Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Ocak '17

 
Kategori
Dünya
 

Bize dün “Hasta Adam!” diyenler bugün hastalanır ve gerçek İstiklal Savaşı başlar (4)

Bize dün “Hasta Adam!” diyenler bugün hastalanır ve gerçek İstiklal Savaşı başlar (4)
 

Balıkların ve karıncaların birbirlerini yemelerini güçleri değil, suyun akışı belirlemektedir.


Yakın zamana kadar “Batı ile ilişkilerimize gölge düşürmeyelim!” anlayışı ile, aleni düşmanlıklar görmemezlikten gelinmiş; bu anlayış, kendimize olan güvenimizi yeniden kazanmamızla birlikte geride bırakılarak, Siyasi ve İktisadi Bağımsızlık Savaşı’na giden süreç; ekonomimizin büyümesine paralel, Milli Silah Sanayi’nin geliştirilmesi ile başlatılabilmiştir.

Hristiyan Batı, İslam’a (Osmanlı Devleti’ne) yenilmeyi hazmedemez, Osmanlıyı, 500 yıl boyunca ve 100 ayrı proje ile, Coğrafi keşiflerden başlayarak ekonomik boyutta zayıflatır, kendi tabirleri ile, “Hasta adam” yaparlar. I. Dünya Savaşı döneminde de bir büyük darbe ile, (tüm büyük Batılı Devletler topluca saldırması ile) parçalayarak, ancak, dizlerinin üzerine çökertirler. Süreç, Lozan anlaşması ile (Batılılar lehine) taçlandırılacaktır! Osmanlı İmparatorluğu, kendilerine “bir daha kafa tutamayacak!” zarar veremeyecek ölçüye (küçüklüğe) indirilir. Bu, indirilme de İngilizlerin cinliği sonucu “Bir zafer!” olarak pazarlanacaktır.

Yeni Devlet’imiz hem ekonomi hem de kültür cephesinde boyunduruk altına alınmıştır. Alınması ile rahat bırakılmış mıdır? Elbette Hayır.  Tarihi ve kültür değerlerimiz sıfırlanır, yabancı (misyoner) okullarında (Gönüllü) eğitilen! Ülkenin aydın tabakasının evlatları, gerçek olmayan bilgilerle beyinleri yıkanarak, kendi şanlı geçmişlerinden ve değerlerinden utanır hale getirilir ve adeta, “Mankurt” laştırılır.

Aşağıda, bugün de yoğun olarak oynanan ekonomik oyunların aslında beş yüzyıl boyunca oynananların bir tekrarı olduğu örneklerle anlatılmaktadır.

1453’de İstanbul, 1458’de Atina’nın Müslüman Türkler tarafından fethi, Hristiyan Dünyası’nı (Papalığı) ayağa kaldırır. İlk karşı atakları: Dünya Devi olan Osmanlının ekonomik boyutta zayıflatılmasıdır. Bu amaçla (Misyoner) Kristof Kolomb, İspanya’nın Katolik Kralları himayesinde, (Kara) İpek Yolu’na “Asya'yla yapılacak baharat ticareti için batıda yeni bir ticaret rotası oluşturma” ve bu yolla Osmanlıyı büyük bir gelirden mahrum etme” anlayışı ile bir alternatif bulunmasıdır.

Osmanlı’da 16. Asırda itibaren çıkan isyanların arkasında, Halkının (Keşifler sonucu İpek Yolu’nun işlerliğinin azalması) ekonomik-gelir kayıpları vardır. Ancak, bu gerçek tarihimizde fazla seslendirilmemektedir.

Çarlık Rusya’sının 1890’da İran Şahı’na kabul ettirmiş olduğu anlaşmanın bir benzeri olarak, Mart 1900’de Rusya’yla imzalanan Karadeniz Anlaşması’yla Kayseri-Diyarbakır ve Sivas-Harput hattının kuzeyinde ancak çar tarafından onay verilecek şirketlerin demiryolu inşasına girişebileceklerine rıza verilmişti. Böylece, imparatorluğun Rusya’ya karşı savunulmasında kilit role sahip Doğu Karadeniz ve Doğu Anadolu’da askeri ikmali sağlayacak demiryollarının inşa edilmesi engellenmiş oluyordu. (1)

Osmanlı İmparatorluğu’nun nüfuz bölgelerine ayrılma süreci de II. Abdülhamid devrinde harekete geçmiş durumdaydı. En başta da İngiltere, bu dönem boyunca Osmanlıların egemenlik haklarının altını oymayı sürdürmüş, kenarından köşesinden yırtılma ve yıpranmalara yol açmıştı. Örneğin, Ocak 1899’da Hindistan Genel Valisi Lord Curzon ile Kuveyt Emiri arasında yapılan bir anlaşmaya göre. Emir, Kuveyt’teki İngiliz temsilcinin izni olmaksızın herhangi bir yabancı temsilciyi kabul edemeyecekti. Bu anlaşma, 1907’de yenilenmiş, Osmanlıların Basra vilayetinin yanı başındaki Kuveyt, Körfez’de İngiltere için neredeyse ileri bir üs haline gelmişti. (2)

Osmanlıların tüm ileri hamlelerinin önünü kapatan kapitülasyonların ekonomik ve sivil yaşam üzerindeki etkilerinin yanı sıra, Fransa ve İngiltere’nin Düyun-ı Umumiye (alacaklı borç yönetimi kurumu) aracılığıyla bütçesi üzerinde kurduğu hâkimiyet de dikkate alınacak olursa, Osmanlı İmparatorluğu’nun egemenliğine tam manasıyla sahip olmadığını, yarı-sömürge niteliğinin ağır bastığını ileri sürmek abartı olmaz. (3)

Peki, Düyun-ı Umumiye’ye (ekonomik iflasa) nasıl gelinmiştir?

Ruslar (1853’lerde), Osmanlılardan olmayacak siyasi taleplerde bulunurlar. Osmanlı, “Hayır” demekle birlikte (Kırım) Savaş hazırlıklara başlar. Yapılacak savaşta İngilizler ve Fransızlar, Ruslara karşı Osmanlılarla birliktedir. Osmanlı tarihinde ilk kez İngiliz ve Fransız bankerlerden (dış) borç alacak ve bu borç  Osmanlıyı iflas ettirecektir. Savaşın sonunda İngilizlerin (yardımları karşılığında) bizden aldığı taviz ve faizler, Rusların taleplerine rahmet okutacaktır.

Bu savaş (kanaatimizce) tam bir Batı (Çete) kurgu ve oyunudur.  Bir taraftan sürekli isyan ve savaşlarla yıpratılan Osmanlı, diğer taraftan tüm gelirlerinin kontrolünü kaybederek I. Dünya Savaşı’nda “kolay lokma!” olacaktır.

Fransa, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Katolik kuruluşlar için ilave imtiyazlar sağlamış, gözdağı vermek için Kasım 1901’de Midilli’ye donanmasını dahi sevk edebilmiştir. Kuşkusuz, baskının bu raddeye getirilmesinin sebebi, Fransa’nın konuyu doğrudan doğruya nüfuz sahası politikaları kapsamına oturtmuş olmasıydı. Nitekim, Dışişleri Bakanı Theophile Delcasse, parlamentoda yaptığı konuşmada, Fransa için dini ve kültürel alanlarda yeni kazançlar sağlanmış olmasını, Fransa’nın güneşin altında kendisini bekleyen yerler üzerindeki haklarının  daha da güçlendirilmesi olarak tanımlamıştı.

Bu tür cazgırlık ve güç gösterileri devam da etmiştir. Fransız Büyükelçisi Emest Constans, Zonguldak’taki değerli kömür madenlerini kontrol eden Hereclea Şirketi’nin tüm bölgedeki maden ve demiryolu işlerinde tekel haline gelmesini sağlayacak anlaşmaların imzalanmasını zorlamak için Quai d’Orsay’e (Fransız Dışişleri Bakanlığı)  danışma gereği dahi duymaksızın 21 Nisan 1908 günü Babıâli’ye bir ültimatom vermiş, 5 Mayıs günü de büyükelçilik gemisini deniz piyadeleriyle birlikte Zonguldak’a göndermişti. Dışişleri Bakanı Stephen Pichon da Osmanlı Büyükelçisini davetle, Hereclea’nın Tekel haline gelmesine izin verilmemesi halinde Paris para piyasasını Osmanlılara kapatacağı tehdidinde bulunmuştu. (4)

..

Osmanlılar sadece kurumsallaştırılmış ekonomik sömürüyle karşı karşıya değillerdi. En arsız siyasi ve askeri baskılara da maruz bırakılmaktaydılar. Açıkçası, Babıâli’ye, merkezlere danışılmadan ültimatomlar sunulabiliyor, yabancı donanmalar rastgele Osmanlı karasularını ihlal edip adalar önünde demir atabiliyor, yan savaş düzenindeki gemiler Osmanlı limanlarında peyda olabiliyordu. Jön Türkler’in Fransız çıkarlarının başlıca aleti haline dönüşmüş olan Osmanlı Bankası, Tütün Rejisi gibi memleketin zenginliklerine yok pahasına el koyan şirketler yahut saray entrikalarının en içine kadar girmiş Constans’tan nefret etmesi katiyen sebepsiz değildi. Buna karşın, 1908 Devrimi’nden sonra Fransa, Constans’ı değiştirmeye, Jön Türkler’in güvenini kazanmaya gerek dahi görmemişti..(5)

..

Osmanlıların Doğu’da demiryolu inşası yönünde ne zaman bir girişimleri olmuşsa, Rusya itiraz etmek için bir neden bulmuş, Karadeniz Anlaşması da bu durumu kesinleştirmişti. Netice itibarıyla, 1914’e gelindiğinde Osmanlıların Doğu cephesiyle demiryolu bağlantısı yokken, Çarlık Rusya’sı Kafkaslarda tamamlanmamış da olsa münhasıran stratejik mülahazalarla inşa edilmiş, Kafkas cephelerine asker sevk edilmesini sağlamaya oldukça yeterli bir demiryolu ağına ve elverişli kavşak noktalara sahipti. Rusya’nın kara yollan da kış şart’arında iyice perişan hale düşen Osmanlı yollarıyla karşılaştırılamayacak derecede iyi evsaftaydı. (Adil hafızanın ışığında, Sahife:449)

Türkiye, en iyi yetişmiş, memleketin geleceğini inşa edecek ve onu yirminci yüzyılda da geriye düşmüş olmaktan çekip çıkartma gayretlerine bambaşka katkılar verebilecek, yüzü ileriye dönük gençlerini Çanakkale’de toprağa vermiştir. Çanakkale zaferi Türkiye’ye yeni bir hayat bağışlamış, ama beline de vurmuştur.

Geride bıraktığımız yüzyılı kapıdan içeri sokarak modern zamanları doğuran Birinci Dünya Savaşı’nın altı esaslı muharip tarafından biri olmuş, son ana kadar direnerek bir bayrak yarışında olduğu gibi mücadelesini bir sonraki liderliğe aktarabilmiş Türkiye’nin sonra aynı yüzyıl boyunca devam etmiş göreceli geri kalmışlığının sırlarından biri de Çanakkale sırtlarında yatmaktadır. (Adil Hafızanın ışığında, Sahife: 527)

Çanakkale’de zaferin iki taraf arasında gidip geldiği kader anlarının sayısı da az değildir. 26 Şubat ila 2 Mart tarihleri arasında bombardıman durmaksızın devam etmiş, İtilaf donanması 6 deniz mili kadar Boğaz’dan içeri girmeyi başarmıştır. Bu gelişme üzerine Churchill harekâtı kamuoyunda daha fazla tanıtmaya girişecek, Çanakkale’nin eninde sonunda geçileceği, harekâtın sonuna kadar devam ettirilmesi gerektiği inancının yerleşmesini sağlayacaktır. (6)

Bundan kısa süre sonra, İngiltere 15 Mart günü Berlin’den İstanbul’a gönderilen bir kriptoyu çözmüş, buradan Osmanlıların Çanakkale’de mühimmat ve cephane sıkıntısıyla karşı karşıya olduğunu anlamış olarak, 18 Mart tarihli büyük saldırıyı başlatmıştır. Yine müthiş bir direnç gösterilmiş, saldırının netice vermeyeceği üç gün içinde belli olmuştur.(7)

Bu ıstıraplı günlerde, Topkapı Sarayı’ndaki Mukaddes Emanetlerin nakli için Konya’da yer hazırlatılmış, halifenin düşmana esir düşmemesi için Sultan Reşad’a Eskişehir’de münasip bir bina hazırlanmıştı. Tabii, İngiltere de bu dehşet havasını körüklemek için elinden geleni ardına koymamakta, bir sürü söylenti yaymaktaydı.

Bağdat Demiryolu hakkındaki temel kaynaklardan biri olmaya devam eden eserini 1920’li yıllarda kaleme alan Edward Mead Earle, Çanakkale Muharebeleri hakkında aşağıdaki ifadeleri kaleme almıştır:

İngiliz zırhlılarının öldürücü top atışları altında mücadelesini sürdüren Türk ordusu, bir de ulaşım ve ikmal yolları tıkandığı için elleri kelepçelenmiş olarak mücadele ediyordu. Cepheye yeni asker sürülemiyor, mühimmat, malzeme, yiyecek bir şey getirtilemiyor, yaralılar taşınamıyordu. Bu haldeki bir ordunun Çanakkale yarımadasını sonuna kadar elinde tutmayı başarmış olması, aşağı yukarı bir mucizedir. (8)

Earle, Çanakkale’de Osmanlı askerlerinin diğer cephelerde olduğu gibi kolera, tifo, sıtma, dizanteriyle boğuşa boğuşa ya da kar fırtınalarında donarak yok olup gitmediklerini, savaşarak can verdiklerini anlatır. Liman von Sanders’in “yiyeceği, giyeceği ve mühimmatı olmayan, tıbbi yardım görmeyen, ardından da yerini alacak kimse gelmeyen Türk askeri, işte tüm bu olumsuzlukların üstüne çıktı. Bunu ancak kanaatkar olan, en az şeyle yetinmeyi bilen Anadolu askeri başarabilirdi” ifadelerine yer verir.

Mühlman ise şu hususları nakleder:

Çıkarma ordusunun ardında tükenmez güç kaynaklarıyla İngiltere gibi bir dünya devleti bulunuyordu. Tek bir İngiliz askerinin rahatlığı ve savaş gücünün devamı için gerekli şeyler cepheye getirtilebilirdi ve getirtiliyordu da… Buna karşın, Türk ordusunun ardında yoksullaşmış, nüfusu azalmış ve dünya ticaretine hemen hemen kapatılmış, gelişmemiş sanayisi ve gelişmemiş kara ve deniz trafik ağıyla bir ülke vardı. İstanbul’da üretilebilen ve sevk edilebilen malzeme zaten yetersizdi… Ama Türklerin yoksunluğu sadece araç gereçle sınırlı değildi; savaşan askeri sağlıklı, randımanlı ve iyi bir durumda yaşatacak olan her türlü sosyal yardım teşkilâtından da yoksundu. Yetersiz besin almış, haşeratlarla boğuşan, güneş çarpmasına karşı korumasız, kum fırtınalarından, yağmur ve soğuktan müteessir olarak Türk insanı, gündüz ve gece savaşta en ön hatlarda, avcı hendeğinde ama yine de yakınmadan, homurdanmadan sorumluluğunu yerine getirmiştir. (9)

Peki, Osmanlıya 19’ncu asırda “Hasta Adam” Diyen Rusya’nın, (Fransa’nın desteklerine karşın) 20 Asrın başında durumu nedir?

“Diğer taraftan. Çarlık Rusyası’nın giriştiği modernizasyon ve sanayileşme hamlesinin devam ettirilebilmesi, başlıca ihracat kalemleri olan hububat ve diğer tarım ürünlerinin Batı pazarlarına eriştirilmesinin aksamaya uğramaksızın devam ettirilmesi ve müttefik Fransa’dan sağlanan kredilerin sürdürülmesine bağlıydı.

1887-1892 yılları arasında Maliye Bakanlığı yapan Vyshnegradski, bu yüzden Rusya’nın açlıktan ölme pahasına da olsa, tarım ürünleri ihracına devam etmesi gerektiğini söylemişti. Esasları Vyshnegradski tarafından belirlenen, halefi Witte’nin beceriyle devam ettirdiği anlayışa göre, Rusya’nın Batı’nın gelişmemiş, yarı kolonyal duruma düşmeye açık bir uzantısı olmaktan kurtulup bağımsız ve egemen bir Büyük Güç haline dönüşmesi, ancak geri ve kırsallığın ağır bastığı bir tarım ülkesi olmaktan çıkarak, modernleşmesi ve sanayileşmesi halinde mümkün olabilecekti.

Dış ticaretten sağlanacak fazla, iç sermayenin oluşumunu da destekleyecek, dış sermayeye olan bağımlılığı daha aşağıya çekebilecekti. Tarım ürünlerinin dış pazarlara sevkiyatı ise güney Rusya ve Ukrayna’dan, çok büyük ölçüde Boğazlar yoluyla gerçekleştirilmekteydi. Hububat ihracı, 1900 ila 1913 yılları arasında Rusya’nın toplam ihracatının yarısına yakınını oluşturmuş, dönem dönem değişmekle birlikte, bu ihracatın yüzde 75 ila yüzde 90’ı da Boğazlar yoluyla gerçekleştirilmişti. Rusya’da kurulmakta olan yeni sanayi işletmeleri için gerekli olan makineler de Boğazlar yoluyla ithal edilmekteydi.”(10)

Yazılanlar toparlanırsa, Osmanlı Devleti, Rusya, İngiltere ve Fransa tarafından kasıtla uzun yıllar evvel kıskaca alınmış, ne yatırım yapmasına izin verilmiş, ne de kaynaklarını kalkınmaya ayırmasına fırsat.

Geldiğimiz noktada; bizi dün olduğu gibi, isyan ve (açık) savaşlarla değil, bugün maşa-taşeron kullanarak (terör-kaos üzerinden) ekonomimizi vurmak, gelişmemizi durdurmak ve geriye götürmek istemektedirler.

Milletimiz bir kez daha bu oyuna izin verecek midir? Elbette Hayır.

Bugün oyun da bellidir, oyunu kuranlar, taşeronları da.

 

www.canmehmet.com

 

Resim:

Kaynaklar:

(1) Adil Hafızanın ışığında Birinci Dünya Savaşı’na giden yol, Altay Cengizer

(2) A.g.e:

(3) A.g.e:

(4) L. Bruce Fulton ’France and the End of the Ottoman Empire”, sahife. 156. (Adil Hafızanın ışığında, dip not)

(5) Adil Hafızanın ışığında…

(6) David French, British Strategy and War Aims…, s. 80. (Adil Hafızanın ışığında)

(7) Mustafa Ragıp (Esatlı) a.g.e., s. 288. (Adil Hafızanın ışığında)

(8) Edward Mead Earle, “Liman von Sanders’ Five Years in Turkey”, s. 132. (Adil hafızanın ışığında)

(9) Carl Mühlman, Çanakkale Savaşı…, s. 171. (Adil Hafızanın ışığında)

(10) Adil hafızanın ışığında

 

 

 
Toplam blog
: 1117
: 1768
Kayıt tarihi
: 29.08.06
 
 

Ticari ilimler akademisindeki öğrenciliğim sırasında, bir kamu iktisâdi kuruluşunda başladığım ça..