ki?

Bazen kocaman boşluklarda yeni birileriyle tanışmak, şahit olduğumuz cinayetin olay yerinden koşarak uzaklaşmaya çalışırken, karşımıza çıkan ilk araca binip, bizi nereye götürdüğünü düşünmeden başka bir olay mahaline varmaktı. Belki de kimi dahil edişler denize düşüp yılana sarılmaktı.. Mesela o kordonda rakı balık yaparken ben ona gül satan çiçekçi kız gibiydim.. Oysa benden aldığı gülü başkasına hediye ederken parmaklarının arasında kuruyup gittim haberi bile olmadı.. Gideceğini bile bile gideceği güne kadar eşlik ettim. Benden aldığı gülleri başkasına hediye edişini izledim.. Yani bile bile yaşadıklarımın faturasını kadere, enerjiye veya başka bir şeye çıkarmayacaktım elbette. Tek derdim nasip olmayacak, mutlu etmeyecek şeylerin neden önüme olmayacak şekillerde çıkmasıydı.. Tercih etmeseydim bilemezdim elbet ama zaten birazı çürük ama kalan iyi tarafının tadına bakayım diyerek elime aldığım elmanın tadının ne kadar güzel olduğunu görmek gibiydi bazı karşılaşmalar. Geç kalınmıştı, çürümüştü ama bi kere tadını almıştık.. Bu nasıl bir sınavdı?

Kendilerini bizden söke söke ayıranlar, köklerinden sökülmüşlerdi bi kere.. Kendi köksüzlüklerini bize de yaşatırlar.. Oysa başka yalnızlıklarla buluşurken yalnızlığın tek tanrısı kendimiz olduğunu unutuyorduk.. O yalnızlığa yanlış yön veriyorduk.. Çaresizliğin insanı nelere ittiğini bir kadının başka bir kadının boynuna yapışan bir çift elinde görmüştüm bi kere.. Kadınları kadınlara düşman eden erkeklerin vefasızlığında görmüştüm insanın çiğ süt emmiş olduğunu. Nasip kısmet dediğimiz şey neyse bazı kadınlara, yine onca güzel insanın arasında, bir kere bile şans vermemişti.. Gazetelerdeki 3. sayfa haberlerine bakacak olursak kimi insanlar kendi cellatlarını, kendi tecavüzcülerini heralde kendi seçmemişti..? Ama ne yazık ki kendi seçmişti..! Kısır döngü yine aynı soruyu sorduruyordu; neden bu insanlarla sınanıyoruz? Güzel insanlar çıksaydı; mesela özünün eri, vefalı, vicdanlı ve sahici insanlar.. Yani yolda karşımıza çıktılar da biz mi hayatımıza dahil etmedik? Kızılay dağıttı da biz mi geç kaldık? Tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan çıktı misali ben mi seçmiştim, kader miydi? Varsayalım ki bunları bilinçli veya bilinçsiz hayatımıza dahil etmek kendi hatamızdı.. Peki karşımıza çıkmaları neydi? Tesadüf mü? Kötü bir sınav mı? Hayırlısını dilerken, hayırsızının çıkmasının anlamı neydi? Kader miydi? Enerji miydi? Aklımız vardı kullansaydık! Kurtulmaya çalıştıkça çoğalanlara ne demeli? Neye inansaydık?

Ben bu işin denklemini çözemedim... 

 
Toplam blog
: 25
: 797
Kayıt tarihi
: 28.04.14
 
 

Sorgulamadan geçen bütün fikirler yazılmalı.  ..