Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Ekim '06

 
Kategori
Tarih
 

Bize de Rönesans gerek

Bize de Rönesans gerek
 

Rönesans kelimesi Fransızca bir kelime olup, Rö- tekrar Nesans- doğmuş anlamını taşır. Kuşkusuz, bu olguyla beraber Avrupa' da birçok şey değişmiş, Avrupa aydınlanma sürecine girip bugünlere gelmiştir.

Gutenberg'in matbaayı icat etmesi, kilise tarafından tepkiyle karşılanmış ve Victor Hugo' nun " Notre Dame' ın Kamburu " adlı eserinde belirrtiği gibi, bunu bir " şeytan icadı " olarak belirtmekten çekinmemiştir. Zira, o zamanlar Avrupa'da çoğu şey bugünkünden bir hayli farklıydı. Devletin yasaları, kilisenin kapısına kadar geçerliydi. Kilise, insanları doğası yapısı bir hayli etkiliyordu, öyle ki buna devleti yöneten bile buna dahildi.

Kilisenin, insanları bu kadar kendileri gibi düşünme istemesinin nedeni, skolastik düşünceydi. Bu düşünceye göre, eleştri tamamen yasaktı. Eleştirinin yapılamaması aslında "oldukça hafif" sayılırdı. Bunun yanısıra en önemlisi bilim yapılamıyordu tam olarak. Mesela Galilei Galileo adındaki bir İtalyan, yaptığı gözlemler sonucu Dünya'nın Güneş etrafında döndüğü keşfedip söylemesi, kilise tarafından büyük tepkiyle karşılanmıştı, çünkü kiliseye göre Dünya, evrenin merkeziydi ve bu haliyle güneş etrafında dönüyor olamazdı olsa olsa güneş dünya etrafında dönüyor olmalıydı...

Bunun yanısıra sanat da tam olarak yapılamıyordu çünkü, sanat kilise azizlerini resmetmeden öteye geçemiyordu. Aslında kilise matbaaya vs. karşı değildi. Onun karşı olduğu, halk üzerinde olduğu etkisini yitirmekti. Pek tabii kilise, o zamana kadar yazılan elle yazılmış olan kitaplarının en önemlilerine sahipti, okumuştu, biliyırdu, onun asıl korkusu, matbaa yoluyla kitap basımı kolaylaşacak, herkes kitaplarda yazılmış olan fikirleri bilecek, dolayısıyla kendi etkisini yitirecekti. Kilise, bunları düşünmekte haklıydı, nitekim öyle de oldu, ama bu olay aynı zamanda Avrupa'nın aydınlanmasına da yol açtı...

Aynı tarihlerde İslam alemine baktığımızda, altın çağında olduğunu görüyoruz. Çünkü, o tarihlere kadar İslam Alemi zaten İbn-i Sina'dan Ömer Hayyam'a, Ali Kuşçu'dan Biruni'ye kadar birçok bilimadamı, filozof kısacası bilginler yetişmişti. Demek ki, İslam, varoluşu itibariyle bilime karşı değildi, felsefeye karşı değildi!... İslam'ın bilime, felsefeye karşı olmadığını anlamak için, çok fazla doğuya gitmemize gerek yok, pek tabi Osmanlı'ya da bakabiliriz. Siz bilir misiniz ki İstanbul'da 3. Murat zamanında bir gözlemevi vardı.

Ne kadar enteresandır ki 16. yüzyıl hem İslam alemi hem de Hristiyan alemi için bir dönüm noktası olmuştur. Çünkü bu yüzyılda, Hristiyan alemi Rönesans'ı yaşayarak girdiği mağaradan çıkarak karanlıktan aydınlığa geçiş yaparken, aynı tarihlerde ise İslam alemi mağaraya girerek aydınlıktan karanlığa geçiş yapıyordu. Çünkü özellikle, Osmanlı'nın Mısır'ı fethiyle halifeliğinin geçişi ve sonrasında, İslam, Osmanlı günlük yaşamında kendisini bir hayli hissettiriyordu. Bu tarihlerden sonra, Osmanlı'da bilim başta olmak üzere, Mısır fethi öncesinde sahip olunan kazanımlar kaybedilmiştir. Bu tarihlerde ve sonrasında gayrimüslimlere Fatih zamanıyla beraber ve süregelen " hoşgörü " yerini " gavur "a bırakmıştı, matbaanın gelişi gecikmişti...

Bu tarihden sonraki oluşan ortam şartlarıyla beraber sanırım Mevlana' lar, Nasreddin Hoca'lar vs. yetişmesi de imkansız gibidir... Matbaaya geri dönecek olursak, matbaaya karşı olan şeyhlüislamlar ile papazların tavırlarının aynı olduğunu görürüz. Bu durum her ne kadar, şaşırtıcı olarak gözükse de, aslında öyle değil, çünkü aslında her ikisinin de bu davranışlarının temelinde, "halk üzerinde sahip oldukları gücü ve etkiyi yitirmeme" endişesi hakimdir. Şeyhlüislamlar da aynen papazlar gibi, halk üzerinde etkiyi yitirmek istememişlerdir, bu yüzden matbaa bir hayli geç olarak ülkeye girmiştir...

Ne yazık ki bugüne kadar İslam ülkelerinden gerektiği kadar sanatçı, edebiyatçı, bilimadamı vs. çıkamamıştır. Özellikle şeriatın günlük yaşamda bu kadar etkili olması sadece uygulandığı ülkelerde kültür yaşamını etkilememiş, başta kadınları adeta "ikinci sınıf vatandaş" yerine sokup, birçok mantık-dışı uygulamaları da halen yürürlükte kalmasını sağlamıştır. Mesela, yakın geçmişte Nijerya, evlilik dışı çocuk doğurduğu için, bir kadını taşlayarak öldürme cezası verdiği için, tüm dünyanın tepkisini üzerine çekince bu uygulamadan vazgeçmiştir... Taliban, Afganistan'da egemen olduğu sıralarda, ülkedeki tarihi Buda heykellerini delik deşik etmiştir... Son olarak ise İran, Pers kültürünün en önemli niteliklerinden biri olan nargileyi yasaklamakda hiçbir sakınca görmemiştir...

Biz ise, Atatürk sayesinde dinde rönesansı (laiklik) gerçekleştirebildik, bu bizim diğer İslam ülkelerinden en büyük kazanımımız oldu, ancak düşüncede Rönesans'ı gerçekleştiremedik, işte tam da bu yüzden, bir resim, sırf göğüsleri gözüküyor diye kadının ders kitaplardan kaldırıldı, işte tam da bu yüzden müzelerimiz ilgisiz, edebiyatımız tatsız, resimlerimiz soluk...

İşte tam da bu yüzden, bize de Rönesans gerek!

Blog resim: Eugene Delacroix

 
Toplam blog
: 112
: 3643
Kayıt tarihi
: 22.07.06
 
 

İstanbul'da doğdum. Metalurji ve Malzeme Mühendisliği mezunuyum. Felsefe, sanat tarihi, müzik özel i..