Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Eylül '10

 
Kategori
Basın Yayın / Medya
 

Bizde kurtlar bitmez, Siz de bakın başınızın çaresine

Bizde kurtlar bitmez, Siz de bakın başınızın çaresine
 

Şanlıurfa'da yerel medya


O gün telefonum çalar.

Arayan bir kurumun basın danışmanıdır.

- “Didem Hanım, görüntüleri ve haber metnini ftp’ye attım. Bizim haber kaçta çıkar acaba? Biraz öne almamız mümkün mü?” diye sorar. Sorumlu olduğu amir toplantıya gidecek olur, “izlesin de gitsin” ki, ‘ben de bugün onun için neler yaptım’ görsün düşüncesi tutar.

Bu soruyu sorana genellikle yanıt bulamam ya da “uygun görülürse yayına girecektir, saat veremem” derim. “Haber bültenimizi izlerseniz, yayınlanıp yayınlanmadığını görürsünüz” diye cevap veririm ve o telefon kapanır. Karşımda ki kimse ise üstelerse “beklemeyin yayınlanmayacaktır” derim. Yayınlarsam da, “haber bunun neresinde” diye yayınlarım.

Bir başka gün kapım çalar. Bir firma yetkilisidir gelen bu defa. “Bizimle ilgili bir haber varmış” der. “Yayınlamasanız, diğer kanallarla da görüştük, yayınlamayacaklar. Siz de yayınlamayın” der. En son bize gelirler, genelde. Bir çayımızı içmiş olurlar. Ama o olayda haber değeri varsa muhakkak, hazırlanır ve kurum ya da kişiler zedelenmeden, taraf olmadan mutlaka yayınlanır. Hatta o firmanın kanalımızda reklamı olsa dahi yayınlanır.

Bir başka gün muhabirim, bir haber çıkışı eline para sıkıştırmaya çalışan kişi ya da kişilerce karşılaşır. Mücadele verir, para almak için değil almamak için üstelik. Tam da orada başka alanlar da vardır, karşı koyanlar da.

Derken ay sonu gelir, muhasebe rutinleri girer devreye. Aylık hesaplar çıkar ortaya. İnsanlar belki de sanır ki televizyonlar, radyolar, gazeteler çok kazanır. Oysa bilmezler, küçük hesapları yaptıkça birileri, televizyonlar kazanmaz, radyolar kazanmaz, gazeteler de kazanamaz. Reklamla alacakları paraları, izleyene bir firmayı tanıtacak geliri, çıkarına bulayıp taksit taksit almaya çalıştıkça, bu çabalarını haberlere kattıkça bu şehirde birileri; ne kurumları, ne şehirleri kazanır. Toplu kayıptır gelecekleri. Bu şehirde kimse kazanamaz. Kazanan anca göz yumulanlar olur, araya kaynayanlar. Çünkü o kurum on yerine iki muhabir çalıştırmaya başlar. Çok doğru haber yapsa bile birine yetişir, birine yetişemez. O iki muhabir bütün bir şehrin sorularını soramayabilir. Sonra şartlar gitgide daha da değişir, işi olmayanlar yapar bunu. Boşta kalanlar bir TV’de kameraman olur. Sonra ben uyuyamam geceleri, aklıma yetişilmedik yerler gelir. Olması gerekenden başka çıkan haberler. İşinizi iyi yapmak bazen sadece sizin elinizde değildir. İsteseniz de yapamazsınız, siz de dahil sizinle beraber mutsuz olanlar birikir.

Peki, ben bunları neden yaşarım. Çünkü birileri haberi, reklam gibi parayla yapar ve kurunun yanında yaş da yanar. Sonra günler geçer, kimimiz bu sektörden ekmek yiyen, bu sektörde çalışan insanlar olarak firmalara reklam görüşmelerine gideriz. Köle gibi davranılır, bu şehirde pazarlama elemanlarına. Neden mi, firmalar reklama inanmazlar. Çünkü haberi aldığı parayla karalayanlar vardır etrafımızda. Bizim mesleki onurumuzu zedelerler. Televizyon, gazete dediğin nedir ki dedirtirler insanlara, parayı iliştirdin mi cebine her şeyi yayınlar sanırlar. Anneler, babalar; Şanlıurfa’da çocukları gazeteci olsun istemez, olsa da bilinen ulusal haber ajanslarında çalışsın isterler, mesela ATV’ye yerleşsin, NTV’de çalışsın ister. Televizyon sandığın bir tek orada doğru yapılır sanırlar, hatta orada doğru yapıldığını sanırlar. E onlar da haklılar. Biri bizi bizden önce karalar ve unutmayın insanların çoğu görünenin ardına bakmazlar.

Ama sonra ne olur biliyor musunuz? Mesela okullar açılır. Çocuğunuzun da gittiği o okulun suları akmaz, öğretmeni olmaz. Diyelim ki eşiniz rahatsızlanır, gecenin bir yarısı acilen hastaneye yetiştirirsiniz, acilde doktor olmaz. Sonra ne olur biliyor musunuz? Acilen yetiştirdiğiniz yol yapılmamıştır, bir başka yoldan gideyim derken zaman kaybedersiniz, müdahalede geç kalınır. Sonra ne olur biliyor musunuz? Ertesi gün ilaçları alırken sıkıntı yaşayabilirsiniz. Aracınızı park ettiğiniz yerde, karşıdan karşıya geçerken, ekmeğin parasını verirken, her yerde ya da her şey de bir aksilik çıkabilir. Ve siz aksiliklere birey olarak müdahale edemezsiniz. Bunların her biri ola da bilir, olamaya da bilir. Ama siz de bilirsiniz ki; çokça olmaktadır. Ve elinizden bir şey gelmemektedir. Tek başınıza bir şey yapamazsınız, sizi çok kılan medyanız ise zaten sizden önce bitirilmiştir. Kurdun elmayı yediği gibi hem de, kendi kendine. Kendi içinden. Bir TV kanalı bu şehirde kaç eleman çalıştırabilir ki. Sonuç da o da bir ticari işletmedir, reklam almadıkça ayakta duramayacaktır. Ama güvenilirliğini kendi içinde sarstıkça reklam da alamayacaktır. Reklam alamadıkça, daha çok eleman, daha iyi eleman yetiştiremeyecek, transfer edemeyecektir.

Sakın bu kadar da abartma demeyin ama, sonra ne olur biliyor musunuz? Mesela “Hep beraber eğlenelim” günü düzenlenir bir kurumca, sahnenin en önüne deri koltuklar konur, önlerindeki sehpalarda soğuk sular, çiçekler bulunur. Arkaya doğru gittikçe deri koltuklar, sandalyelere, sandalyeler de siz ayakta, güneşte ve susuz bekleyenlere dönüşür. Hatta kimi zaman bariyer kurarlar sizler bariyerler arkasından, parmak uçlarınızda kalkaraktan sahnedeki adamı görmek istersiniz. Eziyet mi olur, eğlence mi bilinmez ama bizde eğlencelerde, şölenlerde genelde tablo budur, bu olur. Seçimlerden sonra gelenler, sizler onları seçtikten hemen sonra, sizin seçtiklerinizde o amirleri atadıktan hemen sonra en önde sefasını sürer. Seçimden önceyse sizin yer sofranızda görürsünüz onları, bir bakarsınız aynı tabaktan yemek yiyorsunuz. Kırmızı ışıkta bekliyor, o birkaç ay sonra beklemeyecek olanlar, sıraya giriyorlar faturaları için. Kapınız çalınıyor, biri sokakta elinizden tutuyor. İnanmıyor musunuz bana. 12 Eylül referandumunun üzerinden sadece 10 gün geçti. Hani, hangisi yanınızda. Hadi karşı çıksanıza bana. Sizi meydanlara yığanlar, esnaf ziyaretlerini birbirine ekleyenler, çiçekler koyanlar kapınıza sadece on gün sonra neredeler? İşte tam burada keşke siz bana inansaydınız, hak edeni izleseydiniz mesela, firmanızın bir kısım gelirini reklama ayırsaydınız, haberlerden para alarak unvan kullananlara gazetecilere izin vermeseydiniz mesela. Verenle vermeyenleri ayırsaydınız. Sahip çıksaydınız, sizin adınıza soranlara, iyiyle kötüyü ayırsaydınız. Belki daha çok, daha güçlü sorabilirdim, siz de olsaydınız yanımda. Ben onlara neredeler, başka bir yerde sizin için ne yaparlar, şu an ne yapmaktalar, siz neden onların ardından parmaklarınızın ucunda izliyorsunuz bu eğlenceleri diye sorardım mutlaka. Yine soruyorum da, bana inanları azaltıyorsunuz anca.

Peki şimdi ne mi olacak? Bana ne canım bakın başınızın çaresine neden yazayım, neden çizeyim. Ben neden canımı sizin için sıkayım. Ben yazsam bunları o telefonum kaç kez çalar biliyor musunuz? Mesela siz bu yazıyı okumaya bile üşenirsiniz. Onlar da devam ederler, ekranlarımızda görünmek için cebe para koyma çabasına, seçimden seçime uğrarlar yanınıza, bana ne zaman ne yayınlayacağımı sorma hakkını kendilerinde görürler. Sizden önce girerler sizin daha çalamadığınız kapılardan, sizden önce görürler işlerini onlar ilaçlarını kullanırken siz yeşil kartlar beklersiniz. Onların karnı doyduğunda siz zam dersiniz. Benim içimde ki kurtlar az değil ama siz de bıraktınız bizi bir başımıza. E bir zahmet acil de doktor olmazsa, hakkınız yenirse de siz de bakın başınızın çaresine… siz beklerken, iyi yapanları duyurayım, kötüyü durdurayım demek için çok erken.

 
Toplam blog
: 5
: 607
Kayıt tarihi
: 23.09.10
 
 

Doğuvermişim daha iki buçuk ay sonra beklenen bir güne nanik yapıp. Şaşakalmış bekleyenler, iki buçu..