Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Kasım '08

 
Kategori
Deneme
 

Biz ve yine biz!

Biz ve yine biz!
 

'Biz bize', bakarız kendimize. Bakarsın belki de yakalarız güneşi de...


Varsın içeride, salonda diziler izlensin bir biri ardı sıra, bir dirhem dizi, iki dirhem reklâm, yarım dirhem program tanıtımı. Yanı sıra ‘yüzde yüz futbol’ ile dolu spor programları. Ne de olsa ‘top yuvarlaktır’. Dünya da ‘küresel’. Sorunlar da, çözümler de öyle… Krizler boy, boy; siyasal, sosyal, iktisadî. 'Mikro-etnisite'lisi de, 'Varoş'lusu, ‘Mortgage’lısı da var, ‘hedge’ edilmişi de. Beğen, beğen al!

Boş ver, sen yine de köşelerde -ve bucaklarda- kalan gizli ayrıntılara bak! Köşelerde tüm açıların illâ 90 derece olması da gerekmez. Sen bulduğun uygun açılarda, kaç derece olursa olsun özgün bilincinle, özgürce gezinmeye bak. Kendi hipotenüsünü keşfedene dek!

Koy CD’ni şöyle CD çalarına ya da yoksa koy zihnine, anı çalarına… Bu toprakların, Anadolu’mun ezgilerinin çağdaş bir yorumuyla Ulvi Cemal Erkin’in ‘Köçekçe’sini, ardından da evrenselin peşrevinde salınmak için Borodin’in ‘Poloveç Dansları’ ve Korsakoff’un ‘Şehrazat’ı da gelirse ne alâ. Açılsın zihnim, yıkansın beyin kıvrımlarım müziğin o coşkulu ve senfonik akıntısıyla.

Bak! Ne demiş Filiz (Aygündüz) hanımefendi, 15 Ekim’de yitirdiğimiz ‘ses bayrağımız’ için? O'ndan ne de güzel, saygı ve övgüyle bahsederken Milliyet Kitap Kasım Eki’nde…”…sevgi uçsuz bucaksız / ben olmasam da / Yokluğum var…” diyerek Dağlarca’dan. Atilla İlhan’ın “…ayrılıklar(ı) da sevdaya dâhil…” eden eşsiz mısraları gibi, o da yokluğu varlığa dâhil ederek! Ne güzel.

Bak iç sayfada Semiha (Şentürk) hanımefendi de çok güzel söylemiş…”…Türkçe’nin yaşayan en büyük şairi sıfatından sadece ‘yaşayan’ sözcüğü düşen…” diye. Gerçek değerler işte böyle...Düşen bazı sıfatlara karşın hiç de eksilmeyen, yitmeyen, aksine daha da büyüyen kişilere ne mutlu diyorum kendi kendime… Sadece düşüren değil aynı zamanda büyüten de bir tür yerçekimi bu! Evrensel değerlere karşı işliyor sadece. Ne de güzel.

Varsın içeride, salonda diziler oynasın ekran boyu ve izlensin birbiri ardı sıra…

Daha da iç sayfalarda Prof. Dr. İlber Ortaylı'nın son kitabı, “Avrupa ve Biz”i kısaca tanıtıyor Taha Akyol. Bizlere Mülkiye sıralarında ‘hödükler!’ diye hitap etmekte sakınca görmeyen, “…şöyle Champ Ellyse’de oturup bir kahve içip onlar niye öyle de biz böyleyiz diye düşünmeden iş yaşamına hemen dalmayın, bedeli ağır olur…” diyen sevgili hocam. “…Bizdeki modernleşme şeklî ve maddi planda kaldı. Kanun tercümesi yap, kıyafeti değiştir, mühendislik bilimlerini al, teknolojisini kullan, tamam…” şeklindeki yorumunu almış ve koymuş Akyol kısa tanıtım yazısında. Cumhuriyet devrimlerini değil de, daha çok Meşrutiyetleri kastediyor olsa gerek!

" Hocam! Kopya çekiliyor hocam. Günümüzdeki ‘AB Süreci’ de aynı Meşrutiyet düzenlemelerindeki gibi gidiyor!" demek geldi içimden.

Avrupa, Avrupa duy(amadın) sesimizi!” tribün tribün, salon salon, koridor koridor.

Hocam, biz o sözünüzden sonra, 28 yıl içinde fazla öteye gidemedik. Paris kısmet değilmiş. Fakat Köln, Düsseldorf ve Hamburg 'Alt-stad'larında filtreli kahve, Roma’da ‘Republica Meydanı’na bakan sevimli cafe’lerde de kapiçino ve expresso içebildik. O da iş ya da staj gereği, gidip geldikçe. ‘Temiz elli’ savcıların yanından gelen garsonlar getirmişti kahvelerimizi o zamanlar. Sonra o tertemiz eldivenleri çıkarttılar hocam. Bir daha giyemezler mi? Önce oralarda, sonra da bizde.

Can kardeş!’ bir de sen düştün aklıma ve 'Sarı Zeybek' ile taht kurduğun gönlüme. A.Ü.S.B.F. Basın-Yayın’daydın aynı yıllarda. Komşuluk hatırımız var. Arada sırada o kibar, sakin, efendi ve bilgili halinle selam verir geçerdin. Fırsat bulup da sana bir önceki yazımdan, Baruch de Spinoza’nın araçsal üçlemesinden bahsedemedim. . ‘Mustafa’yı yaptın ‘İnsan’ diye. Ya, arkadaşlarından üstün özellikleri ile ayırt edilmesini sağlayan ‘Kemal’,ya bir ulusun dünyaya örnek bir şekilde makûs talihini yenişini simgeleyen ‘Atatürk’. Üçü bir bütün bence Can kardeş! Parçalayınca çoğalıyor ve daha da yüceliyor mu? Bu destansı kişilik aksine, birleştirdikçe daha da büyüyen bir bütünlük arz ediyor bence…

İçeriden, salondan horlama sesleri gelmeye başladı. Gerçekten uyutuyor bunlar. Bırak zihnen, fiziksel olarak da. Özellikle de en genç ve en yaşlıları 'yüzde yüz' uyutuyor…

Görüldüğü üzere, benim ilgi alanım daha çok; şair, edebiyatçı, felsefeci, bilim adamı ve cümle yazar çizer grubu ile onların eser ve düşünceleriyle sınırlı. Futbol yazamam, arada bir iki yorum yazarım, o da keyifliysem. Cinsellik de yazamam. Utanırım. Yüzüm kızarır. İçimdeki müfettiş ordusu hemen harekete geçer, ele verir beni, kendi kendime. Raporlar gece uykumda temize çekilir, ak kağıtlara, A4 boyutunda.

Bir şey sat(a)mam, tanıt(a)mam ve pazarla(ya)mam. Çekinirim. Herkes bilinçli, akıllı, arayan bulur, alır zaten istediğini diye düşünürüm hep. Bu yüzden de, karşımdakini kandırmaya çalışıyormuşum hissine kapılırım çoğu kez. Eğer karşımdakiler akıllı ve bilinçli değillerse de, '...onlara bunları yapmak maharet mi sanki...' diyen yanımı bunca yıldır çoğu kez dizginleyemedim. Hatalıyım belki, ama ne yapayımki durumum böyle işte...

Dostlar, bu hal ve gidişle her türlü ticarî, yarı ticarî ve maskeli ticarî ortamda sanırım popülaritem de giderek düşmekte.

Galiba ben burada da daha fazla yapamam gibi!

İ.Ersin KABOĞLU,

19. Kasım.2008, Ankara

 
Toplam blog
: 366
: 2333
Kayıt tarihi
: 05.10.07
 
 

Samsun/Ladik doğumluyum. Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım babamın görevi gereği ülkemizin Orta ..